HASAN CEM ARAPTARLI’NIN GÖZÜNDEN İstanbul Balıkçıları

Uluslararası ödüllü fotoğraf sanatçısı Hasan Cem Araptarlı, “Water World” ve “Genetiğiyle Oynanmamış İnsan” sergilerinin ardından üçüncü kişisel sergisi “İstanbul Balıkçıları” için gün sayıyor. Çekimleri beş yıl süren fotoğraflar özel sergileme teknikleriyle 3-18 Aralık 2022 tarihlerinde Bomontiada’da sanatseverlerle buluşacak. Röportaj EYÜP ÖZEL [email protected]

Genç ve başarılı bir iş insanı Hasan Cem Araptarlı. 20’li yaşlardan beri ilgi alanı olan fotoğrafçılığı 2014’ten beri profesyonel olarak sürdürüyor. İlk büyük projesinde Myanmar, Kamboçya ve Malezya’nın çeşitli yerlerinde su üstünde yaşayan insanları fotoğrafladı. Bu fotoğraflardan oluşan “Water World” adlı kitabı 2016’da yayınladı ve International Photographer Awards yarışmasında “Honarable Mention”, Neutral Density Photography yarışmasında “Gold Star”, American Photography Awards yarışmasında da “The Best of The Best” seçildi. Hindistan’ın çeşitli bölgelerinde çektiği fotoğraflardan oluşan seçkileri “Hindistan Çingeneleri” adlı kitapta toplayarak 2018 yılında yayınladı. Bu çalışmasıyla “International Color Awards” ve “International Photography Awards” yarışmalarında “People” kategorisinde ödüller aldı. Şimdi ise üçüncü büyük projesi İstanbul Balıkçıları ile karşımızda.

Sanatçıya göre İstanbul Boğazı’nın bambaşka bir gündelik yaşam hikâyesi var. İstanbul balıkçıları da bu şehrin en önemli sembollerinden biri. Bu bir avuç balıkçının suyun üzerindeki mücadelesinden fotoğraflar bir yanıyla dünya düzeninin çarkları arasında hayatta kalma mücadelesi veren modern insanın hikâyesinin sudan yansımaları. Diğer bir yanıyla da özgürlüğe, hayallere ve biricik İstanbul’un güzelliklerine aralanan bir nefes alma penceresi…

Araptarlı ile yeni projesi “İstanbul Balıkçıları”nı, fotoğrafa bakışını ve özellikle suyun üzerindeki yaşamlara duyduğu özel ilgiyi konuştuk.

SUYUN ÜSTÜNDEKİ YAŞAMLAR

Fotoğrafa bakışınızla başlayalım sohbete. Sizin yolculuğunuz hangi yönde? 

Fotoğraf benim için insana dokunmaktır. Ayrıca, hikâyemi anlatmanın, ruhuma, yapıma en uygun yöntemi fotoğraf. Ben bir belgesel fotoğrafçısıyım. Belgesel fotoğrafçılığı da insanı görmediği, bu işle uğraşmasa hiçbir zaman bilemeyeceği yerlere götüren bir alan. Kendi vadimin ötesinde başka vadiler de olduğunu fotoğraf sayesinde öğrendim. Küçük dünyamın sınırlarını genişletti fotoğraf. Fotoğrafta derinleşme bence, “Onun bilip de benim bilmediğim ne acaba?” sorusunu sormakla ve tanımadığın, bilmediğin hayatların peşine bunun cevabına alabilmek için düşmekle başlıyor. Bu serüven seni kimi zaman suyun üzerinde yaşayan toplulukların hayatına kimi zaman bir çingene göçüne, kimi zaman da Afrika kabilelerinin ortasına götürür. Benim projelerimle yapmaya çalıştığım; modern dünya sisteminin dışında kalmış topluluklarının hayatından bizim hayatımıza bir ayna tutabilmek. Beraber düşünelim diye: mutluluk nedir, özgürlük, kölelik nedir…

Water World, kitabı da olan ilk büyük projeniz. İlginizi çeken neydi suyun üstündeki hayatlarda?

Dediğim gibi, benim ilgimi hep modern dünya sisteminin görece dışında kalmış yerlerde yaşayan topluluklar çekiyor. Water World’ün ilk ayağı Myanmar’dı. Orada Inle Lake diye bir göl var, o zamanlar çok daha bakir bir yerdi. İnsanlar suyun üzerinde evlerde yaşıyorlar. Bu yaşam formunu çekmeye oraya gittiğimde karar verdim. Gölde, kanosunun üzerinde balet gibi duran bir balıkçı çok etkiledi beni. Ağzındaki purosundan, yüzüne vuran güneşten, hafifçe esen rüzgârdan, beklediği balıktan öylesine bir keyif alıyordu ki… Ayda 100 dolar bile kazanmayan o adamın özgürlüğü özenilecek bir özgürlüktü. Maddi olarak hiçbir şeye sahip olmayan bu adam nasıl oluyor da bizden daha mutlu ve özgür? İşte bu soru ve bu merak bana Water World projesini yaptırdı. O balıkçının fotoğrafı projenin başlangıcı oldu. Sonradan baya ödül de aldı o fotoğraf, en sevdiğim işlerimden biridir.

Başka yerlerdeki su insanlarını da çektiniz…

Sonra bu yaşam formunu araştırmaya karar verdim, başka nerelerde var, nerelere gidebilirim diye baktım. Kamboçya’da Tonle Sap Gölü’nü buldum. Orada da insanlar yüzen evlerde yaşıyorlar. Burayı çektim. Daha sonra bu işin en el değmemiş, en ücra yeri neresidir diye araştırmaya başladım ve Malezya açıklarındaki Bajau Su Çingeneleri’ni buldum. Böyle bir yer daha önce hiç görmemiştim! Okyanusun orta yerinde, suyun üzerine kurulmuş bir yaşam! 6-7 metrelik kazıkların üzerinde adalardan kestikleri ağaçlarla yaptıkları evler! 500-600 yıllık bir gelenek bu yaşam türü. Bir kimlik kartları yok, hiçbir ülkenin vatandaşı değiller, kimsenin bilmediği yazılı olmayan bir dil konuşuyorlar. Bir belgesel fotoğrafçı için rüya gibi bir yer! 

Proje, sonunda hedeflediğiniz amaca ulaştı mı?

Modern dünya insanının karşısına bir ayna koymaktı amacım. Yarının amaçlarına uygun bir yaşantıyı sürdürmek midir doğru olan yoksa özgürlük alanlarını hiçbir şekilde teslim etmemeye çabalamak mı? Benim fotoğrafla ilgili derdim de üç aşağı beş yukarı bu. Projenin söylediği en önemli şeyse şu oldu: Genetiğiyle oynanmamış insan basit bir hayatın içinde de mutlu olabilir. Bizim dünyaya bakışımızın çok karşısında bir önerme bu. İkinci sergimin adı da “Genetiğiyle Oynanmamış İnsan” idi. Proje, söylemeye çalıştığı şeyi söyledi. O aynayı koydu. Bu fotoğraflar başka bir gezegende, başka bir yüzyılda çekilmedi. Bu insanlar bizim çağdaşımız. Aynı günde aynı dünyada yaşıyoruz. Ama bizim bu vahşi kapitalist sistem içerisinde yanlış hedeflerle doldurduğumuz, mutsuz bir hayatımız var ne yazık ki. Her geçen gün büyük bir süratle yabancılaşıyoruz! Sistemin bu kadar etkili olmadığı dünyanın ücra köşelerinde yaşayan insanlar maddi olarak hiçbir şeye sahip olmasalar da bizden daha huzurlu ve mutlular. Benzer hırslarımız yok! 

GENETİĞİYLE OYNANMAMIŞ İNSAN

Sonra ikinci büyük proje Hindistan Çingeneleri geliyor. O da yine sistem dışı hayatları konu alıyor. 

Proje bittiğinde tatil için Hindistan’a gitmiştim ama kafamda yeni projeme dair bir şey yoktu. Pushkar Çölü’nün yanından geçerken uzaklarda adeta bir serap gibi çadırlar gördüm. Merak edip oraya kadar yürüdüm. Karşımıza Çingene çadırları çıktı. Bütün günü orada geçirdik. Gideceğimiz yere gidemedik, saatlerce fotoğraf çektik. Çölün ortasında çadırlar, çingeneler, acayip bir hayat… Orda aklım uçtu, çok da güzel fotoğraflar çıktı. Seyahatten dönünce bu yaşam şeklini araştırmaya başladım. 

Hindistan’da en alt kastta yer alan Çingeneler en kötü işlerde çalışmak yerine göçerek yaşamayı tercih ediyorlar, sistemin onlara biçtiği hayatı kabul etmiyorlar yani. Hayvanları ile birlikte mevsim nerede uygunsa oraya göçüyorlar. Bütün bir ülkeyi geziyorlar. Bu çok güzel bir inat hikâyesi.

İstanbul’da yaptığım okumalardan, araştırmalardan sonra bu hikâyenin peşine düşmeye karar verdim. Senede iki defa göçüyorlar. Her göç aşağı yukarı 20 gün sürüyor. Bir buçuk senede yedi kere gittim Hindistan’a. 150’nin üstünden köy, kent ve kasaba gördüm. Göçlerine, düğünlerine, cenazelerine katıldım, gündelik yaşantılarına konuk oldum.

Hindistan Çingeneleri de kitap oldu. Onun da sergisi yapılmış mıydı? 

2016’da Water World yayımlanmıştı, Hindistan Çingeneleri kitabı da 2018’de yayımlandı. Oradan da üç uluslararası ödül geldi. Ona özel bir sergi olmadı. Benim ikinci kişisel sergim “Genetiğiyle Oynanmamış İnsan” idi. Orada sadece Çingeneler değil, Afrika kabileleri, Hindistan, Myanmar, Kamboçya, Vietnam ve Gürcistan çekimlerim de vardı. Ama büyük bir talihsizlikle sergi tam da ülkemizde ilk Covid-19 vakasının açıklandığı güne denk geldi. Üç gün sonra da galeriler kapatıldı. 

İSTANBUL’A SAYGI DURUŞU

Eve kapandığımız o pandemi süreci nasıldı?

Fotoğraf, hayatım boyunca hiç gitmeyeceğim yerlerin kapısını açtı bana. Rengârenk bir hayatın kapısını araladı. Pandemide bütün uçuşlar iptal edilip, sınırlar kapanınca doğal olarak hiçbir yere gidemedim. Evin içinde bunaldım, makinelerime küstüm, elime bile almıyordum. Bu durumun ne kadar süreceği de belli değildi. Sonra İstanbul’da fotoğraf çekmeye karar verdim. Sonuçta âşık olduğumuz şehrimiz. Dünyanın neresine gidersek gidelim dünyanın en güzel şehri dediğimiz, tutkuyla bağlı olduğumuz bir yer burası çoğumuz için. Aslında İstanbul Balıkçıları’nı Hindistan Çingeneleri’nden önce çekmeye başlamıştım. Bir sene çektikten sonra ara vermiştim. Pandemiyle birlikte bu projeye hakkını vererek devam etme karar verdim.

Yani pandemi sayesinde tamamlandı. 

İstanbul’da mutlaka bir şey yapacağım diyordum zaten. Çünkü her Türk fotoğrafçı Ara Güler’e hayrandır. Ara Güler demek de İstanbul demektir. Benim ilk sergimin de açılışını yapmıştı. Çok güzel anılarımız var büyük ustayla. İstanbul’da bir şey yapacaktım Covid hızlandırdı diyelim. O zamana kadar birkaç sene bu projeyle ilgili çekim yapmıştım zaten. Pandemiden sonraki süreçte en konsantre çalıştığım, bana göre projenin en iyi çekimlerini yaptığım iki yoğun yıl geçirdim. 

Projenin çıkış noktası neydi?

İstanbul’un en önemli sembollerinden biri olan o küçücük kayıklardaki olta balıkçılarını çektim. Benim her zaman İstanbul’la ilgili görsel hafızamın en güzel köşesinde duran bir sembol bu balıkçılar. Yine aynı derde dönüyorum. Bu sular dünyanın en önemli deniz ticaretinin döndüğü yer. Boğaz burası. Ve bu insanlar küçücük kayıklarıyla Salacak’tan, Balat’tan, Beykoz’dan, Sarıyer’den, Tarabya’dan, Üsküdar’dan çıkıp sabahın karanlığında sadece üç beş kuruş rızıklarını kazanmak için bu sulara çıkıyorlar. 50-100 metre açıklarındansa üzerinde milyonlarca Euro’luk konteynırlar yüklü şilepler geçiyor. Yani kapitalizm geçiyor ve bu insanlar o vahşi kapitalizmin gölgesinde 200-300 TL için akşama kadar olta sallıyorlar. Vahşi kapitalizmin dalgasında, devrilmeden ayakta durmaya çalışıyorlar. 

Sadece sudaki balıkçılar mı var projede?

Hep suyun içindeydim, küçük olta balıkçılarını ve içindeki insanların hayatını çektim. Bu karmaşık hayatta ayakta kalmaya çalışan modern insanın hayatının sudan yansımaları bu fotoğraflar. Tabii arkada bütün ihtişamı ile İstanbul var. Bir yandan da bu proje İstanbul’a bir saygı duruşu gibi. Sergide 55 fotoğraf olacak, Yani dolu dolu İstanbul.

Suyun içindeki hayatla hep çok ilgilisiniz. 

Biz karada yaşıyoruz, kara insanıyız. Suyun üzerinde olmak zaten başlı başına çok enteresan. Suyun bambaşka kuralları, kaideleri var. Boğaz’ın kuralları da bambaşka. Bunları öğrenmek, deneyimlemek hoşuma gidiyor her şeyden önce. Ayrıca denizin ve bulutların girdiği bir fotoğraf tadından yenmez. Denizin, bulutların, martıların ve fonda tüm ihtişamıyla İstanbul’un bir fotoğraf karesine kattığı lezzet her fotoğrafçının parmaklarını kaşındırır. 

Fotoğraf çekerken bir yönteminiz var mı? 

İyi bir belgesel fotoğrafçının yapması gereken en önemli şey kendisini görünmez kılabilmesi, yok edebilmesidir. Görünmez olduğu andan itibaren güzel ve doğal fotoğraflar çıkmaya başlar. Bulunduğun ortamdaki insanlar seni unutursa normal yaşantısına döner ve hayat sen orada yokmuşsun gibi olağan akışında devam eder. İşte o zaman iş başlar. Bunu yapamazsan çektiğin fotoğraf hiçbir işe yaramaz.

Balıkçıları da bu yöntemle mi çektiniz?

Ufak bir teknenin üzerinde, sabahın 05.00’inden akşam saatlerine kadar İstanbul Boğazı’nın her yerinde çekimler yaptım. Bazen benim bulunduğum tekneyle onları takip ederek, bazen de teknelerine binerek. Ben çekeceğim insanlarla önce sohbet eder, tanışır, hikâyelerini dinlerim. Makinalarıma belirli bir süre dokunmam bile. Aramızda belirli bir bağ sağlandıktan sonraysa gündelik yaşantısına devam etmesini rica eder, bir köşede sessizce unuttururum kendimi. Sonra çekim başlar…

Suda fotoğraf çekmek zor mu?

Çok zor. Özellikle Boğaz çok hareketli bir yer. Fotoğraf dediğin milimetrik bir titreşim. Küçücük teknenin içinde hem ayakta duracaksın hem kadrajı sağlayacaksın hem de net bir şekilde titretmeden fotoğrafı çekeceksin. İnanılmaz zor bir iş. Gölde, okyanusta da fotoğraf çektim ama İstanbul Boğazı çok daha zor. Sürekli bir akıntı ve gemi trafiği var. Kocaman bir yük gemisi fındık kadar balıkçı teknesinin yanında geçince su bir daha kendine kolay kolay gelemiyor. Bırak çekim yapmayı çoğu zaman makineleri falan bırakıp bir yere yapışıyorsun. O arada fotoğraflar kaçıyor, kafandaki kompozisyonlar bozuluyor tabii. Başlıyorsun yeniden…

Çekim süresince Boğaz’a dair öğrendiğiniz en enteresan şey ne oldu?

“Balık bitti!” En çok bunu duydum. Bundan 10 sene önceye bile kıyasla durum çok vahim. Şu anda bu balıkçılar 365 günün 200’ünde elleri boş dönüyorlar. Bu kadar trollerin, yasak avlanmanın, deniz kirliliğinin olduğu bir yerde gelinen nokta da bu oluyor. Bu projenin önemi de bu bence. Yani bunlar son fotoğraflar. 10 sene sonra bu insanlar olmayacak belki. İstanbul ile ilgili hatıra defterimizin en gülümseyen, bizi en mutlu eden sembollerinden bir tanesi daha yok olup gidecek.

55 FOTOĞRAF SERGİLENECEK

Sergiye dönecek olursak, bizi neler bekliyor?

3 Aralık’ta Bomontiada’da açılacak ve 18 Aralık’a kadar her gün gezilebilecek. 75×50 cm ile 150×300 ebatları arasında 55 adet fotoğraf sergilenecek. Diasec baskılar ve light box denen ışıklı baskılar halinde sergilenecek fotoğraflar. Serginin metinleri ünlü yazar Figen Şakacı tarafından kaleme alındı. Sergiyi gezenler fotoğraflara bakarken bir yandan Figen’in kaleminden çıkan harika bir hikâye okuyacak.

İstanbul dışında sergilenecek mi?

İstanbul dışında Ankara ve İzmir’i düşünüyoruz. Bir de doğuda hiç İstanbul’u, denizi, Boğaz’ı görmemiş çocuklara denizi ve İstanbul’u bu fotoğraflarla tanıştıracağız. Görüşmelerimiz sürüyor.

Birçok uluslararası ödülünüz var. Bu projenin de ödülleri olacak mı?

Daha sergilenmeden iki ödül aldı bile. “Muse Photography Awards”ta belgesel dalında “Silver Winner”, “European Photography Awards”ta ise “Gold Winner” ödüllerini kazandı proje. İki tane de sonuçları henüz açıklanmayan adaylığı var. Bu işin içinde uzun senelerdir bulunan, jürilik mertebesine gelmiş ve sizi hiç tanımayan kişiler tarafından işlerinizin ödüle layık görülmesi çok güzel bir şey. Yaptığınız işe olan inancınızı ve tutkunuzu arttırıyor.

Sıradaki proje ne?

Bir sonraki projem bugüne kadar yaptığım en geniş kapsamlı proje olacak. 12 farklı ülkede çekilen fotoğraflardan oluşacak. Şimdilik bu projenin yedi ülkesindeki çekimleri yaptım. 2023 yılı içinde; Papua Yeni Gine, Peru, Bolivya, Arjantin ve Sibirya çekimlerini yapacağım.☸

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.