Mystic Seaport’tan Kasımpaşa-Haliç’e Denizcilik Kültürünü Korumak

 

Mystic Seaport 1929 yılında müze olduğunda ardında 130 yıllık denizci bir mirasa sahipti. Ama bugün bu küçük kasabanın kurduğu müze kompleksi dünya çapında bir şöhrete sahip.

Mart ayı başında ABD’nin Connecticut Eyaleti’nin Atlantik sahilinde yer alan ve ABD denizcilik tarihinde önemli yeri olan Mystic Seaport’a turistik bir ziyarette bulundum. 18. ve 19. yüzyılda balina avcılığı ve balıkçılık endüstrisinin lojistik merkezlerinden birisi olan bu bölge 20. yüzyıl başına kadar gemi inşa, bakım ve onarım üssü olarak öne çıkmış. Sanayi Devrimi bir dönemi kapatınca 1929 yılında birkaç denizci ailenin bağışları sonucu liman kompleksi müzeye dönüşmüş. Mystic Nehri Haliç’inde yer alan Mystic Seaport, bugün dünya üzerinde en iyi korunan deniz kültür hazinelerinden birine sahip. Kabaca 8 hektarlık arazi içinde eski tersane, doklar, balina avcılığı, balıkçılık, gemi malzemeleri üretimi ve satışı ile ilgili her türlü atölye ve dükkânı ve ayrıca armatörden kaptana, gemiciden balina avcısına kadar değişik denizcinin evlerini koruyabilmişler. Bu koruma sadece statik müzecilikle yapılmıyor. Atölyelerde ve tersanede halen Mayflower II gemisinin renovasyonu devam ediyor. Doklarında başta tarihin son yelkenli balina gemisi Charles Morgan (1841) ile 19 yüzyıl sonlarına ait Joseph Conrad (1882) balina gemisi yer alıyor. Onların dışında ünlü Bluenose uskunasının benzeri L.A.Dunton (1921) ve efsanevi Amerikalı yat dizayneri Nathanael Herreshoff’a (1848-1938) ait birbirinden güzel değişik yelkenli tekneler Mystic Seaport’ta yerini alıyor. Doklar ve sergi alanlarındaki yelkenli tekne sayısı 500 civarında. Müze kompleksi içinde ayrıca dünyanın en büyük balina avcılığı kütüphanesi ve dokümantasyon merkezi de bulunuyor. Tersane ve atölyeler bir yandan müze işlevini yürütürken, diğer yandan da gerek teknelerin gerekse tarihi binaların acil ve planlı bakımlarını yapıyorlar. Bir bakıma kendi kendine yeterli yaşayan bir müze kompleksinden bahsedilebilir.

HALİÇ TERSANELER BÖLGESİ

Mystic Seaport 1929 yılında müze olduğunda ardında 130 yıllık denizci bir mirasa sahipti. Ama bugün bu küçük kasabanın kurduğu müze kompleksi dünya çapında bir şöhrete sahip. Mystic Seaport’tan Haliç’e Tersaneler Bölgesi’ne gelelim. Haliç bölgesi 1453 yılından 1928 yılına, yani İzmit Körfezi’nde Gölcük tersane ve deniz üssünün kurulmasına kadar, kabaca 500 yıl, Karadeniz, Ege ve Akdeniz’deki Türk deniz gücünün kalbi oldu. 500 yıl boyunca Bahriye ve Kasımpaşa iç içe geçti. Türk Donanması denizlere Kasımpaşa, Sarayburnu ve Karaköy’de biriken halkı selamlayarak çıktı. 1890 yılında Ertuğrul firkateyni Japonya’da battığında 527 deniz şehidinin aileleri bu kıyılarda ağıt yaktı. Kasımpaşa bölgesini ve özellikle Azapkapı’dan Hasköy’e kadar uzanan Haliç kuzey kıyılarını ve mahallelerini dolaşanlar bilir. Burada çoğunluk sokak isimleri, ya gemicilik terimi ya da ünlü Türk denizcilerinin ismini taşır. Benzer şekilde bölgedeki camiler, çeşmeler ve anıtlarda deniz kültüründen izler görürsünüz. Çoğunun bir kenarında geleneksel bahriye çıpası vardır. Bölgenin denizcilik tarihi Fatih Sultan Mehmet ile başladı. 11 Aralık 1455’te, İstanbul Kuşatması’nda Tophane’den çektiği kadırgaları indirdiği, Haliç’te ilk tersaneyi o kurdurdu (11 Aralık halen Türk Tersaneciler Günü olarak kutlanır).

Tersane bugünkü sınırlarına Yavuz Sultan Selim döneminde genişledi. Piri Reis’in de katkıları ile Haliç Tersanesi, Camialtı, Taşkızak ve Hasköy kıyılarını kapsayacak şekilde Kâğıthane’ye kadar uzatıldı. Kanuni Sultan Süleyman döneminde de bu kıyı şeridinde bulunan Tersane-i Amire’ye yeni yetenekler kazandırıldı. Tersaneler Bölgesi, yıllar içinde sadece gemi inşa ve onarımla değil, bahar ve yaz aylarında faal hale geçen kadırga ve 17’nci yüzyıl sonrası kalyon tipi savaş gemileri personelinin yaşadığı bir denizcilik semtine dönüştü.

564 YILLIK DENİZCİLİK MİRASI

İlk kalyon, Tersane-i Amire’de 1648 yılında inşa edildi. Özellikle 1770 Çeşme baskını sonrası kan kaybeden bahriyenin toparlanmasına büyük katkı sağlayan Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın, kış mevsiminde dağıtılan donanmanın, kalyoncu personelinin sürekli kalabileceği büyük kalyoncu kışlasını yaptırması ile Osmanlı Donanması ilk kez yaz kış harekât yeteneğine kavuştu. 1773 yılından itibaren bugünkü Deniz Harp Okulu ve Teknik Üniversite’nin temelini teşkil eden Mühendishane-i Bahri Hümayun’un da Kasımpaşa’da kurulması ile burası tamamen denizcilerin yaşadığı, her tarafı deniz ve deniz kültürü kokan bir hayat alanına dönüştü. Sultan III. Selim döneminde de Tersane’de ilk taş (kuru) havuz 1799 yılında inşa edildi. Sultan II. Mahmut zamanında da ikinci taş havuz 1825 yılında, ilk ahşap stimli gemi de 1837 yılında tamamlandı. Böylece Osmanlı’nın Sanayi Devrimi’ni kıyısından köşesinden yakaladığı coğrafi alanın Kasımpaşa bölgesi olduğunu da söyleyebiliriz. Sultan Abdülaziz, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sanayi Devrimi sonrası görebileceği en büyük stimli ve zırhlı donanmayı yaratmaya çalıştı. Bunu çoğunluk gemileri yurt dışından ithal ederek sağladıysa da, döneminde özellikle bakım onarım ve ahşap yelkenli savaş gemilerin, stimli ve zırhlı gemilere dönüştürülmesi faaliyetlerinde tersane büyük rol oynadı ve çok gelişti. Aynı yıllarda 1799 yılında yapılan ilk taş havuz da büyütüldü. Tersane kendi ürünü ilk çelik ve stimli gemiyi 1874 yılında tamamladı. Sonraki dönemde II. Abdülhamit donanmayı küçültmeyi ve hatta yok etmeyi tercih ettiğinden, ne tersane gelişti ne de yeni gemi inşa edildi. Bu arada, 1886 yılında sadece iki adet Nordenfelt sınıfı denizaltı, Taşkızak Tersanesi’nde monte edildi. Tersane-i Amire, 1913 yılında İttihat ve Terakki döneminde üç ayrı idareye bölündü. Hasköy, Şirket-i Hayriye’ye (Şehir Hatları); Taşkızak (Valide Kızağı), Donanma’ya ve diğerleri de İnşaat-ı Bahriye-i Osmaniye firmasına devredildi. Haliç kıyılarında 11 Aralık 1454’den bu yana Türk çekiçleri gemi yapıyor. 564 yıl denizcileşme gayreti içinde olan bir devlet için ne büyük bir mirastır bu. Gerek sahip olduğu tarihi binalar ve tersane havuzları, gerekse Osmanlı ve Türk sanayi tarihi için taşıdığı değer ile Hasköy-Azapkapı arasındaki Haliç, Camialtı, Taşkızak Tersane bölgelerini kapsayan alanın Endüstriyel Arkeoloji mirası olduğu bir gerçektir. Bölgede 564 yıllık yaşanmış ve yaşanmakta olan denizcilik mirası bu değeri daha da artırmaktadır.

Günümüzde dünya çapında UNESCO’nun Endüstriyel Arkeoloji mirası statüsünde olan 28 alan mevcuttur. Bu alanlar arasında Haliç Tersaneler Bölgesi’ne en yakın olanlar, Venedik Tersanesi ile Liverpool Deniz Ticaret Şehri sayılabilir. Haliç Tersaneler Bölgesi 2014 yılından itibaren ranta açıldı. Rezidanslar, beş yıldızlı oteller, ofis binaları ve marinalar ile donatılması planlanan tersaneler bölgesi ne bölge halkının ne de İstanbul halkının çoğulcu demokrasilerin olmazsa olmaz şartı katılımcılık prensibi içinde, görüş ve önerilerine, bir anket, bir kamuoyu yoklaması ve plebisitle başvurulmadan ranta açıldı. Bölgenin 564 yıllık tersanecilik ve denizcilik geçmişi yok sayılabildi. İstanbul’da donanmaya yönelik bir deniz müzesi varken, denizciliğimize yönelik devletin tek bir müzesi yok. Haliçport ismi ile anılan projeye bakınca, bölgede Taşkızak Tersane yakınında 2500 kişilik 1706 yapımı Çorlulu Ali Paşa cami varken, 1000 kişilik yeni bir cami projesi düşünülmüş. Ama 500 yıllık Osmanlı deniz mirasının kalbine denizcilik müzesi ya da tersane müzesi düşünülmemiş. Haliç Tersaneler alanı derhal UNESCO koruması altına alınmalı ve geçmişte yaşanan deniz kültür mirası kayıplarının yaşanması tekrar ettirilmemelidir. Tarihi taş havuzların  bazılarına tarihimize mal olmuş ünlü gemilerin (Mahmudiye, Bandırma) replikaları yerleştirilmeli. Bazıları amfiteatr olarak kullanılmalıdır. Halen bir kısmı faal olan Azapkapı yakınındaki Haliç Tersanesi sembolik birim olarak açık tutulmalı ve 30-40 kişilik bir kadro ile geleneksel Türk ahşap tekne imalatı dinamik müze statüsünde devam ettirilmelidir. Böylece 561 yıldır duyulan, dokların çekiç sesi sonsuza kadar devam ettirilmelidir. Alanda eski ve tarihi değeri olmayan eski binalar yıkılarak, yerine Osmanlı dönemi 19’uncu yüzyıl tersane binaları dış cephesi örnek alınarak yeni binalar yapılmalı ve içlerine denizcilik, etnografya, teknoloji, sanat, kültür ve tarih müzeleri ve akvaryum yapılmalıdır. Bir hatırlatma yapayım. 1,4 milyon nüfusu olan Japonya’nın imparatorluk başkenti Kyoto’da 203 müze vardır. Osmanlı’nın imparatorluk başkenti olan 12 milyonluk İstanbul’da ise 33.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.