Kara Göründüüü!

“Kıyı görüşünü kaybedecek cesaretin yoksa okyanusu geçemezsin!”

Yukardaki özdeyiş hayatın her alanında yeni dünyalar keşfetmek ve başarı kazanmak için risk almanın şart olduğunu, yoksa yerinde sayacağını anlatsa da aslında benim gibi gerçekten okyanusu geçen anormaller için de biçilmiş kaftandır. Anormal miyiz? Yok, ama okyanusu geçmek için yeterli cesarete sahip olduğumuz kesin. Zaten deyiş de bunu anlatıyor. Yoksa bu yazıyı size bir Karayip palmiyesinin altından değil, Mecidiyeköy’deki şirketten yazıyor olurdum her ne iş yapıyorsam artık.

Evet, Karayipler’deyim. Avrupa’dan çıkıp Karayip adalarından St. Kitts ve Nevis’e vardık. Bu adayı size bir dahaki aya yazacağım. Önce biraz Atlantik’ten söz edelim. Diğer adıyla Atlas Okyanusu. Uçsuz bucaksız bir mavi. İlkokulda size öğrettiklerinin haricinde hiç haritayı elinize alıp baktınız mı bilmiyorum ama şöyle bir Karadeniz’in büyüklüğü ile okyanusun büyüklüğünü göz kararı karşılaştırın derim. Uçsuz bucaksız kelimesinin anlamı bu işte!

Bu benim üçüncü Atlantik geçişimdi. Tekne ve gemilerin izlediği rotalar aynı olmasına rağmen bir tane bile gemiye ya da başka tekneye rastlamadım şimdiye dek.

Kışın ortasında 50 knot havayla Akdeniz’i aştıktan sonra (hiç sormayın iğrenç bir şeydir o sallantıda uyumak ya da yemek yapmak. Elini attığın her şey karşı duvara saplanır, yürürken dahi zorlanırsın. Altımızdaki tekne 60 metre olmasa herhalde şu an bir arama kurtarma macerası anlatıyor olurdum) ilk durağımız her zaman Cebelitarık’tır. İngiliz hâkimiyetinde olduğu için bir küçük, küçücük İngiltere’de dolaşıyorum hissi verir insana. Biz şefler için Karayipler’de bulamayacağımız ne kadar Avrupa, özellikle İngiliz ürünü varsa tekneye yüklememiz için son şansımızdır. Ben severim Cebelitarık’ı. Ocean Village adlı bir küçük restoranlar cenneti ve devamlı oranıza buranıza atlayıp hırsızlık yapan maymunları ile meşhurdur Cebelitarık bizim için (evet, gerçek maymun).

Sonraki durağımız ise Kanarya Adaları’dır. Bu yıl da Tenerife’de sadece birkaç saat durup yakıt aldıktan sonra yola çıktık. Sonrası kolay. Esas Atlantik geçişi. Havanın artık günden güne iyice ısındığı, denizin hırçınlaşmadığı, güverteye çıkıp biraz güneşlenebildiğimiz, teknenin önünde kocaman dalgalarla sallanırken gün batımını izleyebildiğimiz, kesintisiz bir 11-12 gün. Biz nasılsa biraz daha da hızlıydık ve Tenerife’den ayrıldıktan tam dokuz gün sonra “Kara göründüüüüü” diye bağırma şansına sahip oldum. En keyiflisi de, her okyanus geçişinde yaptığımız gibi, okyanusun tam ortasına denk geldiğimiz gün gerçekleştirdiğimiz -bu seferki korsan temalı bir parti ile birlikte- hem biraz rahatlayıp hem de bütün ekip olarak imzaladığımız kâğıdı bir şişeye koyup ağzını iyice mumlayarak sulara fırlatmamızdı! Kim bilir belki 100 yıl sonra birileri şişeyi bularak bu okyanustan geçip gittiğimizin hatırlanmasına vesile olur.

Nisanda içinizi ısıtacak Karayip sahneleri ile sayfalarınızda olacağım…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.