Why do we sail? *Neden seyrederiz?

Dünyanın bir köşesinde, yanılmıyorsam Karayip’te, bir gün, çeşitli milletlerden gezici-yıllanmış yelkenciler (cruising sailors), Kelebek’in kokpitinde güneşi batırırken, muhabbet, “biz niye geziyoruz?”a (why are we sailing) geldi. Burada “bir dünya turu da ben atıp sistemimden çıkarayım”dan öte düşünüyorduk. Herkes elindeki içkisi, her neyse içine bakıp bir süre düşündükten sonra, cevaplar döküldü:

“Bavulumu hazırlamaktan kurtuluyorum”,

“Böylece diş fırçamı unutmuyorum”,

“Otel arama derdim yok”,

“Her sabah kendi yatağımda uyanıyorum” gibilerin yanında, çoğunlukla “modern dünyanın acımasız yarışındaki çarkın ezici dişlerinden kurtulmak için” (rat race) gibi nedenler havada uçuşurken, uzun zaman önceydi, ben mi yoksa başka biri mi söyledi şimdi hatırlamıyorum ama benim olacak kadar benimsediğim cevap: “Varmak için yelken açıyoruz” (we sail to arrive) oldu. Buradaki varmak; salimen varmak, menzile ulaşmanın hazzı, görmek istediğimiz, hayal ettiğimiz yere ulaşmak olarak alındı.

HEDEFİMİZE VARMAK İÇİN

Evet, denizin ve rüzgârın keyifleri yerinde olmak şartıyla, zaman zaman belli bir yere gitmeden, sadece deniz üstünde olmak benim için de keyifli ama pasajlarda, uzun mesafe seyirlerinde varacağımız yerin hayalini kurmakla geçireceğim olaysız, monoton, birbirini takip eden, neredeyse sıkıcı günler isterim. Adrenalin kutusunda dursun, nasıl olsa istemesek de ortaya çıkacak. Uzun pasajlar yapanlar bunu bilir. Sizi hayal kırıklığına mı uğrattım? Hiç merak etmeyin, ne kadar istesem de, benim sıkılacak seyrim çoook nadir. Realist olarak ne kadar istemesek de Mr. Murphy size tırnaklarınızı yemeye yeterli heyecan programı yapmıştır, canınızın sıkılmayacağı bir seyir için ona güvenebilirsiniz. Grubumuzda genç bir yarış meraklısı olsaydı, soruyu belki “yanımdakini geçmek, finişe en önde girmek, kupa almak için” diye yanıtlayabilirdi. Ama gruptaki herkes beş aşağı beş yukarı adrenalini daha ekonomik kullanan, grinin değişik tonlarında kişilerdi. Bizim grupta konuşanlar salmalarının altından binlerce deniz mili geçmiş, onlarca yılını denizde yaşayarak geçiren, çoğu bizimle aynı şekilde düşünen denizciler. Karada, her ne iş yapıyorlarsa, “rat race” koşuşturmasından kaçmış, çoluk çocuk, ihtiyar ana, para durumlarını öyle veya böyle halletmiş, denizi yaşam tarzı yapmış kişiler. Şuraya veya buraya gittim, filanca burnunu geçtim değil, dünyayı dolaşmak yerine dünyada dolaşmayı tercih edenler. Tabii her yıl bu “gray nomads”lerin kafalardaki grilerinin tonu beyaza yaklaştıkça fireler oluyor, by pass’lar, diz, kalça değiştirmeleri, şeker tuz vs. onları denizden koparıyor. Kimi “demiri yutup” (swallow the anchor) karaya, sallanan koltuğa; bazıları da daha öteye, sonsuz mavilere gidiyor. Etrafımızdaki büyük çoğunluğun yaptığı gibi, seyahat broşürlerinden beğendiğin seyahat noktalarına ulaşmak için yapacağın şey, gerekli düşündüğün şeyleri unutmadan bavulu hazırlayıp bir vasıtaya binmek yeterli. Bu yolculuk, bir aksilik olmazsa, siz arkanıza yaslanırken, zahmetsiz gitmek istediğiniz yere götürecek. Çoğu varış yerleri böyle seyahat şekline uygunken, bazılarına da (adalar gibi, okyanuslar gibi) denizden gitmek gerekir. Kafanı taktığın, görmek istediğin yerler içinde sonrakiler çoğunluktaysa, otel otel değil de bizim gibi kendi evinden çıkmadan seyahat etmek bana mantıklı geliyor. Zaten bu yüzden 40 yıl kaplumbağa gibi dolaştım. Bizimki biraz sırt çantalılara benziyor. Farkı, biz çantamızı değil, çantamız bizi taşıyor. Sürdürülebilir denizde yaşam tarzı, sudaki evinin ne kadar konforlu ve senin ne kadar minimal yaşama uyabileceğine bağlı. Derken, bizim gibi ekonomik gücü sınırlı denizcilerden bahsediyorum, kaptanlı, hostesli, helikopterli yüzen saraylardan değil. Onlar tu kaka değil, sadece bizim ulaşamadığımız bir platform. Bizler sonsuz mavinin üstünde olmak için çeşitli derecelerde fedakârlık yapmalıyız.

YARIŞ

Yarışçıları ayrı değerlendirmek gerek, onlar teknede yaşamıyorlar. Aradıkları konfor değil adrenalin. Uzun yarışlarda kısa bir süre için balık istifi, nöbetleşe yatmak, kısa süreliğine zor değil. Hepimiz zaman zaman yarıştık, bizim yaşamımızda da itiraf etmesek de yarış her zaman var. Ufukta aynı rotada seyreden bir tekne görünce kulaklarım dikilir. Altımızdaki sevgili teknemizin daha hızlı olduğunu görmek, suyun üstünde kayarken, stratejini oturtup doğru kararlar verdiğini hissetmek güzel. Bizi tembellikten kurtarır. Bazen de şartlar istemediğimiz bir yarışa iter bizi. Rakibinin hiç hata yapmadığı, “zamana karşı” yarış, fırtınadan kaçmaya, karanlık çökmeden, “tide” med-cezir değişmeden varmaya yarışmak. Güzel bir söz vardır, “Time and tide waits for no man” (Zaman ve med-cezir kimse için beklemez).

Her ne şekil seyir seçersen “paket” olarak gelir, bir şekilde etiket fiyatını ödersin. Beklentilerimizde realist olarak hazırlanmalıyız, yoksa macera kısa sürer. Florida, Cebelitarık gibi maceraya açılan kapıların önünde; boynunda “For Sale” levhası asılı çok tekne gerçekçi olmayan planların sonu boynu bükük dururlar. Bazen A’dan B’ye giden rotanın gelmek bilmeyen sonuna ulaşmak için çabalarken, keşke bavulumu hazırlama tembelliği yapmasaydım da dersin. Mavinin üstünde benden farklı düşünenler olduğunu biliyorum ve herkesin düşüncesine saygım var, zaten bu farklılık, sürü olmamak, birey olmak bence güzel bir şey. Denizde hiçbir şey siyah-beyaz değil, içinde olduğun griliğin tonu sürekli değişir. Bazılarının nedeni ise, kendilerini, etrafındakileri hatta Guinness’i, dünyayı challange etmek. Onlar özel insanlar, daha iyi daha kötü değil, sadece kendi dünyalarında özel insanlar.

DENİZ AŞKI

Deniz aşkı muhabbeti, daha çok uzaklara gitme fırsatı bulamamışlar, deniz yaşamını limitli tatmış, dirseklerine kadar yağa bulanmamış, yelken yırtmamışlar arasında daha yoğun oluyor. Sosyal medyada her gün maviye âşık, denizsiz yaşayamayacakların “post”larında, düzgün denizde bir kuğu gibi süzülen yelkenliler, batan güneş ufku boyarken kaldırılan kadehler, berrak suya sallandırılan ayaklar görürüz de, fırtına yelkenleriyle su üstünde kalmaya, hedefine ulaşmaya çalışan paylaşımları ancak yabancı medyadan, Güney Okyanusu’nda çekilmiş yarış foto ve videolarında görürüz. Onlar da kalabalık bir yarış ekibidir. Bizim gibi bir çift yorgun bedenin o hengamede fotoğraf paylaşıp like’lanmaktan öte kaygıları vardır. Hemen ekliyeyim, niyetim katiyen sizi denizden soğutmak değil sadece hayallerinizin ayaklarının yere basmasını sağlamak. Denizi sevmek, kara sevda değil, ayaklar yerde, adım adım demlenen bir sevgiyle daha reel olur. İster hafta sonu, ister denizde yaşamayı hayat tarzı olarak almak isteyin hayallerinizin gerçekleşmesini yere basan ayaklar mümkün kılar. 40 yıldır deniz üstünde olduğuma göre denizi seviyorum da, rotamın sonunda varmak istediğim bir hedef olunca bir an evvel varmak istiyorum. Tanıdığım, az sayıda olsa da gerçekten denizde olmayı tercih edenler de var. Rahmetli Eralp Akkoyunlu öyle biri idi. Kıyıya yaklaşınca tedirgin olduğunu söylerdi. Varmak derken, “aman bir an önce denizden kurtulayım” olarak almayalım. Uzunca veya zorlu bir seyirden sonra size Navionics hedefinizin orada olacağını garanti etse de buluttan tacı altındaki adanın önce belirsiz, gittikçe netleşen siluetini görmek varmanın, varabilmenin zevkinden bahsediyorum. Oraya seni THY getirmedi, hak ederek açtığın bir veya birkaç bira milyon değerinde. “Bizim zamanımızda şöyleydi, şimdi böyle” muhabbetine girmeyeceğim, bir hedefe varmak sadece navigasyon değil, altındaki tekneyi yürütebilmek, şartlara uyabilmek becerisi. Yolda çektiğin zorlukları aşmak da cabası. Navionics sana nerede olduğunu, gideceğin hedefin nerede olduğunu gösteriyor, tamam eskisine göre daha kolay ama yelkenleri, ayağını denize ilk defa soktuğundan beri, insan trim ediyor.

İMAJLARI TAKİP

Hepimizin gördüğü bir filmden, bir resimden, duyduğu hikâyeden, okuduğu kitaptan zıplayıp dimağına yapışmış bir veya birkaç yer vardır. İşte biz oraya varmak için seyrediyoruz.

Seyrin, su üstünde bir hiç olmanın tarifini yapamam, onu hissetmeniz gerekecek. Mavinin üstünde olmanın romantizmi fırtınalar, arızalar olmadığı sürelerde tepe yapar, olduğunuz yerde kalmak, zamanı durdurmak istersiniz. İşler o kadar yolunda gitmediği zamanlarda sosyal medya romantizmi, mavi aşkı çabuk biter, biran evvel varmak istersiniz.Ege’de Homer’in kitabı elimizde Ulysses’in tahmini rotasını izlemiştik İthaka’ya kadar. Belki de o en fazla hedefine ulaşmak isteyenlerden biriydi. Guatemala’ya gitmek isteğimizi iki resim tetiklemişti: Biri Karayip’te çok dolaşmış Nigel Calder’in kitabında gördüğümüz Lago İzabal gölde “water hyacinth” (su üstünde büyüyen leylak gibi mor çiçekli bir bitki) bitkilerinin kapladığı gölde teknesinin çiçekler içinde yüzen resmi, diğeri Chichicastenango’daki yerlilerin pazarı. Tabii Maya Piramitleri de bonus. Yukarıdakilerden pazara gitmek için uçağa atlaman yeterli de, çiçekler içinde yüzmek için oldukça yüklü deniz mili aşacaksın, girdiğin Karayip’in dibinden çıkmak için de her şeye karşı birkaç gün orsa çekeceksin. Değer, değmez, herkes kendi hesabını yapar. Bizim o seyrimiz oraya varmak, çiçeklerin içinde yüzmek içindi.

İkinci Pasifik geçişimde o muhteşem varış tablosunu tekrar görebilmek için yavaşlayıp şafak sökmesini beklemiştik. Sanırım 21 gün sonra demirleyeceğim koy, gözümün önünde cangılıyla, şelalesiyle, sallanmayacağımız bir gece davetiyle dururken varışımızı mükemmel yapacak güneşin doğuşunu beklemek hiç de zor olmamıştı. O zamanki varış o tabloydu. Borneo’nun Kinabatangan Nehri gibi, daha birçok destinasyona ulaşmak için yelkenlerimizi açtık. Hedefimiz nehrin içinde bizi bekleyen doğaya varıştı. Bazımızın nedeni ilham bulup derinlere dalmak, denize girip, akşama rakı-balık yapmak, dostları, çoluk çocuğu ağırlamak, iş ilişkilerindeki çevreni etkilemek, “selfi” çekip sosyal medyada hava atmak. Bizim kokpitteki muhabbete girdiğimizde akıllı telefon yoktu, olsaydı kim bilir bazılarımız “torunlara fotoğraf göndermek, arkadaşları kıskandırmak için de diyebilirdi. Her ay, denizde hayatta kalmak, başarılı bir seyir yapmak, navigasyon, güzel yerler, maceralardan yazıp duruyoruz da herkesin kendine sorması gereken ilk soru üzerinde hiç konuşmadık. Bunu bir ortaya atayım istedim. Kendinize sorun bakalım siz neden seyrediyorsunuz?

“Sail to arrive” derken önümüzdeki etabın sonuna varmak istiyoruz demek istedim, oysa mavi üzerindeki yolcuğun hiç bitmesini istemem. Bana sık sık sorarlar: “Dünyayı dolaşmanız kaç yıl sürdü?”

Cevabım: Bitmedi ki…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.