Hem hayal kurdurtan hem gerçeğe döndürten bir Akdeniz ülkesi
Çok rahat, çok doğal, çok zahmetsiz ve huzurlu küçücük bir ülkecik Malta. Ama aynı zamanda inanılmaz ve olağanüstü güzel bir ada ülkesi. Haydi gelin sizi Malta ile tanıştırayım…
Romantik bir ülke olduğunu söyleyebilir miyiz? Bence değil. Daha ziyade kültürlerin karışımını tarih boyunca deneyimlemiş olduğundan Malta, hayatında yaşadığı tecrübelerle fazla gerçekçi olmuş bir kadın kadar romantik olabilir ancak. Yani fazlaca akıllı, olgun ve enerjik bir ülkecik. Elbette romantik yanları da var. Romantizmi saçınızı savuran bir esintide, Valletta’yı çepeçevre saran surlara vuran hırçın dalgalarda, sahilde yürürken düşüncelere daldığınızda hissedebilirsiniz. Malta sizi bazı anlarda gerçeğe döndürürken bazı anlarda ise hayallere kapılmanıza olanak verir.
Enerjik derken şaka yapmıyorum. Güne sabahın beşinde başlıyor, koşuya çıkıyorlar. 05.30’da açık havuzlar, spor salonları dopdolu, yazın da şehrin ortasından denize atlıyorlar. Saat sabah 06.00’ya vardığında resmen trafik var! O yüzden Maltalılarının hepsinin zihni açık! Zehir gibiler. İngilizce konuşulduğundan mıdır bilinmez, gider gitmez kendinizi rahat hissediyorsunuz. Siz de İngilizce konuşup rahat iletişim kurduğunuz için değil sadece. Maltalı herkes dünyayla bağlantılı olup rahat iletişim kurduğu için, sıcakkanlı, konuşkan ve misafirperverler.
TARİHİ ZENGİN BİR DENİZCİ
Peki neden ülkecik deyip duruyorum? Çünkü 237 kilometrekare, beş takımadadan oluşan bir ada ülkesi. Bir ülke için herkesin birbirini tanımasına yetecek kadar küçük. Kültürlerin karışımı ise M.Ö 5000 yıllarına dayanıyor. Avrupa kıtasının en güneyinde, İtalya ile Tunus arasında bulunan, Güney Avrupa’nın ve Akdeniz’in saklı kalmış cenneti Malta’nın tarihi birçok döneme (ilk çağ, orta çağ, tarih öncesi, yakın çağ) tanıklık etmiş. Aynı Rodos’ta olduğu gibi, Malta Şövalyeleri de tarihe efsanevi damgasını vurmuş. Başkent Valletta ismi de Malta Şövalyesi Jean De Valletta’dan geliyor. (Bense hâlâ o demirden şövalye kıyafetleri ile Allah’ın sıcağı bu adalarda nasıl yaşadılar düşünmüyor değilim. Belki şortlu versiyonu vardır) İşte Valletta, sizi bu tarihin içine çekiyor. Valletta’nın surlarına vuran hırçın dalgalar, size fotografik olarak büyüleyici sahneler sunuyor. Fotografik olarak büyüleyici derken, bu yazıda gördüğünüz ikonik fotoğrafların tamamı Maltalı dünyaca ünlü fotoğrafçı Kurt Arrigo’ya ait. Sonraki aylarda kendisi ile yapacağım röportajda büyüleyici fotoğrafların arkasındaki çalışmanın büyüklüğü ve sanatsal gözü okuyacaksınız. www.kurtarrigo.com
Her taraf deniz olunca, haliyle Malta’nın yelken yarışlarına ev sahipliği yapmaması düşünülemezdi. Rolex Middle Sea Race, bu yarışlardan biri. Malta’da ikamet eden Alan Green ve Jimmy White adlı iki İngiliz yatçı ile Royal Malta Yat Kulübü üyesi iki Maltalı denizci Paul ve John Ripard arasındaki sportif rekabetin bir sonucu olarak doğmuş. İlk başta bölgenin sonbaharda azan rüzgârlarında heyecan verici bir yarış olsun diye düşünülüp, Malta’da başlayıp Syracuse Sicilya’da sona ermesi planlanmış. Ancak daha sonra Lampedusa, Pantelleria, Egadi ve Aoelian adalarını içererek Sicilya adasının etrafında dönmesi ve yine Malta’da sona ermesine karar verilmiş. Bu müthiş rotaya Royal Malta Yacht Club’ın da dahil olmasıyla Middle Sea Race doğmuş. 2001’den bu yana ise Rolex sponsorluğunda yapılıyor.
MALTA MUTFAĞI
Malta mutfağı, Maltalılar ile yüzyıllar boyunca adayı işgal eden birçok medeniyet arasındaki uzun kültürel ilişkinin bir sonucudur diyebiliriz. Bu lezzet birliktelikleri, Malta mutfağının Akdeniz mutfağının eklektik bir karışımı olmasını sağlamış. Maltaca dilinin biraz Arapça kokması gibi, mutfağı da bir yandan Kuzey Afrika esintileri barındırırken bir yandan da Sicilya esintileri yoğunlukta. Gerçi zaten Sicilya mutfak kültüründe de Arap esintileri vardır.
Geleneksel Malta yemekleri mevsimlere göre değişiyor. Lampuki Pie yani bir çeşit balık böreği, Stuffat tal-Fenek (tavşan yahnisi), Bragioli (soslu moslu kıyma dolgulu dana), Kapunata (Sicilya’ya ait İtalyan Caponata’nın kardeşi yani patlıcanlı, domatesli bir çeşit Ratatuy), Gbejniet isimli bir keçi peyniri içeren dul çorbası, en çok konuşulan geleneksel yemekler arasında.
Balık bol olduğunda Aljotta balık çorbası, tercih edilen Malta yemeklerinden. Mevsime göre spnotta (levrek), cerna (orfoz), dentici (sinarit), sargu (çipura) ve trill (barbun) en sık bulabileceğiniz balıklar. Sicilya ile İtalya ana karası arasında yani hemen hemen aynı sularda yakalanan kılıçbalığı da Malta mutfağının bilinenlerinden. Ahtapot, kalamar, diğer kabuklular da Akdeniz mutfağının olmazsa olmazı olduğu için Malta mutfağının da baş tacı. Deniz ürünlerinin Maltaca isimleri de yemek isimleri gibi biraz İtalyancadan geliyor. Öyle ki, tatlılarda da Sicilya’nın en bilinen geleneksel tatlısı Cannoli, burada Kannoli ismiyle karşımıza çıkıyor. Sicilya usulü semi-freddo’lar burada da var.
Çoğu yerde sarımsak, kırmızı biber ve Malta baklası diyebileceğimiz Ful ta Girba’dan oluşan kalın bir ezme olan Bigilla’yı görürsünüz. Mutlaka denenmesi gereken atıştırmalıklar ise “Hobz biz-zejt” (zeytinyağına batırılmış, üstüne domates sürülmüş, ton balığı, soğan, sarımsak, domates ve kapari karışımıyla doldurulmuş yuvarlak ekmek üstü) ve en meşhur Maltalı yiyecek ise “Pastizzi” yani bir çeşit tuzlu hamur işi.
BEŞ YÜZYILLIK ÇÖREK
Aslında ucuz bir sokak yemeği gibi görünüyor, ama değil. Fast food yani hızlıca pişen hızlıca yenen bir çörek desek, o da değil. Çünkü iç dolgusunun pişmesi ve hamurunun dinlenmesi saatler alıyor. Bu yüzden Maltalılar, ucuza satılan bu küçük çöreğin hakkının verilmediğini düşünüyorlar.
İlk olarak 16. yüzyıldaki kayıtlarda ortaya çıkıyor Pastizzi. O yüzyıllarda zengin yiyeceği olduğu söyleniyor. 1595 yılında Gio Matteo Stagno isimli yerel bir sanatçının yine İtalyancadan gelme “Pasticci di carne” (etli çörek) yediğinin kayıtlara geçmesi ile anlıyoruz ki günümüzde halen elle yapılan Pastizzi, şekli şemaili ve çıtır milföy hamurlu dış dokusu sebebiyle biraz Napoliten Sfogliatelle’ye benziyor. Tek farkı daha büyük olması ve asla tatlı olmaması. Ricotta peyniri, körili bezelye ve tavşan eti ile dolduruluyor. 20.yüzyılın yarısına dek evlerde fırın olmadığından sadece bayramlarda fırınlara götürülüp pişirilirmiş. Sıcağa dayanıklı bir hamur olmadığından pastizzi, nem ve sıcaklığın sabit olduğu yer altı fırınlarında yapılırmış. Vittoriosa’da o dönem pastizzi yapmaya başlayan bir pastacının eşi, gizemli bir şekilde aniden ölünce, kilise sebebin bu masum çörekçik olduğuna hüküm vermiş ve Pastizzi 17. yüzyıl ortalarına dek yasaklanmış. Daha sonra Dominik rahipleri tarafından yeniden menülere eklenmiş ve Pastizzi’nin hayatı kurtulmuş. Belki de yasaklı kalsaydı, bu lezzet günümüze kadar gelemeyecekti.
Madem yaz geliyor, hırçın dalgalarını seyretmeye, Valletta’da tarihi bir yürüyüşe ve bir Pastizziyi ağza atmaya Malta’ya gidersiniz diye umuyorum. Herkese tatlı ilkbaharlar…☸
1 comments