Kentsel ısı adaları

Yine biraz ondan, biraz bundan derken ana konumuz küresel iklim değişikliği. Ama bu sefer yerel ölçekteki hali. Yani biraz daha özele indirgeyerek kentleri konuşalım diyorum, kentsel ısı adalarını…

Bilen de vardır bilmeyen de ama ben tanımıyla başlayayım. Kent içindeki sıcaklıkların, çevresindeki kırsal alanlara göre daha yüksek olması, normalden daha sıcak olması. Şehrin, yakın çevresindeki bir kırsaldan bile farklı, kendine özgü iklimi olması. Dolayısıyla temel faktör yapılaşma. Bu, ‘kentsel ısı adası’ terimi yeni bir şey değil. Taa 1820’de ilk kez Londra için kullanılmış, daha doğrusu bu şekilde literatüre girmiş. Şimdi biraz derinine inersek, olay şu: Gözümüzde canlandırarak gidelim… Çok eski zamanlara, daha binaların olmadığı, yeni yeni yerleşmelerin başladığı, ormanların daha sık olduğu zamanlara geri gidelim. Şu an bir toprağa basıyorsun mesela, betonu filan unut. Soluduğun havayı da hissediyorsun büyük ihtimalle, çünkü temiz bir hava var. Hafif hafif rüzgâr da esiyor. Etrafına baktığında daha çok renk görüyorsun, yeşillik alanlar, ağaçlar var. Şimdi zamanda ileriye doğru gittikçe etrafındaki insanlar artıyor, kalabalık olmaya başlıyor, nüfus çoğalıyor, dolayısıyla evler artmaya başlıyor. Bastığın toprak, birden beton olmuş, yanında da kara bir asfalt, üstünden arabalar geçiyor, egzozlarından çıkan dumanlarla. Bir dakika, az önce şu ilerisi ormanlık değil miydi? Ne ara yerini gökdelen aldı? Birden kendini koca bir şehrin ortasında buldun değil mi? Hem ruhsal, hem sağlık açısından etkilendin. Büyük şehirlerde, hele metropollerde, artık megapol de deniyor, yaşamanın getirdiği sonucu iliklerine kadar hissettin. Kaybettiğin zamanla, trafikle, daha az yeşil görerek, soluduğun havayla ruhunun bile ilikleri hissetti bunu. Peki, aynı durumu atmosfer için düşünelim. Yani kentleşmeden önceki atmosferin haliyle, sonrasını düşün. Sen bu kadar etkilenirken, atmosfer etkilenmez mi?

ŞEHİRLEŞME

Bak şimdi adım adım gidelim. Dünyada birçok kişi doğal yaşamın içerisinde bir hayat istiyor. Ormanın ortasında mesela. Hatta reklamlarda da duyuyoruz çoğu zaman. Ancak herkes bu yaşamı tercih ettiğinde tabiatıyla ortada orman kalmıyor. Bu durum; bitkilerin havadaki oksijeni artırma, temiz havayı solumamıza yardımcı olma özelliğini ortadan kaldırıyor. Yeşil alan, ormanlar kendi içerisinde bir yaşam sürüyor, böceğiyle, haşeratıyla, ağacıyla, hayvanıyla, odunsu ve otsu bitkileriyle kendi ekosistemini oluşturuyor. Dolayısıyla başka bir alanda bu yapının tekrar oluşturulması çok uzun zaman alıyor, bazen mümkün olamıyor bile. O nedenle bir kere şunu bilmemiz gerekiyor ki şehirleşme çoğu zaman geri dönüşümü olmayan hasarlar bırakıyor. Bu “şehirleşmeyelim” demek değil. Bu “şehirleşiyorsak sonrasında neyle karşılaşacağımızı bilerek hareket etmemiz gerekiyor” demek. Bitki örtüsü, doğa şehirleşmeyle iki şekilde etkileniyor. Birincisi, üzerine kurduğunuz şehirle toprak örtülmüş oluyor, ikincisi şehirleşmeyle atmosferin mikro ölçekte hareketlerinin değişmesi bitki örtüsü ve doğa etkileniyor. Biz şu an toprağın örtülmesi kısmını konuşuyoruz, havaya da geleceğim, hadi devam… Kentsel ısı adalarının oluşmasında en önemli faktör de bina, asfalt, beton gibi yapılarda kullanılan ısı tutucu malzemeler. Bu gibi yapılar, güneşten gelen radyasyonu çekerek şehrin içinde tutuyor ve dolayısıyla çevredeki kırsal alanlara göre anormal bir sıcaklık artışına sebebiyet veriyor. Ayrıca ısı adalarıyla ilgili, saatlik veriler ile yapılan çalışmalarda, kentteki sıcaklığın trafiğin yoğun olduğu saatlerde artış gösterdiği tespit edilmiş. Bak o bunalmanın tek nedeni trafikte sıkışman değilmiş. Bu durum aynı zamanda kentlerin iklim değişikliği üzerindeki etkisini de gösteriyor. Taşıt egzozlarından yayılan emisyonlar, yakıt atıklarından çıkan enerji ile küresel ve yerel ölçekte ısı artışı oluyor. Kent içi ulaşımda bisiklet, toplu taşıt kullanımının artırılması ile kent içinde yürümeye teşvik edici uygulamalarla bu duruma en azından tam çözüm olmasa da pansuman yapılabilir.

RÜZGÂR VE YAPILAŞMA

Kentsel ısı adalarının ve iklimin en önemli parametrelerinden biri de rüzgâr. Rüzgâr kent içinde istenilen veya istenmeyen bir faktör olabiliyor. Bu durum o bölgenin iklimine göre değişir, tabii mevsimsel olarak da. Bu yüzden özellikle binaların konumlandırılması çok önemli. Mesela bir bölgede yalnızca bir yüksek binanın olması orada belli bir yerde rüzgârın birikerek türbülans oluşturmasına sebep olabilir. Öte yandan bitişik ve sıkışık binaların olması da başka bir etki doğuruyor. Bu durumda da kentin içine hava akımının girmesi engelleniyor. Hava sirkülasyonunun olması demek bir kentte sağlık demektir, hepimiz biliyoruz sirkülasyon olacak ki nefes aldığımız yer seviyesinden kirleticiler yukarı doğru dağılarak seyrelecek, havanın yalnızca sıcak veya yalnızca soğuk olmasını engelleyecek. Yani aslında oldukça ciddi bir konu.

Megapollerde hava sirkülasyonuyla ilgili bir diğer konu da deniz kenarlarına yapılan inşaatlar. Kirli havanın şehirden atılması için doğal işleyen havalandırma sistemleri var, ne bunlar? Meltemler. Deniz meltemlerini engellenebiliyor. Anlatmak istediğim şu; artık ülkemizdeki ve dünyadaki metropoller, megapoller daha fazla insan barındırabilmek için yüksek binalar çıkıyor. Mesela Manhattan’nın düşeyde büyüme nedeni bu, ada olduğu için yatayda büyüyemiyor. Zaten ısıyı da daha kolay emdiği için, sıcak havayı topluyor ve olduğu yerde bırakıyor. İşte ısı adasının bir tanımı da bu. Binaların konumlandırılması dışında şekli ve rengi de verdiği etkiyi değiştirebiliyor aslında. İklim modelleri dikkate alınarak binaların şekline ve rengine önceden karar verilerek ve tek bir alanda sıra sıra yüksek binalar değil de farklı yüksekliklerde binaları dizayn ederek kent içinde hava akımı sağlanabilir. Açık renk malzemeler ve ısı kapasitesi bakımından o bölgenin iklimine uygun seçilmiş malzemelerle ısı adası etkisini azaltmak mümkün. Bunun basit bir mantığı var aslında. Koyu renklerin ışığı emdiğini, açık renklerin de yansıttığını biliyoruz. Binalar da zaten yapı malzemesi olarak ısıyı direkt absorpladığı için, en azından doğru renk seçimiyle bu yanlış biraz olsun kapatılabilir. Sadece binalar da değil mesela asfaltlar açık renk döküldüğünde ısı emiliminin azalmasına yardımcı oluyor.

BİTKİLENDİRME

Yeşil alanların artırılması yine akla ilk gelenlerden zaten. En azından park, bahçeleri artırarak, mesela okul bahçelerinin veya diğer resmi kurumların bahçelerine asfalt dökmek yerine ağaçlandırma, bitkilendirme yapılarak zararlı etki azaltılabilir. Yollarda ağaçlandırma yapmanın da gerçekten faydası var, ama burada önemli bir nokta var: o bölgenin iklimine uygun bitki türü seçilmeli. Bakın ısı adaları pek dikkate alınmasa da aslında çok ciddi bir konu. Bir örnek vermemi isterseniz, sırf bu sebepten, yani aşırı sıcaktan yalnızca Amerika’da hayatını kaybeden yılda 1000 kişi var. Hep ağaç ağaç dedik ama ısı adaları üzerinde yapılan çalışmalar en önemli ve en kolay çözümlerden bir tanesinin yeşil alanlar olduğunu gösteriyor. İşin bir de sosyallik yanını düşünürsek, mesela kışın yaprak döken türden ağaçlar, kentte sokakların kullanımını, sosyalleşmeyi, aktiviteleri, ticareti artırır, bulundukları yere canlılık kazandırır. San Francisco’dan bir örnekle açıklayayım, bu durumu bir plaza için gözlemlemişler: Öğle tatilinde çalışanlar gölgede kalan plaza yerine, güneş alan sokakta yemeyi tercih ediyorlarmış. Demek istediğim insanlar doğal olarak üşümemeyi tercih ediyor. Yani daha en başta, tasarım aşamasında iklimsel özellikler temel veri olarak ele alınmalı. Binalar o şekilde konumlandırılmalı. Hem sağlık açısından hem de görsel olarak. Atık yönetimi de çok önemli.

Daha evdeyken ayrıştırılan atıkların doğaya ne kadar katkısı olduğunu biliyor musunuz? Bazı ülkelerde geliştirilen projelerden de birkaç çözüm örneklerinden konuşalım ve bitirelim. Yeşil çatıları duymuş muydunuz? Binaların çatılarına ve balkonlarına bitkilendirme uygulayarak hem yapı malzemelerinin ısı tutma özelliğini azaltıyorlar, hem de küçük çapta tarım yapılabiliyor. Singapur’da bunun üzerine epey örnek var. Hatta yeni oluşturulan bir alışveriş merkezi tasarımında bisiklet yolları bile düşünülmüş. Binanın içinde bisikletle dolaşabiliyorsunuz. Ayrıca yeşil çatılarda yaptıkları tarımla üretilen gıdayı restoranlarda kullanmayı planlamışlar. İngiltere’de de eko-kasaba adı ile yüzde 100 geri dönüşüm, su tasarruf sistemleri, yeşil taşımacılık gibi projeler üretiliyor. Washington’da yeşil caddeler başlığıyla araç kullanımı azaltılıyor. Bizim ülkemizde de Bursa’da, Alanya’da mesela bisiklet kullanımını artıracak uygulamalar var. Bunlar minik işler gibi görünebilir, ama hepsini topladığında ciddi etki oluşturuyor. Aynen israf gibi, benim yediğimden ya da yemediğimden, çöpe attığımdan ne olur deme. Dünyada yalnızca çöpe atılanlara engel olunsa iklim değişimi diye bir gündemimiz olmayacak.

Biraz karmaşık oldu ama konu çok yönlü. Sadece meteorolojik değil, şehrin insanı etkileyen noktalarını yakalayıp, konuşalım dedim.

Gelecek ay yine görüşelim, buralardayım…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.