Protestan denizciliği

Denizcilik, Sanayi Devrimi’ne kadar yavaş gelişti. Zira denizde insanın, geminin, malın ve bilginin hareketi önce küreğe yani insan gücüne, 15. yüzyıldan sonra da rüzgâra tâbiydi. Gemilerin 15. yüzyıldan itibaren okyanusa açıldıklarında kullandığı seyir prensipleri, 18. yüzyıl sonunda bile aynıydı. Modern denizcilik, Sanayi Devrimi’yle doğdu. Sanayi Devrimi’ni başlatan ulus, Protestan İngilizler oldu.

Modern tarih boyunca okyanuslarda en uzun süre egemenlik kuran ve deniz ticaretine hükmeden; birinci ve ikinci sanayi devrimlerini başaran, kısacası mavi uygarlık cephesinde yer alan devletlerin tümünün Hıristiyan olması dikkat çekiyor. Onların içinde de Hollanda, İngiltere ve ABD öne çıkıyor. Bu üç ülkenin ortak özelliği halklarının büyük çoğunluğunun Protestan olmaları. Fransa’nın Katolik olmasına karşılık, Fransız denizciliğinin lokomotifi sayılan huguenotlar da (Fransız Protestan’ı) Protestan’dı. Diğer yandan, yine denizci uluslara sahip, ancak üç Protestan ülkeye nazaran daha kısa deniz hâkimiyeti sürdürebilmiş, kronolojik sırasıyla Cenova, Venedik, Portekiz, İspanya ve Fransa’nın da ortak özelliği Katolik olmalarıdır. Aralarında ticarete özellikle deniz ticaretine yönelik büyük farkın nedeni ne olabilir?

Katolik inanç asketizme (çileci veya riyazi hayat biçimini yaşam tarzı olarak seçme ideolojisi) dayanıyordu. Tanrı’ya erişmek, ancak onun dediklerini yaparak mümkündü. Ancak bu pratik yıllar içinde değişikliğe uğramış, kilise siyasi erk kazandıktan sonra ruhban sınıfı gösteriş ve zenginliğe yönelmişti. Özellikle Haçlı Seferleri sırasında ruhban sınıfının askerlerle birlikte savaşlara katılması Katolikleri güç ve zenginliğin tuzağına düşürdü. Diğer yandan İsa’nın “Kendinize yetecek kadar kazanın, zenginlerin cennette yeri yoktur” öğretisinden de sapmak istemiyorlardı. Asketizm, her yapılan dünyevi işin cennete gitmek ve iyi Hıristiyan olmaya yönelik olması gerektiğini öğretiyordu. Katolik öğretinin tersine Protestanlık, çalışmayı ve kazanmayı ibadetin bir şekli olarak görüyordu. Onlara göre insan, doğuştan itibaren günahkârdı. Kiliseler ve gösterişli ayinler insanı günahlarından arındıramazdı. Protestanlık, duygulara karşı direnmeyi ve erdem sahibi olmayı hedefliyordu. İnsan günahlardan ancak üreterek ve çalışarak kurtulabilirdi. Tanrı’nın seçilmişleri, işindeki başarıya göre kutsadığına ve işe sadakatin esas olduğuna inanıyorlardı.

Protestanlık ve de özellikle Kalvinizm’de (John Calvin’in 16. yüzyıl başlarında ortaya attığı görüşlere dayanarak kurulan bir Hıristiyanlık mezhebi) mesleğe bağlılık ve işte en iyi olmak hedefleniyordu. Alman düşünür Goethe de “insan kendini eylemleri ile tanımlar” diyordu. Kalvinistler boş zamana, boş konuşmaya, lükse ve hatta fazla uyumaya bile karşıydı. Varlıklı olanın lükse veya hedonizme kapılmasına şiddetle karşı çıkıyor, servet artımının yeni işler ve yeni üretim yaratmaya yönelik olmasını istiyorlardı. Onlara göre fakir olmayı arzulamak, bilerek hasta olmak gibiydi. 17’inci yüzyılda İngiliz düşünür ve tarihçi Dayle, Hollanda’daki sermaye birikimini Kalvinizm’e bağladı. Calvin’e göre halk fakirse Tanrı’ya bağlı kalır, zenginleştikçe uzaklaşırdı. Protestanlığın bu öğretisi, yeni zengin bir sınıf yarattı. Sanayi Devrimi’nden sonra köylü ve çiftçiyi işçi sınıfına ve sonra burjuvaziye dönüştürdü, hepsinden önemlisi sınıf atlamanın yolunu açtı. Protestan kapitalistler, kiliseye zaman içinde kayıtsız kaldılar. Böylece reform protestanlığı yaratarak, çalışmaya ve meslek sahibi olmaya kutsallık getirdi. Öyle ki bazı Kalvinistler daha da ileri giderek “tek ödev çalışmaktır” dediler. Yıllar içinde Kalvinizm nedeniyle burjuva sınıfı kazandı ve kazancını yeni yatırımlara yöneltti.

İngiliz düşünür Wesley, “Zenginlik artarsa din azalır” demişti. Ona göre Protestanlık, hem tutumlu olmayı hem de servetin artmasını istiyordu. Böylece Protestan ülkelerde Katoliklerin başını çektiği Tanrı’nın Krallığını arama savaşı, yüzyıllar içinde yerini dünyevi yaratıcılığa ve üretime bıraktı. O dönem genelde Katolikler, hümanizmanın temel bilimlerinde ve teolojik öğrenim görürken, Protestanlar zamanının teknik okullarında (inşaat, gemi yapımı, demircilik vb.) öğrenim görüyordu. İyi bir Protestan kapitalist için yaşamın amacı, kazanmak olmalıydı. Ama bu maddi serveti artırmak yönünde değil, başarmak ve daha fazla üretmeye odaklanmalıydı. Böylece Protestanlar sayesinde kapitalizm, Avrupa ve Amerika’da yeşermeye başladı. Kapitalizmin amacı, merkeze kaynak çekmek ve sermaye birikimi sağlamaktı. Denizcileşme sayesinde sömürgecilik ve uluslararası ticaret üzerinden şekillenen merkantilizm (16. yüzyılda Batı Avrupa’da başlamış ekonomik bir teori) ile devletler, servet biriktirdi. 1648 yılında Vestfalya Antlaşması’ndan sonra, ulus devletler kendi sermaye birikimlerini ve ekonomilerini korumak için de gümrük duvarları ve hukuk sistemleri geliştirdiler. 1774 yılında yayımlanan Adam Smith’in “Ulusların Zenginliği” isimli eseri ile kapitalizm yeni bir evreye girdi. Artık erken Protestan kapitalistlerin dikkat ettiği ‘toplumun yararı prensibi’ terk edilmişti. Kapitalizmin, Sanayi Devrimi’nden de etkilenen aç gözlü dönemi başlamıştı. Artık üretilen mallar çok yüksek kâr ile satılıyordu. 18. yüzyıl sonunda başlayan emperyalizm sayesinde merkeze kaynak çekmek için -gerekirse silah kullanılırken- küresel temelde devletler ile ticaret ve kredi anlaşmaları dönemi başlatıldı. Kapitalizm dünyayı savaş ve finansla yönetiyordu. Savaşların kredisini sağlayan tüm finans kaynakları da, gelişmiş ve denizcileşmiş emperyalist devletlerden çıkıyordu. Protestanların kazançları arttıkça denize daha çok yatırım yaptılar. Ancak zamanla Protestan ahlakı da hedonizme ve zahmetsiz kazanca yenik düştü. Bunun en güzel örneği şüphesiz köle ticaretiydi. 16’ncı yüzyıldan sonra bu ahlak ve insanlık dışı ticareti en çok Protestan ülkeler yaptı. Denizcilik, Sanayi Devrimi’ne kadar yavaş gelişti. Zira denizde insanın, geminin, malın ve bilginin hareketi önce küreğe yani insan gücüne, 15. yüzyıldan sonra da rüzgâra tâbiydi. Gemilerin 15. yüzyıldan itibaren okyanusa açıldıklarında kullandığı seyir prensipleri, 18. yüzyıl sonunda bile aynıydı. Modern denizcilik, Sanayi Devrimi’yle doğdu. Sanayi Devrimi’ni başlatan ulus, Protestan İngilizler oldu. 1731 yılında bir İngiliz tarafından gök cisimlerinin yüksekliğini ölçmeye yarayan sekstantın bulunması açık deniz seyrini kolaylaştırdı.  1767 yılında, İngiliz Kraliyet Gözlemevi tarafından ilk notik almanak hazırlandı. Ancak boylam hâlâ bulunamıyordu. Sitim makinesi ve gemide yalpadan etkilenmeyen zemberekli saatin 1773 yılındaki icatları Trafalgar Deniz zaferinden, II. Dünya Savaşı sonuna kadar sürecek Pax Britannica dönemini başlattı. Zemberekli saat en büyük devrim oldu. Artık ufuk hattının ve gök cisimlerinin gözlemlendiği her yerde sağlıklı fiks mevki elde edilebiliyordu. Bu icatlar denizcilik ve kapitalizmi coşturdu; kapitalizmin emperyalizme dönüşümü hızlandı. Son 300 yıldır okyanus ve denizlerde hâkim olan Anglo-Amerikan düzeni, kapitalizmin gelişmesini ve 1973 sonrası neo-liberal okula dönüşmesini sağladı. Ancak günümüzde Protestan okulunun etki alanındaki bu düzen, yani Washington konsensüsü, Pekin konsensüsü tarafından zorlanıyor. Çin’in de bir felsefe toplumu olduğunu hatırlatalım ve kendi tarihimizi sorgulayarak gelecek için dersler çıkaralım.

1 comment

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.