Korkum, yakında bütün reisler isteseler de istemeseler de karaya vuracaklar çünkü üzerinde olacakları deniz kalmayacak. “Herhalde koy demek istiyorsun” diyorsanız o da var tabii. Önce koylar bitecek. Büyük ölçüde bitti de ben moraliniz bozulmasın diye gerçek durumu biraz saklamaya çalışıyorum.
Sabahın köründe kalktık. Böyle dediğime bakmayın. Geçmişte ava, balığa gittiğimiz zamanlar olsaydı bu, saat 03.00-04.00 anlamına gelirdi de şimdilerde 09.00 suları oluyor! Gidip “Dalgacı”nın yelkenlerini kurutacağız. Bütün kış yağmur yediler. Bir elimiz değip de açamadık. Yok, işimizin çokluğundan değil -aslında o kadar çok işimiz var ki günler nasıl geçiyor bilmiyorum- havalar izin vermedi. Bu yıl Bodrum’da göğün dibi delindi. “Bir dur” değil mi? Durmadı!
Bodrum Marina’ya attık kendimizi. Hava bir limoni. Hâlbuki Umur Reis iki gündür her 15 dakikada bir Windgru, Poseidon bakıp duru. Umur Reis’e göre hava açık ve rüzgârsız olacak. Olacak da pek öyle olacağa benzemiyor. Özellikle de şu keşişlemede duran kara bulutları hiç gözüm tutmadı. Ama geldik bir kere. Önce ana yelkeni fora ettik. Bumbayı biraz iskeleye bastık ki rahat kurusun. Motoru da çalıştırdık. O da boş durmasın değil mi ama. Boş oturanı Tanrı sevmezmiş. Ben hiç sevmem. Rüzgâr almaya başladı. Pupadan, dar apaz geliyor. Acaba ana yelkeni toplasak mı? Akıl bir defa uçunca yapacak bir şey kalmıyor. Cenovayı da bastık, iyi mi? Dalgacı huysuzlanmaya başladı. Palamar halatları gacır-gucur ediyor. Tekne gidecek, bırakmıyorlar. “İndirin şu yelkenleri rahatıma bakayım.” diyor. Baktırmıyoruz.