İtiraf etmeliyim ki Piri Reis’in, Akdeniz’e inince Kitab-ı Bahriye’yi yazmaya gündoğusu rotasında devam etmesine alışmakta zorlanıyorum. Nasıl böyle bir duyguya kapıldıysam? Sanki hep günbatısı yönünde yazması gerekirmiş gibi düşünüyorum. Yine de bunun bir yararını gördüm. Onu da bu yazının sonunda söyleyeyim. Şimdi biz, her zamanki gibi Reis’in peşine takılalım ve o nereye, hangi rotada giderse gitsin, zinhar dümen suyundan çıkmayalım.
Kitab-ı Bahriye’nin dümen suyuna girdiğim 2013 yılından bu yana, çok ender haller dışında, her fasılda/bölümde tek bir yeri anlattım çünkü her fasıl bir yazı olacak kadar genişti. Bu kez üç fasıl bir arada: Alanya Kalesi, Manavgat ve Antalya kıyıları. Nedenini hemen söyleyeyim de merakta kalmayın.
Anadolu’nun Akdeniz kıyıları, bir iki nokta dışında, dümdüz kıyılardır. Coğrafya derslerinden anımsarsınız. Anadolu yarımadasının bu bölgesinde dağlar kıyıya paralel yatar. Ege’de ise dağlar kıyıya dik gelir. Bu ikisi arasındaki fark dağların kıyıya dik geldiği kıyılarda sayısız körfez, koy, bük olması; dağların kıyıya paralel uzandığı kıyılarda ise neredeyse tek bir körfez, koy ve bük bulunmamasıdır. Böyle olunca da bu kıyılar gemilerin yatmasına daha da önemlisi korsanların barınmasına uygun yerler değildir. O nedenle Piri Reis’in böyle kıyılara ilgisi en alt düzeydedir çünkü o bir korsandır. Akdeniz kıyıları böyle bilinsin vesselam.
BU FASIL ALÂİYYE KAL’ESİN BEYAN İDER
“Mezkur Alâiyye’nün denizden varurken nişanı budur kim, anun üzerinde yüce dağlar vardur” diye başlar anlatmaya Reis, Alanya’yı. Denizden gelirken Alanya’nın yerini gösteren (kerteriz-Umar) yüksek dağlar, Toros Dağları’dır. Bu dağlar İskenderun’un doğusundan başlar, Antalya’nın batısında Olympos-Bey Dağları ile sona erer. Toros sıradağları, nehir vadileri ile kesilmediği zaman, kıyıya paralel duvar gibidir. Akdeniz kıyılarının, İç Anadolu ile bağlantısı bu dağları bölen nehir vadileri ile sağlanır. Reis, bu dağlarda “… üç adet kule vardır. Ortada bulunan kulenin altında Alanya Kalesi yer alır” diye anlatmaya devam eder. Piri Reis’in “üç kule” dediği, üç yüksek dağ zirvesidir. Nitekim Reis “Daha yakın varıcak dağ üzerinde Alâiyye’nün kal’esi görinür.” diyerek, kulelerin dağ zirveleri olduğunu açık eder. Alanya Kalesi, ilkçağda Karakesion diye bilinen kaledir.
HİSAR ERENLERİ
Piri Reis, Alanya’nın ada gibi bir burun, bu burunun tümüyle dağlık olduğunu; sözünü ettiği kalenin dağın üstünde olduğunu yazar. Kalenin aşağı tarafının bakımlı, yukarı yani dağ tarafının boş olduğunu anlatır. Ancak boş arazinin yukarı kısmında bir hisar daha olduğunu söyler. Sonra ilginç bir ekleme yapar ve “Anun içinde hisar erenleri olur” der. Bu “hisar erenleri” sözleri beni meraklara salar. Acaba “hisar erenleri”, bizim, “erenlerin sağı solu belli olmaz!” veya “iyi saatte olsunlar!” dediğimiz, insanüstü varlıklar veya evliyalar mıdır? diye düşünür dururum. Reis bu konuya açıklık getirmemiş.
Piri Reis, kaleden aşağıda, deniz kıyısında, tuğladan yapılmış büyük bir kule olduğuna işaret eder. Bu, Alanya’da, kalenin deniz tarafında, bugün de bütün görkemiyle yükselen, Kızıl Kule’dir. Adını, yapıldığı tuğlaların renginden alan Kızıl Kule’nin, denizden de kıyıdan da görüntüsü gerçekten etkileyicidir.
SELÇUKLU’NUN ÜNLÜ TERSANESİ
Reis, kulenin dibinde, kıble tarafında, teknelerin demirleyebileceği yer olduğunu söyler ve “orada baştan ve kıçtan bağlamağla gemicikler yatur” diyerek, bu yatakta, baştan demir atıp, kıçtan palamar alarak, ancak küçük gemilerin yatabileceğini anlatır. Gemiciklerin önünde, taş binalarıyla beş tersane bulunduğunu ekler. Böylece, açıkça söylemese bile, Alanya’nın, Anadolu Selçukluları ve Osmanlı döneminde ünlü bir tersane olduğunu anlatır. Alanya tersanesi, 1220 yılında fethettiği ilçeye kendi adını veren Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat tarafından yaptırılmıştır.
“Amma” diye devam eder Piri Reis, “Bu zikr olan Alâiyye önü açuk yirdür. Liman yokdur. Yaz gününde yatakdur. Şuluk eyyamında (kıble estiğinde-Umar) ihtiraz ideler (sakınsınlar-Umar)” diye uyarır. Burasının rüzgâra açık olduğuna dikkat çeker. Gerçekten de hemen tüm Akdeniz kıyılarımız gibi Alanya da güneyli rüzgârlara açık, sığınılacak koyu, bükü olmayan düz bir kıyıdır. Zaten Piri Reis de Alanya için bu kadar laf yeter diye düşünür ve “Alâiyye’den Andaliyye, 90 mildür, günbatısı-karayel üzerine ve Manavgat suyu 30 mildür. Şöyle ma’lum oluna vesselam” diyerek sözünü bağlar.
BU FASIL MANAVKAT KENARLARIN BEYAN İDER
Piri Reis, Alanya’dan günbatısı karayel rotasında seyirle Manavgat’a gelir ve “Mezkur Manavkat Şehri, deniz kenarından üç mil mikdar karada bir ovada yatur bir şehirdür” diye girer söze. Şehrin önünde harap bir kalesi olduğunu, kalenin gün doğusu tarafında, “denize koyulur” (denize dökülür) dediği bir akarsu bulunduğunu yazar. Bu akarsu, şelalesiyle ünlü, Antik Çağ’da Melas diye bilinen Manavgat Çayı’dır. Reis orada Yalı Gölü dedikleri, büyük bir göl olduğunu, bu gölün bir ucunun, denize yakın yerde Manavgat Çayı’na karıştığını anlatır. Reis’in sözünü ettiği Yalı Gölü, yüzeyi hemen her zaman rüzgârla titreştiği için bugün Titreyen Göl olarak bilinir. Manavgat’ın bir kolu üzerindedir ve kıyıya çok yakın olduğu için deniz suyu da karışmıştır. O nedenle de flora ve fauna açısından zengin bir göldür. Şimdilerde Manavgat Çayı üzerinde Oymapınar Barajı ve Manavgat Barajı vardır.
Piri Reis, Yalı Gölü’nün şuluk-keşişleme yönünde Karpuz Suyu adını taşıyan bir akarsuyun daha bulunduğuna işaret eder. Bu akarsu Çengerler ve Ahmetler derelerinin birleşmesiyle oluşmuştur ve Ahmetler Kanyonu’nun içinden akarak, Manavgat’ın doğusunda denize dökülür. Reis bu ırmağın keşişleme yönündeki burunun, Alanya’dan önceki Kara Burun olduğuna işaret eder. Bu burun ile Karpuz Suyu arasında, orta yerde, Çatal Adası dedikleri küçük bir ada olduğunu yazar. “Ol adacukla kenar arasından gemi geçmez. Sığdur” der. Karpuz Suyu le Kara Burun arasında bir de Alara Çayı ve çayın yukarı kısmında Alara Kalesi vardır ama Reis onlardan söz etmez. Kara Burun ile onun günbatısı-karayel yönündeki diğer burun arasında, Kybira Minor (Küçük Kybira) antik limanı vardır. Reis onu da yazmaz. Herhalde o bu kıyıların haritasını çıkarırken bu liman kalıntı halinde olsa gerek. Çatal Adası bu antik limanın günbatısı-karayel burnu önüne düşer. Karganın sırttan görüntüsüne benzeyen, küçük bir adadır.
KÖPRÜ ÇAY VE AKSU ÇAYI
“Manavgat Çayı’nın günbatısı-karayel tarafında, otuz mil uzaklıkta, Eski Antalya vardır” diye anlatmayı sürdürür Reis. “Burası harap bir kaledir. Antalya ile bu harap kale arasında iki büyük akarsu vardır” dedikten sonra, “Ol sularun birine Köprü Suyu dirler. Ve birine Aksu dirler. Mezkûr Aksu Eğirdir tarafından çıkub gelüp denize koyulur. Aksu ile Andalliye arasında, At Atladı dirler yüce yarlar var. Hem akarsulardur. Tâ Andaliyye’ye varınca, vesselam” diye bitirir Manavgat kıyılarını anlatmayı. Piri Reis’in At Atladı dediği coğrafya yapısı, akarsuların oyduğu derin yarıklardır (kanyon-Umar). Eğirdir, Isparta göller bölgesindeki Eğirdir Gölü’dür. Ancak Aksu, Eğirdir’in fazla suyunun aktarıldığı Kovada Gölü’nden çıkar. Reis de zaten Aksu için Eğirdir’den çıkar demez, Eğirdir tarafından gelir der. Side Antik Kenti, Manavgat ilçesi sınırlarının içindedir. İçerde tiyatrosu kıyıda, Apollon Tapınağı’nın önünde, küçük eski limanı vardır.
GEMİ BARINDIRMAYAN KIYILAR
Piri Reis, 30 mil uzunluğundaki Manavgat kıyılarında sadece Kara Burun’un ve Kybira antik limanının poyrazındaki, lodosa ve bir ölçüde keşişlemeye karşı göreceli olarak korunaklı bir girintide, tek bir gemi çizmiştir. Bu da Reis’in, gemilerin barınmasına olanak tanımayan bu kıyılara neden çok zaman ayırmadığının bir başka kanıtıdır. Buralarda denize girmek veya geçmişte benim sık sık yaptığım gibi Manavgat Çayı’nda ya da adını, üzerindeki Roma köprüsünden alan, Aspendos tiyatrosu ile ünlü, Antik Çağ’da Eurymedon olarak blinen Köprü Çay’da alabalık avlamak için dolaşmayan Piri Reis’in bu kıyılara bu kadar bile yer vermiş olmasına şükretmek gerek. Artık Manavgat’tan vira demir. Rotamız, Andaliyye-Antalya.
BU FASIL ANDALLİYE KENARLARIN BEYAN İDER
“Mezkûr Andalliye’nün denizden varurken nişanı budur kim anun doğusu tarafında dağlar vardur. Ol dağlar gelür, gün batısı tarafında dükenür.”
Anlatımın şirinliğine bakar mısınız? Koca dağlar İskenderun’un doğusunda Nurhak Dağı’ndan buraya kadar gelip, Antalya’nın batısına geçince “tükenir”miş! Piri Reis Kitab-ı Bahriye’de limanları, adaları anlatırken, sanki canlı bir varlıktan söz ediyormuş gibi öyle sıcacık ifadeler kullanır ki, kitabı içinize sokasınız gelir. Örneğin Sömbeki Adası’nın gündoğusu-keşişlemesindeki, fırtınada hayatlarını kurtaran adaları hayır dua ile yâd ederken, Limni Adası’nın yıldızındaki, kıyıya yakın küçük, sivri ada için, “Bu adanın kimseye yararı yoktur!” der. Oradan geçerken baktım. Gerçekten de kimseye yararı dokunacak bir adacık değildi. Neyse biz bir anda kendimizi bulduğumuz, Boğazönü Adaları’ndan Antalya kıyılarına dönüp, Piri Reis’in baştardasını gözden kaybetmeyelim.
YABAN KEÇİLERİ, ANADOLU PARSI VE KARAKULAK
“Bu dağların tükendiği yerde, yumru bir dağ vardır. Bu dağın günbatısı tarafları alçaktır. (Gemiler) o alçak yere doğru gelip yaklaşınca, Antalya Kalesi’nin surları, burcu görülür” diye devam eder Reis. Piri Reis’in yumru dağ dediği, Olympos-Bey Dağları’dır ki Antalya’nın yıldız ve karayeline düşer. Yaban keçilerinin, Anadolu Parsı’nın, Karakulak’ın vatanıdır. O dağlarda az dolanmadığım için bilirim ama bunlar Piri Reis’in ilgisini çekmez. Koca Kitab-ı Bahriye’de Anadolu Parsı’ndan sadece, Kördil dediği, Bodrum, Yalıkavak yarımadasını anlatırken söz etmiştir. O da insanların pars korkusundan, geceleri köyden köye gidemediklerini söylemek için.
Reis, Antalya Kalesi’nin önünde bir limanı olduğunu, bu limanın küçük olduğunu, limana giren gemilerin, baştan ve kıçtan sağlam bağlanıp, yattıklarını anlatır. Yüksek falezlerin önündeki Antalya limanı gerçekten bugün bile küçük ama şirin mi şirin, kişilikli bir limandır. Piri Reis limanın iki tarafında kuleler olduğunu, bu kulelerin arasına zincir çekildiğini, yabancı gemilerin giremediğini de not eder. Piri Reis Antalya’da da fazla eğlenmez. Seyre ve anlatmaya devam eder. Biz de peşinden. Ancak yelkenleri fora etmeden, Anadolu’nun en eski halkı Luvi’lerin, Büyük İskender’e bile teslim olmayan ünlü Termessos Antik Kenti’nin Antalya-Korkuteli yolu üzerinde olduğunu yazalım da atalarımızın ruhu şad olsun.
YİNE GELİDONYA (ŞİLDEN) BURNU
Reis, “Ve ba’dehu mezkûr limandan Güğercin Adası oniki mildür. Ve Şilden Burnu, kıblenin karta lodos (kıble kerte/çeyrek lodos) üzerine altmış mildür” dedikten sonra, “Ama bu Şilden Burnu’nla Andalliye arasunda bazı limanlar vardur. Her birin Şilden Burnu faslında beyan idelüm“ diyerek, Antalya ile Şilden (Gelidonya) Burnu arasında bazı limanlar olduğunu, bunları Gelidonya Burnu faslında anlatacağını söyler: “Ve illa bu mahalde evvel Kıbrız Adası’n şerh idelüm kim, geri kalmıya (Ancak hazır burada iken, önce Kıbrıs Adası’nı anlatalım ki eksik kalmasın)” dedikten sonra, “Şöyle ma’lum oluna vesselam” diyerek sözünü bağlar. Reis’in Güğercin Adası dediği küçük ada, Antalya-Kemer arasındaki Sıçan Adası’dır.
Bu yazıya başlarken Reis’in Akdeniz’de ters yönde seyir yaptığını, bunun da benim aklımı karıştırdığını ancak yine de bir yararını gördüğümü söylemiştim. İşte Reis’in bu yön değiştirmesi sayesinde, Şilden Burnu faslını Reis’ten önce anlatmış oldum.* Böylece nazari de olsa ilk kez Piri Reis’in önüne! geçmiş olmanın keyfini yaşadım vesselam.☸

