Zor zamanların ilacı DENİZİ HAYAL ETMEK

Tutsaklık, insanı gerçek kimliği ile buluşturan bir sınavdır. Bu süreçte denizi hayal etmek ve onunla buluşmak, beden esaret altında olsa bile ruhu özgürleştirir. Hele hayal ettiğiniz deniz Mavi Vatan’ınız ise psikolojiniz daha da güçlenir.

Denizin sonsuzluğu ve sınır tanımazlığı ruhları özgürleştiren etki yaratır. Durmak bilmeyen sonsuz devinimi ve hareketliliği evrensel enerjinin yansıması olarak cansız ve ruhsuz olan su ve rüzgâr ikilisine hayat verir. Fırtınada, sakinlikte, gece veya gündüzde ufuk çizgisi içinde ve ötesinde karşımızda canlı bir varlık vardır artık, onunla konuşursunuz. Deniz en zor ve karamsar zamanlarda dinginlik ve huzura geri dönüşü, en güzel ve mutlu anlarda da az sonra bile olsa fırtına ve karanlığın başlayacağını size öğretir. Sizi hayatın her türden sürprizine alıştırır; kolay veya zor, sade veya karmaşık, tek veya çok seçenekli sonsuz karar alternatifleri ile yaşamayı becermemize en büyük katkıyı sağlar. Risk yönetimini en uç örnekleriyle öğretir. Nihayetinde geminizle su alma, parçalanma, batış ve ölümün sınırında dolaşma evresini aşabileceğimizin sabır, metanet, akıl, bilgi ve kendine güven ile gerçekleşeceğini; güzel ve mutlu günlerde ise ancak ve ancak zor günlere zihnen ve bedenen hazır olmanız gerektiğini, hazcılığın ve hazırlıksızlığın tuzağına düşmemeyi öğretir.

DENİZCİ, DOĞANIN VE İRADESİNİN REHİNİDİR

Denizdeki yaşantı başta doğa ile mücadele, daha sonra dar bir alanda diğer insanlarla birlikte yaşamak, sevdiklerinizden, kişisel konforunuzdan ve önceliklerinizden haftalarca, bazen aylarca ayrı kalmaya katlanmak demektir. Uzun süre karadan ayrı kalabilen denizciler, özgürlüğünden bilerek geçici olarak vazgeçmiştir. Artık o denizci, doğanın ve kendi iradesinin rehinidir. Her an boğulma tehlikesinin olduğu bir ortamda, yüksek güç gerektiren bedensel faaliyetler ve en önemlisi mutlak yalnızlıkla baş başadır. Önce kendisiyle giriştiği mücadeleyi daha sonra doğa ile mücadeleyi kazanmalıdır. Kendi iradesine yenilen denizci hayatta kalamaz, iradesini yenerek özgürleşmelidir. İşte bu nedenle bir şekilde tutsak edilen denizciler, tutsaklık hayatını diğer meslekten gelenlere nazaran çok daha farklı değerlendirebilirler. Bahriyeli için tutsaklık fırtına ve ağır denizlerle mücadelenin bir başka şeklidir. Ancak bu mücadeleyi kazanmak için denizle ruhsal etkileşim ve bütünleşmek gerekir. Kısacası, onu sevmeniz gerekir.

HASDAL VE SİLİVRİ GÜNLERİ

Deniz karşılıksız sevilir. Ben de onu karşılıksız sevdim. Çok şanslı idim. Hem denizci bir ailede hem de deniz kıyısında Boğaziçi’nde hayatla tanıştım. Sekiz yaşında sandalım, 15 yaşında yelkenlim oldu. Yaşıtlarım çelik çomak oynarken, ilkokulda gemi maketleri yapmaya başladım. Daha sonra meslek olarak denizciliği seçtim ve 2012 yılının ağustosuna kadar 40 yıl Cumhuriyet Donanması’nın üniformasını şerefle taşıdım. Kırk yılın sonunda, gücünü yalan ve iftiralardan alan FETÖ kumpası ile iktidar, muhalefet ve parlamentonun sessizliği altında 4 Ağustos 2012 tarihinde Balyoz Davası ile tasfiye edildim ve çok sevdiğim bahriyemden ve savaş gemilerinden ayrılmak zorunda kaldım. 11 Şubat 2011 ile 19 Haziran 2014 arasında, üç buçuk yıl boyunca tutsaklık günlerimi geçirdiğim Hasdal ve Silivri isimli beton gemilerde zorlu bir deniz seyrine katıldığım kabullenmesiyle hapishane günlerimi denizdeymiş gibi geçirdim. Bu beton gemilerin en önemli özellikleri, hiç sallanmamaları ve varış limanının belirsizliğiydi. Değişen tek şey, zaman ve gök cisimlerinin hareketleri oldu. Hasdal ve Silivri’de deniz özlemimi gidermek için üç şeyle uğraştım. Birincisi kitap okumak ve yazmak, ikincisi gemi maketleri ve diyaromalar yapmak, üçüncüsü de görebildiğim tüm gök cisimlerini incelemeye çalışarak göksel, diğer adıyla astronomi seyrindeki kullanımlarına yönelik pratik uygulamalarda bulunmaktı. Hasdal ve Silivri’de 2000 sayfaya yakın kitap yazdım. Bu şekilde 2013 sonrasında Kırmızı Kedi Yayınevi ve Pankuş Yayınları etiketleriyle yedi kitabım okuyucu ile buluştu.

UMUDUN RENGİ MAVİDİR

Tutsaklık, insanı gerçek kimliği ile buluşturan bir sınavdır. Bu süreçte denizi hayal etmek ve onunla buluşmak, beden esaret altında olsa bile ruhu özgürleştirir. Hele hayal ettiğiniz deniz Mavi Vatan’ınız ise psikolojiniz daha da güçlenir. Karadeniz’i hırçın, heyecanlı ve şiddetli dalgaları arasında Kurtuluş Savaşı tarihimizdeki onurlu yeri ile; Atatürk’ün “Gözüm Sakarya’da kulağım İnebolu’da” sözü ile hatırlarsınız. “Sen olmasan olmazdık” dersiniz. Marmara Denizi’ni hayal ederken 13 Kasım 1918 sabahı İstanbul’u işgale gelen 55 parçalık çirkin düşman donanmasını ve Mustafa Kemal’in aynı gün Kartal İstimbotu güvertesinde yaveri Cevad Abbas’a söylediği “Geldikleri gibi giderler” sözü ile hatırlarsınız. Türk Boğazları’nı Lozan’ın ikiz kardeşi Montrö Sözleşmesi ile hatırlar, bu abide sözleşmeye sadakatiniz ile kıvanç duyarsınız. Ege’yi, o birbirinden güzel, sakin, cennet koy ve bükleri ile düşler, donanmasız Osmanlının tek kurşun atmadan bağrımıza saplanmış, Anadolu yarımadasının ayrılmaz parçası ada adacık ve kayalıkları Yunanistan’a terk etmiş olmasının acısı ile kahrolursunuz. Mevcut durumda Ege’nin açık deniz alanlarının ve hakkımız olan kıta sahanlığının bir santimetre karesinden bile vazgeçemeyeceğimizi haykırırsınız. Akdeniz’i ebedi başkomutan Atatürk’ün “Ordular, ilk hedefiniz” buyruğu; 20 Temmuz 1974 günü Girne’de tutulan kıyı başı ve Türkiye’nin 21. yüzyıl jeopolitiğindeki emsalsiz rolü ile hatırlarsınız. Sonunda da “Evet hapisteyim. Ailemle ve sevdiklerimle birlikte acı çekiyorum. Ama Mavi Vatan ve Atatürk için buna değer” dersiniz.

Ünlü yazar Sabahattin Ali “Aldırma Gönül” şiirinde ne diyor? “Görmesen bile denizi /Yukarıya çevir gözü/Deniz gibidir gökyüzü/Aldırma gönül, aldırma”

Zor zamanlarda doğru, haklı ve tutarlı rotadan çıkmayanlar, döneklik göstermeyenler, gemisini ve mürettebatını her fırtınalı seyirden emniyetle limana döndüren kaptan gibi, geleceğe daha güçlü ve daha tecrübeli çıkarlar. Denizi hayal etmenin bile direniş gücünüze güç kattığı şartlar altında mücadeleci ruhunuz daha da olgunlaşır. Çeliğe su verilircesine, yeni fırtınalara göğüs germeye her zamankinden daha da hazır olursunuz. Son olarak eklemeliyim ki, deniz ve gökyüzü mavidir. Karanlık bulutlar, yıldırım ve şimşekler, yüksek ve zorlu dalgalar illa ki geçer. Ve kara bulutların arasında en başta küçücük bir yırtılma ile mavi gökyüzü ortaya çıkmaya başlar. O küçücük mavi cep büyür, büyür ve sonunda mavi dünya karanlığı yener. Unutmayın, umudun rengi mavidir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.