MARMARA’NIN BİTMEYEN SINAVI: Müsilaj

Marmara doğanın tüm cömertliğini üzerine toplayan bir denizken, insanlık ona sadece çıkarlarını düşünerek yaklaşmayı tercih etti. Endüstriyel kirlilik, hızla artan turizm baskısı ve bilinçsizce atılan atıklar, aslında zaruri olan arıtma sistemini bile yaptırmayan oluşumlar, Marmara’nın kalbine saplanan oklar gibi. Bu eşsiz deniz her geçen yıl biraz daha yıpranıyor.

Hani derler ya, insanın bahtı daha güzel olsun diye, işte Marmara da tam olarak böyle bir yer. Muazzam güzellikte, kendine has bir karakteri olan, eşsiz bir deniz. Her köşesi, her dalgası bir başka karakterde. İçinde barındırdığı türlerle insanı hayrete düşüren bu deniz, yıllardır tam tersi bir kaderle sınanıyor. Ne müsilajı kaldı ne deniz suyu sıcaklığının kendi ortalamasının 2.5 derece üzerine çıkması,ne de arıtmadan atılan atıkların denizin dibine kadar işlediği pisliklerin içinde kalması… Hep kötü davrandık Marmara’ya. 

MÜSİLAJIN DÖNÜŞÜ

Marmara yıllardır içten içe yıpranıyor, bir de arada dayanamayıp dışa da vuruyor. 2021’deki müsilaj olayı gibi. 2021’de yaşadığımız müsilaj felaketi, Marmara’nın yıllardır süregelen ihmalinin bir sonucu olarak karşımıza çıkmıştı. O zamanlar hepimiz denizin üzerini kaplayan o beyaz tabakayı görünce, bir şeylerin yanlış gittiğini fark ettik. Ama gelin görün ki insanlar hiçbirini tam olarak duymuyor, görmüyor. Bu arada belki duymuşsunuzdur, müsilaj yakın zamanda yine yüzeyde görünmeye başladı. Bostancı’da ya da Adalar’da rastlayanınız oldu mu? 

Deniz salyası dediğimiz bu sevimsiz oluşum aslında denizin derinliklerinde yıllardır zaten var. Müsilajın geçmişi 2021’e de değil, 90’lı yıllara dayanıyor aslına bakarsanız. Tamamen patlak verip dehşet uyandırıcı seviyeye yakın zamanda geldi sadece o kadar. Yoksa senelerdir, balıkçı ağlarına takılan, hatta balıkçıların ismine kaykay dediği, denizin derinlerine dalındığında da birçok noktada görülen bir madde. İşte bu yüzeye çıkmalar, ani patlamalar, dışa vurumlar giderek sıklaşıyor. Çünkü bunu tetikleyen üç ana faktör var: Biri, o her zaman konuştuğumuz iklim değişimi. Ancak inanın bu, en az etki edeni olabilir. Bu sefer o bile daha masum kalıyor. İkincisi, Marmara’nın kendine has yarı kapalı yapısı. Yani oşinografik özelliği. Yüzeyinin Karadeniz kökenli, derinlerinin ise Ege-Akdeniz kökenli sulardan oluşması, sıcaklık-tuzluluk-oksijen açısından farklı su kütlelerine sahip olmasına neden oluyor. Bu farklılıklar, Marmara Denizi’ni yer yer daha hassas bir ekosistem haline getiriyor. Üçüncü ana faktör, asıl yara açan neden ise, kirlilik. 

Marmara’ya atılan arıtılmamış atıklar denizimizin kirlenmesine yol açarken, buradaki ekosistemi ciddi şekilde zorluyor. Sanayileşme ve buna bağlı olarak artan nüfusun homojen dağılmaması, Marmara etrafında yoğunlaşması tüm doğal dengeyi mahvediyor. Yasal düzenlemelere uygun arıtma sistemlerinin olmaması, hatta hiç olmaması sanayiden çıkan kirleticilerin denize karışması hem suyun kalitesini düşürüyor hem de deniz canlıları için ölümcül bir tehdit oluşturuyor. Doğa göz ardı edildikçe, Marmara da bu dertlerin yükünü taşımaya devam ediyor. Müsilaj ile ilgili konuşsak sabaha kadar konuşuruz; hem fiziksel hem mecaz anlamda gerçekten derin bir konu. Bu arada bu konu ile ilgili, sık sık dalışlar yapan Prof. Dr. Mustafa Sarı’nın çok kıymetli araştırmaları var. 

P‹NALARIN YEN‹ MEMLEKET‹ 

Müsilaj için belki son sığınak diyebileceğimiz şey ise ne biliyor musunuz? Pinalar. Gelin biraz, pinalardan bahsedelim. Bu tatlı ve muazzam canlı hakkında konuşmak biraz umudumuzu yeşertsin, içimizi açsın. Çünkü, pina (pinna nobilis) denen kabuklu deniz yumuşakçası denizin dibine kurulan doğal bir arıtma sistemi gibi adeta. Bizim kuramadığımız atık arıtma sistemlerini doğa kendi kuruyor. Vücutlarının yarısı deniz tabanına gömülü halde duran pinalar, içlerinden geçen suyu süzerek asılı partikülleri topluyor ve denizi cam gibi berrak hale getiriyor. Pinaların asıl memleketi Akdeniz. Ama maalesef 2016’da pinaların Akdeniz popülasyonu için korkunç bir dönem başladı. Ölümcül bir parazit ve bakteriler yüzünden toplu ani ölümler yaşandı. Şimdi Akdeniz ve Ege’de bulunan tüm pinaların öldüğü tahmin ediliyor. Ancak ilginç bir şekilde pinalar Marmara’da kendine bir habitat edindi. Enteresan bir biçimde, Ege ve Akdeniz’in aksine Marmara’daki popülasyon, bu tehlikeye karşı direnmeyi başarıyor. Fakat bu direncin sürdürülebilir olup olmayacağı, uzmanlar tarafından sürekli izleniyor. 

EKOSİSTEMİN GELECEĞİ

Marmara’daki pinaların sağlıklı kalabilmesi için suyun temizliği, çevresel koşullar ve deniz ekosisteminin dengesi büyük önem taşıyor. Nitekim Marmara’nın güneyinde de toplu ölümler görüldü. Bu durumun Marmara’nın kuzeyine taşması durumunda artık pina diye bir canlının varlığından söz edemeyeceğiz belki de. Bu da bizim için büyük bir kayıp demek. Pinalar yalnızca suyu temizlemekle kalmıyor, aynı zamanda deniz yaşamının sağlıklı bir şekilde devam etmesine de yardımcı oluyorlar. İşte bu yüzden, bu mucizevi canlıları koruma çabaları sadece pinaların değil, tüm ekosistemimizin geleceği için kritik bir öneme sahip. Bu arada, pinaların kendi web sitesi bile var. Hepimizin kendine uygun bir dal bulup gönüllü olabileceği Umut Pina sayfası (umutpina.com.tr). Bu gibi girişimler doğanın başına gelenlere üzülmekten bir adım ötesini yapabilmemizi sağlıyor aslında. 

Marmara yıllardır kötü davranıldıkça, kendisini savunmak için çırpınan bir denize dönüştü. Geçmişte gözlerimizi kamaştıran berrak suları ve içindeki biyoçeşitliliğiyle sadece Türkiye’nin değil, dünyanın en özel denizlerinden biri olarak kabul ediliyordu. Fakat tüm bu güzellikler insan eliyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Yıllarca denize atılan kimyasal atıklar, sanayinin saldığı kirli su Marmara’nın dengelerini altüst etti. Ve bir zamanlar denizin kucakladığı canlılar birer birer yok oldu. Yine de Marmara başına gelenlere rağmen bize kendini yeniden inşa edebilmenin gücünü, umudun her zaman var olabileceğini gösteriyor.☸

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.