ÜZÜM

Türkiye’de 420 bin hektar üzüm bağı var. Bu sayıyla dünyada beşinci, Avrupa’da da Fransa ve İtalya’dan sonra üçüncü sırada geliyoruz. Bizim için bu kadar kıymetli ürün de maalesef iklim değişiminden etkileniyor! Senaryolar şunu söylüyor: Avrupa’da bağcılığın kuzey sınırı 2020’ye kadar 10 ila 30 km daha kuzeye kayacak. 2020-2050 arasında ise bu oran iki katı yükselecek. Evet, üzüm yok olmuyor ama maliyetleri artıyor, kalitesi değişiyor!

Etrafımızdaki her şey ne kadar hızlı değişiyor aslında değil mi? Çoğunu da değiştiğini fark etmeden hayatımıza katıyoruz. Adapte olabiliyoruz, ama uyum sağladığımızı ancak geriye bakıp sorguladığımızda fark edebiliyoruz. Hamasi konuşmalara girmeyeceğim, anlatmak istediğim şey basit. Bir kere havamız değişiyor. Havamız değişince, havamız da değişiyor (naçizane meteorolog mecazı, kabul et artık). Planlarımız, sağlığımız, moralimiz, yediğimiz, içtiğimiz her şey değişiyor. Evet, yediğimiz, içtiğimiz şeylerde eski tat yok, bunun farkındasın zaten. Bir de farkında olmadıkların var, sen görmeden gerçekleşiyor. Sadece gözümüzün gördükleri bile hayatımızın, tarımımızın üzerinden öyle bir geçiyor ki geride bir şey bırakmıyor. Geçen yazılardan birinde, “kahve”den bahsetmiştim. Tamam, kahve dünyayı çok etkiliyor, bizim kahveden daha iddialı olduğumuz başka ürünlerimiz var. Bakınız: Üzüm! Yazın güzide meyvesi üzüm. Üzümün başına gelenler aslında birçok ürünümüzün başına geliyor, ama ben konuyu üzüm üzerinden anlatacağım. Yani sıkıntımız, “nerde kaldı bu yaz” ya da “hâlâ hırkaları montları kaldıramadık yahu”dan biraz öte.  İşte yaz mevsimi, üzümün her şeyini yaparız artık, sofralarda yeriz, suyunu içeriz, reçelini pekmezini, şarabını, pestilini yaparız. Ramazan da geldi, şırası şerbeti derken, tabir yerindeyse üzümden hücrelerine kadar istifade ederiz. Bu kadar çok şeyini yaptığımız üzüm bizim için kıymetli tabii. Yalnızca bu nedenlerle de değil; bak Türkiye’de 420 bin hektar üzüm bağı var. Bu sayıyla dünyada beşinci, Avrupa’da da Fransa ve İtalya’dan sonra üçüncü sırada geliyoruz. Bizim için bu kadar kıymetli ürün de maalesef iklim değişiminden etkileniyor.

Manavlardaki yeşil üzümleriyle, Tarsus’taki beyaz üzümleriyle, yerel pazarların minik pitikareli kavanoz reçelleriyle, Şarköy’deki papazkarası, Orta Anadolu’daki kalecik karası şaraplarıyla üzümün ticareti de yaygın ülkemizde. Hatta gitgide daha da yaygınlaşıyor. Dolayısıyla ekonomik boyutu da, gıda sektöründeki payı da önemli. Ama iklim değişimiyle henüz alıcı fark etmese de üreticiler biliyor, üzüm yetiştiriciliği dönemlerinde beklenmedik durumlar, üzümde erken veya geç hasat dönemleri oluşmaya başladı. Hâl böyle olunca, sulaması, gübrelemesi, ürünün kalitesi, pazarlaması, muhafazası da değişmek zorunda kaldı. Bak sana çok basit bir mantık; bu yıl bahar, ısınma gecikti, mayısta azalması gereken yağışlar azalmadı, aksine arttı. Isı yükselemiyor, yağışlı günlerde normal olarak güneşlenme de az, zemin ısınamıyor, üzerine gece yaşanan ısı kaybıyla gece sıcaklıkları düşük kalıyor. Üzüm koruk halinde kalıyor, yaprakları gelişemiyor. Güneşlenme artmaya başladığında da üzüme gölge yapacak yaprakları istediği büyüklükte olamayınca, savunmasız üzümü güneş affetmiyor, yakıyor. Bu sıradan, basit bir etki, başka?

ORTALAMA DEĞERLER İSTİYOR

Şimdi başka neler oluyor ve neden oluyor konuşalım. İklim değişikliğinin üzümle aynı bağlamda anılması çok normal. Çünkü tahmin edersin ki iklim, hava şartları üzüm yetiştiriciliğinde kilit rol oynuyor. Sıcaklık, nem, yağmur rejimi yetişme dönemindeki en önemli parametreler. Bu dönemde üzümün istediği şeyler ortalama şartlardır; ortalama sıcaklık, olumlu hava şartları, günlük sıcaklıkların fazla değişmediği, normallerde geçen bahar ayları yani. Ama iklimdeki dengesizlikler kış mevsiminin erken bitmesine, havaların erken ısınmasına yol açabiliyor. Kış erken bitince de ısınma, gelişim, doğa tabiat canlanıyor, arkasından pat diye baharın ortasında don, ürün gitti. Tam tersi de söz konusu, biraz önce verdiğim örnekte, bu yıl yaşadığımız gibi. Yüksek sıcaklıkların uzun sürdüğü dönemler üzüm kalitesinde negatif etki yaratıyor. Bunun nedeni de sıcak havanın üzümün içindeki bileşenlerin gelişimini etkilemesi. Örneğin şaraplık üzümlerin ürün kalitesini belirleyen asidite, renk, şeker birikimi, aroma gibi özellikler, bu bileşenlerle farklılaşıyor. Normalden fazla sıcaklık asitliği düşürüyor, bu da daha olgun meyve aroması demek. Sıcaklığın düşük olduğu zamanlarda da bu sefer olgunlaşma zorlaşıyor. Yani mütevazı üzüm, ortalama değerler istiyor.

YAĞMURUN AZI DA, ÇOĞUDA…

İklim değişikliği nedeni olan artıştaki sera gazlarının başında ne geliyor? Hemen hepimiz biliyoruz artık, karbondioksit. Karbondioksit seviyesinin artması, fotosentezi tetikliyor. “E iyi ya, ne güzel işte gelişim hızlanıyor. Sorun ne?” diyen varsa el kaldırsın. Ben kaldırdım vallahi. Başta iyi bir şeymiş gibi geliyor ancak kazın ayağı öyle değil. Aslında iklim değişimi ile meydana gelen vurucu etkiler bir yana, karbondioksitin bizatihi kendisi gözeneklerde dolaylı olarak kısmi kapanmaya yol açabiliyor, fotosentez yeteneği artarken bir anda kısıtlanabiliyor. İklim değişimiydi, sıcaklık artışıydı, karbondioksit patlayışıydı derken hepsi ne yapıyor, atmosferdeki nemi etkiliyor, yağmur rejimini değiştiriyor. Bu da bağcılığı kalbinden vuruyor. Yağmurun az olması da iyi değil, çok olması da. Kuraklık olursa üzümlerde strese yol açıyor, fazla yağış olursa toprak erozyonu yapıyor. İklim değişiminde ne oluyor? Kuraklık oluyor, aşırı yağışlar artıyor. Yani olması gereken olmuyor, olmaması gereken oluyor. Türkiye’de ve aslında dünyanın büyük kısmında yıllık yağmur miktarı ve frekansında tutarsızlıklar, değişimler yaşanıyor. Bu da tomurcuklanmayı, olgunlaşmayı olumsuz yönde etkiliyor maalesef. Ozon tabakasına verdiğimiz hasar, zararlı ultraviyole ışınlarının dünyaya daha çok ulaşmasına yol açıyor. Burası bildiğimiz kısım zaten, her yaz mevsiminin demirbaş konusu. UV’nin cilde etkileri, göze zararları, saçları kırması. Ama bu ışınlar yalnızca vücudumuza zarar vermiyor, yediklerimizi de etkiliyor. İşte bir örneği de üzümde. UV-B Radyasyonundaki artış, fotosentezi düşürüyor, aroma bileşiklerini değiştiriyor. Bir de şaraplık üzümlerde phytopropanoid denilen bir gen var, UV-B bu genlerin aktivasyonunu etkiliyor, yani antosiyanin birikimini engelliyor, yani Türkçesi şarabın renk ve bileşimini değiştiriyor.

İKLİM TARIMI, TARIM İKLİMİ ETKİLER

İşte temel değişimler bunlar. Bu değişimler ve şimdiden başlayan etkiler göz önüne alınarak oluşturulan senaryolar şunu söylüyor: Avrupa’da bağcılığın kuzey sınırı 2020’ye kadar 10 ila 30 km daha kuzeye kayacak. 2020-2050 arasında ise bu oran iki katı kadar daha yükselecek. Evet, üzüm yok olmuyor ama maliyetleri artıyor, kalitesi değişiyor olacak. Tarım için bir söz vardır, “iklim tarımı, tarım iklimi etkiler”, adeta bir geri besleme söz konusudur. Bak üzümün de iklim değişimine etkisi var. Tarımın iklime etkisi, kimyasal gübreler, üretim esnasındaki havaya salınan karbondioksit ve diğer sera gazlarının başlıca kaynak oluşturması. Ama üzüm, mısır vb. ürünler, diğer tarım ürünleri gibi fazla ilaç ve gübre gerektirmiyor. Dolayısıyla, üretim esnasında karbon ayak izine baktığımızda üzüm için diğer ürünlere göre daha masum diyebiliriz. Asıl sorun nerede biliyor musun? İşin ticaretinde. Çünkü şarap dünyanın yalnızca belirli bölgelerinde üretilebiliyor, bu yüzden de kalkıp taa Fransa’dan Japonya’ya şarap taşımak zorunda kalınıyor. Burada önemli olan mesafe değil, taşıma şekli aslında. Deniz taşımacılığı sera emisyonu yaymada en masumu. Kara taşımacılığı ise beş katı daha fazla. Hava kargosu 11 kat daha fazla sera gazlarına katkı sağlıyor. Paketlemede ise ağır cam şişe kullanmak, hafif cam veya diğer paketleme alternatiflerine göre daha fazla yakıt tükettiriyor, yani daha fazla karbon salınıyor.

Haziran aslında bilinenin aksine yaz değil, bahar aylarından. Özellikle batı bölgelerde. Hoş baharı da göremedik ya, neyse. Gelecek ay yazın getirdiklerini konuşuruz. Sağlıcakla kalın…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.