Yaklaşık 12 yıl önceydi onun fotoğraflarından birine rastladığımda. Büyülenmiştim. Yıllar içinde hangi fotoğrafa “wow” desem, onun fotoğrafı olduğu ortaya çıktı. Hatta gelecek ay gerçekleşecek 31. İstanbul Caz Festivali’nin afiş fotoğrafında da onun imzası var. İşte sizleri denizleri yakalayan ve sahneleyen, dünyaca ünlü bir fotoğraf sanatçısı ile tanıştırıyorum: Kurt Arrigo.
Röportaj: Deniz Kurt, Fotoğraflar: Kurt Arrigo
Akdeniz’in kalbindeki küçük ada ülkesi Malta’da doğduğundan mıdır bilinmez, dünyaya açılalı çok uzun yıllar olmuş. İkonik fotoğrafları ödüller kazanmış, belgeselden yat yarışlarına birçok projenin görsellerini yaratmış ve insanların gözünde dünyanın en seçkin yatçılık, okyanus ve spor fotoğraf sanatçılarından biri ünvanını almış olmasına rağmen, mütevazılığı nedeniyle sadece işine, doğaya, hayata ve hayatın getirdiği güzelliklere odaklanan bir karakter Kurt Arrigo.
“SUYUN KENARINDA BÜYÜDÜM”
Kendini bir başkasının gözüyle tanımlayabilsen, nasıl biri olduğunu anlatırdın?
Bana göre hayattan, özellikle doğadan zevk alan ve kendini görsel yaratımlarla ifade eden biri. Yaşam stilimi, yapmaktan zevk aldığım şeyle harmanlayabilmiş ve yaşadığı hayattan iyi beslenerek, seyahat ederek, yeni insanlarla tanışarak ve anları yakalayarak minnettarlık duyan biriyim. Aynı zamanda bir babayım, gururlu bir baba olarak böyle bir sorumluluğa da sahibim.
Denizle olan ilişkin nasıl başladı?
Malta’da yaşıyorum. Kelimenin tam anlamıyla suyun kenarında büyüdüm. Denizin hayatımın mıknatısı olduğunu daha çocukluğumda hissetmiştim. Babam tüplü dalış ve zıpkınla balık avcılığı ile ilgileniyordu. Sualtı dünyasıyla bağlantım 10-11 yaşlarımda babamla dalışa giderek başladı. 11-12 yaşlarında rüzgâr sörfüne başladım. Sualtından yelkene, oradan sörfe ve teknelere kadar tüm bu macera unsurları bana kendi başına doğal bir ilerleme kaydettirdi. Büyükbabamın fotoğraf çektiğini ve fotoğraf çekmeye başlamanın harika olacağını düşündüğümü hatırlıyorum. Ama 15 yaşıma gelip ağabeyimin fotoğraf çektiğini görene kadar bunu ciddiye almamıştım. Ağabeyim benim için önemli bir figürdü. O yapıyorsa ben neden yapmayayım diye düşündüm ve kendime bir fotoğraf makinası satın aldım. İlk makinam Pentax’tı. Fotoğraf çekmeye, karanlık odada film yıkama ve yaratıcı olma sanatını öğrenmeye başladım.
Fotoğrafçılık işine nasıl girdin?
Fotoğrafçı olmak için yola çıkmamıştım, gerçekten ilgimi çektiğini hissettiğim bir şeydi. Bana bir çeşit yaşama ve yaratma amacı verdi. National Geographic, Oceanographic gibi çeşitli dergiler satın alıyor, farklı deniz ve yelkenli fotoğrafları görüyordum. Bir sonraki kameramı satın almak, bir sonraki filmi banyo etmek için çalışıyor, para biriktiriyordum ve aldığım zevke gerçekten doyamıyordum.
İLK YARIŞ ÇEKİMLERİ
AMERICA’S CUP’TAN
Peki fotoğrafçılığı denizle nasıl birleştirdin?
America’s Cup’ta yer alacak bir arkadaşım “Neden yarışta çekim yapmıyorsun?” dedi. 21 yaşındaydım. Akreditasyonumu aldım ve San Diego’ya gittim. America’s Cup belgelediğim ilk büyük yelken yarışımdı ve bu deneyim bana yat yarışları çekmeye devam etmem ve yurt dışındaki diğer yarışları yakalamam konusunda ilham verdi. O günlerde işler biraz farklı yürüyordu. Fotoğraf çekiyor, çoğaltıyor, portfolyo oluşturuyor, yayıncılara gönderiyor ve belki ancak altı hafta sonra cevap alıyordunuz. Fotoğrafınızın bir dergide kapak seçilmesi o fotoğrafın tanınması anlamına geliyordu ve yayınlamak isteyen insanlardan istek aldıkça motive oldum. Fotoğraflarımı görenler “Senin fotoğraflarında özel bir şeyler var. Lütfen pes etme” dedikçe bu ilhamla devam ettim.
Tüm yaşamını Malta’da geçirmiş biri olarak Malta’nın sendeki yerinden bahseder misin?
Akdeniz’in merkezinde doğmuş olmanın getirisi olarak Akdeniz benim oyun alanımdı diyebiliriz. Tekneler, sualtı yaşamı gibi tüm araçlar deniz fotoğrafçılığımın ve kariyerimin gelişmesine yardımcı oldu. Ayrıca köklü tarihi, mimarinin yanı sıra sualtı arkeolojisi, yat yarışları ve süperyatlar da birer etken. Ama aynı zamanda “küçük ada sendromu” da yaratıyor. Küçük bir adada olduğunuzu ve asla başaramayacağınızı sanıyorsunuz. Bu yüzden yaptığınızın işin doğru olduğuna inanmalı, başarmak için çabalamalısınız.
Dalış yapmanın, spor yaparak formda kalmanın deniz tutkusundan sonra okyanus fotoğrafçılığında bir faktör olduğunu düşünüyor musun?
Geçmişte bir gereklilik olduğunu düşünmemiştim ama artık benim yaşıma gelindiğinde (54 yaşında), fiziksel durumunuzun işinizi yürütme şeklinize yardımcı olduğunu fark ettim. Birçok iş gün doğumundan önce uyanmayı gerektiriyor. İyi beslenmek, aktif olmak, güçlü olmak gerekiyor. Ayrıca bir sürü ekipman taşıyorsun.
Özellikle sualtında…
Sualtı da. Dalış yaparken çok fazla ekipmanınız vardır. Hava sıcak olabilir, dehidrasyonu önlemek için sıvı almanız gerektiğinin farkında olmalısınız. Vücudunuzla temas halinde olmak size yardımcı olur ve kendinize zarar verme olasılığını azaltır.
“FOTOĞRAFLARIM TAM DA OLDUKLARI GİBİ GERÇEKTİR”
Okyanus fotoğrafçılığında seni en çok heyecanlandıran deneyimleri sorsam…
Kızıldeniz’e ilk kez dalmak dönüm noktası bir deneyimdi. Norveç ve Kuzey Denizi de inanılmaz destinasyonlardı. Kambur balinalarla yüzmek, kutup koşullarında katil balinaları ya da çekiç kafalı köpekbalıklarını Galapagos’ta fotoğraflamak gibi deneyimlerin hepsi benim için farklı dönüm noktaları yarattı. Norveç biraz da peri masalı gibiydi. Soğukla çevrili olmak sizi doğa karşısında alçakgönüllü kılar. Yalnızca bir saat günışığının olduğu bir yerde 3 derece suda çekim yapmak inanılmaz bir deneyimdi. Dünyanın farklı yerlerine gittiğimde her zaman dönüşte yanımda getireceğim bir şeyler olmasını umuyorum. Bir fotoğrafın o yerin tüm hikâyesini anlatmasını diliyorum ve bunu yakalamaya çalışıyorum. Her zaman o fotoğrafı bulacak kadar da şanslı olduğumu hissediyorum.
Analog filmden dijitale geçişi sürecini nasıl yaşadın?
Sanırım 2002 yılı civarıydı. Analog film biraz romantik unsurlar içerir çünkü ne elde edeceğini asla bilemezsin. Filmi banyo edersin ve sonucunu sonra görürsün. Dijital, ilk başlarda uydurmaymış gibi hissettiren bir şeydi. Açıkçası kalite de o kadar iyi değildi. Başlangıçta dijital fikrine karşı çıktım. Ancak çağın hızı ve talep neticesinde uyum sağlamak zorunda kaldım ve ilk dijital fotoğraf makinemi alarak, yavaşça içine girmeye başladım. Ama güzel olan ve bugüne kadar da tutunduğum şey, fotoğraf çekerken hâlâ eski tarz zihniyete sahip olmam. Bir fotoğrafı daha çekme aşamasındayken göründüğü gibi çekmeyi seviyorum. Sonradan dijital olarak düzenlenecektir gözüyle bakmıyorum. Bu yüzden fotoğraflarımı manipüle etmeyi, değiştirmeyi sevmem. Hepsi tam da oldukları gibi gerçektir.
Sence genç fotoğrafçılar neye odaklanmalı?
Dürüst olmam gerekirse doğru ya da yanlış diye bir şey olduğunu düşünmüyorum. Fotoğrafçılık evrim geçiren bir şeydir. Tıpkı ilk fotoğraf makinası icat edildiğinde, resim yapan bir sanatçının “Aa fotoğraf çekmek ne kadar kolaymış” diye düşünmüş olması gibi. Sonra kameralar devreye girdi. Hepsinin içinde, her yönüyle sanat var. Artık yapay zekâya geçiyoruz. Ne gördüğümüzü dahi bilmediğiniz pek çok yapay zekâ görseli var. Bu da görsel dijital sanatın başka bir biçimi haline gelecek.
Dünyada kaç tane başarılı okyanus ya da yarış fotoğrafçısı var?
Çok fazla olduğunu sanmıyorum. Bir okyanus fotoğrafçısı olarak deniz ortamı ve doğa ana benim işimde önemli bir rol oynar. Ben yat fotoğrafçılığını, sualtı ve spor fotoğrafçılığı ile birleştiriyor, biraz da lüks ekliyorum. Ancak kimin başarılı olup olmadığını söylemek zor. Hele ki sualtında çekim yapmak, memeli hayvanları görüntülemek, helikopterden yarış çekimleri yapmak, aynı anda drone uçurmak gibi unsurlar bu mesleğin tanımı ve bunları bir araya getirip fotoğrafçılıkla birleştiren az sayıda başarılı fotoğrafçı var.
Marin fotoğrafçılığına yeterince değer veriliyor mu? İşin daha çok tanınıp para kazandırması için neler yapılmalı?
Ben değer verildiğine eminim. Ama ilk yaklaşımın parayı bir kenara koymak olduğunu söylemeliyim. Gördüğüm şey çoğu insanın bu işe para için girdiği. Benim yaklaşımım biraz farklı. Eğer yaptığın işi aşkla, bunu neden yaptığın ve sanatsal bir yaklaşım yaratmaya çalıştığın gerçeği ile birleştirebilirsen, o zaman bu sana önüne geçilemez bir başarı sağlar ve ben de başarılı fotoğrafçıların tamamında bunu görüyorum.
“SINIRLARI ZORLAMAZSANIZ, O KAREYİ YAKALAYAMAYABİLİRSİNİZ”
Çalışırken hayatını riske attığın anlar oldu mu?
Her zaman bir risk unsuru var. Sadece o riskin hesaplanabilen bir risk olmasını umarım. Özellikle okyanustaki vahşi hayvanlarla çekim yaparken ne olacağını asla bilemezsin. Sadece suda olup bitenlerin enerjisini hissetmeye çalışırsın. Aynısı sert bir havada helikopterde çekim yaparken de geçerlidir. Sonuçta helikopteri ben uçurmuyorum, pilot uçuruyor. Yapmanız gereken pilotu, yeterli tecrübesi olup olmadığını kontrol etmek, dalış için doğru dive-body’i, yarış botu kullanan kişi ya da sizi dalış için okyanusun ortasına bırakan doğru kişiyi seçmek. Yıllar geçtikçe doğru soruları sorar, risklerin işaretlerini görürsünüz. Ancak bu sınırları zorlamazsanız, o kareyi yakalayamayabilirsiniz.
Yarış fotoğraflarını çekerken en iyi yol helikopter uçurmak mı?
Yarış resimlerinin türüne bağlı ama evet. Artık drone da devreye girdi ama aşırı sert hava koşullarında veya uzun mesafeli okyanus yarışlarında çekim yapıyorsanız, helikopter en iyi yoldur.
Fotoğrafçılıkta en önemli şeyin ışık ve zamanlama olduğunu düşünüyor musun?
Benim fotoğraf tarzım için kesinlikle öyle. Ancak hazırlığın da temel bileşenlerden biri olduğunu söylemekle başlayacağım. Doğru zamanda ve anda olmak için kendini zihnen o çekime hazırlamak ve planlama yapmak gerekir. Çünkü benim fotoğrafçılığımın büyük bir kısmı dış mekân, doğa, deniz, güneş, ışık gibi unsurların bir araya gelmesi ve ardından fotoğraflanacak anın yakalanmasından oluşur.
Peki ya kullanılan ekipmanlar, iyi kameralar, lensler?
Bazen bizim gözümüzün göremediğini kamera lensi görür. Anı yakalayabilmek için iyi ekipmanlar kullanmanız gerekir. Dünyada fotoğrafçılık için çok iyi ekipmanlar, inanılmaz lensler var. Ekipmanlar kaliteyi yakalamana yardımcı olur ancak iyi bir fotoğraf yakalamak için kendini bir durumun içine atmak, anı yakalamak için hazırlanmak bambaşka bir hikâyedir.
Sabır ve şans lazım sanırım…
Sabır ve şans da gerekli diğer unsurlardır. Ancak insan kendi şansını kendi yaratır. Ruhunu, kalbini, bedenini ve zihnini işin içine koymalısın. Yine de hedefi 12’den vurabileceğin o tek kareyi yakalayabilmen için tüm unsurların bir araya geldiği o ‘mükemmel an’, tıpkı yıldızlarınızın aynı hizada olması gibi, çok şansa ve nadir gerçekleşir.
İSTANBUL CAZ FESTİVALİ’NE SUALTI AFİŞİ
Sualtı fotoğrafçılığı ile su üstü fotoğrafçılığının senin için farkı nedir?
Sualtı farklı bir kamera ekipmanı gerektiriyor. Sualtı fotoğrafçılığı için mutlaka denizde ve su altında rahat olmanız gerekiyor. Deniz yaşamını çekiyorsanız sualtı yaşam alanlarının habitatını bilmelisiniz. Ayrıca ışık farklıdır. Kısacası tamamıyla ayrı iki dünyadır. Buna dair yeni bir kitap projem var. 30 yıllık çalışmalarımı, sualtı ve su üstü iki farklı dünyadaki kişisel yolculuğumu bu kitapla göstermek istiyorum.
Dünya çapında ses getiren birçok ikonik fotoğrafın var. Bir yelkenlinin salmasında yürüyen Keel walk ya da Japon Olimpiyat madalyası sahibi senkronize yüzücü ile sualtında yaptığın çekimler, İsveçli at terbiyecisi sayesinde at ile çektiğin fotoğraflar ya da Tonga’da çektiğin kambur balinalar bunlardan bazıları. Yıllar içinde bazı başyapıtlar elde ettiğini düşünüyor musun?
Öyle düşünmek isterim. Çektiğim fotoğraflardan bazen bir sanatçı olarak bazen de sadece bir birey olarak mutluluk duyuyorum ama her zaman insanın gelişebileceğini de hissediyorum. Bir yat yarışını tek bir fotoğrafla özetleyebilirsin! Eğer bunu başarabilirsen, işte hedefin budur. Hedefi 12’den vurduğun kare budur diye geri bildirimler almak ise her zaman güzeldir.
Türkiye ile de bağlantıların var bildiğim kadarıyla.
Fotoğraflarımdan birinin bu yılki İstanbul Caz Festivali’nin ana afişi olarak kullanılması adına İKSV’den talep aldım. Her zaman kültür, sanat ve müzik ile ilgili konularda bazen ücret talebim bile olmadan görsellerimle yer aldığım olmuştur ve bundan her zaman mutluluk duyarım. Suyun 10-15 metre altından çektiğim yüzücüler fotoğrafım ile çok ilginç bir afiş yarattılar. İstanbul’un neredeyse her duvarında fotoğrafımın yer aldığını öğrendiğimde gurur duydum. Türk insanının ve caz severlerin bu fotoğrafın benim fotoğrafım olduğunu bilip bilmediklerinden emin değilim. Bunun dışında 2016 yılında Bosphorus Cup’ı görüntülemek üzere çağırıldım. İki kıtanın birleştiği yerdeki enerjiyi hissetmek eşsiz deneyimlerden biriydi. Enteresan bir şekilde oldukça yüksek sayıda Türk benim çalışmalarımı takip ediyor ve yaptığım işleri destekliyorlar. Türk süperyat endüstrisinde de çekimler yapmaya devam ediyorum.
Her fotoğraf sanat değildir ama hikÂye anlatır
Her fotoğrafın sanat olduğunu söyleyebilir miyiz?
Hayır. Ama her fotoğraf bir hikâye anlatır. Sanatçı, bakanın gözündedir. Sonuçta süperyatlar için çekilen fotoğraflara sanat diyemeyiz. Süperyatların reklam ve tanıtımı için çektiğim fotoğraflarda yapmaya çalıştığım şey her zaman yatın en iyi tarafını ortaya çıkarmaktır.
30 yıllık kariyerin ardından seni heyecanlandıran projelerde bir değişiklik oldu mu?
Hiçbir zaman çıkıp “Harika bir fotoğrafçı olduğumu kanıtlamak istiyorum” demedim. Sadece yapmayı çok sevdiğim şeyleri yaptım ve dünyaya tezahür ettirmeyi başardım. Her zaman aradığım şey ise yeni bir macera. Belgelenecek başka bir unsur, insanlara doğayı takdir etmelerini sağlayacak ilhamı verecek bir şey yaratmak. Aynı zamanda da çalışmalarımı sergilemek. Antarktika’ya gitmeyi, bir keşif gezisine katılmayı, bu deneyimi belgelemeyi çok isterim. STK’lar fotoğraflarımı bu amaçlar için faydalı buluyor. Yani süreci bu şekilde sürdürmek istiyorum. Tekrar ediyorum ki konu parayla ilgili değil, sadece görsel yaratıcılık sürecine yardımcı olmakla ilgili.
Herkes senin fotoğraflarına sahip olabilir mi?
Evet sınırlı sayıda fine-art baskılar yapıyorum. Tüm fotoğraflarım satışta değil ancak önemli sayıda fotoğrafıma www.kurtarrigo.com ‘dan ulaşılabilir ve satın alınabilir. İlgilenenler adımı taşıyan Instagram hesabımı da takip edebilirler.
Son olarak rekortmen yüzücü Neil Agius ile projelerini de sormak isterim.
Yıllar geçtikçe denizde olağanüstü işler yapan kişilerle bağlantı kurdum ve dost oldum. Neil Agius da onlardan biri. 52 saatte 125,7 km yüzerek dünya rekorunu elde etmiş bir açık deniz yüzücüsü kendisi. Onun aracılığıyla, sahip olduğu yeteneği sergilemenin ve okyanusla olan bağını görsel olarak ifade etmenin yolunu bulmuş oldum. Yeni bir yüzme rekoruna imza atmak üzere bir planlama içinde ve biz de bir belgesel ile Neil’in denizle bağını ve diğer insanlara doğru farkındalık ve zihniyetle nasıl ilham verdiğini göstermeye çalışacağız.☸