LEROS

Leros’u bir cümle ile anlat deseler, “kıyıya vuran minicik dalgaların şırıltısı…” derdim. Leros, bir tatlı huzur. Leros tatlı bir esinti. Leros, tarihinde derin yaraları olsa bile Ege’nin batısında mağrur bir edayla duran ve Yunan adaları arasında size hayatınızın en huzurlu anlarını hediye edecek olan bir Ege adası.

Ekim-kasım aylarında Leros’ta huzur bulmak kolay tabii, sıkıysa ağustosun ortasında turist kaynarken Leros’ta huzurdan bahset derseniz yanılırsınız. Burası temmuz ortasında bile sizlere kakafoni, karmaşa ya da turistik yorgunluklar yaratmayan bir ruha sahip. Nedendir bilmem, huzurlu bir ada Leros. Çok kalabalık değil. Gelen giden turistin şekli şemaili belli. İster lüks ister göze batmayan bir hayatınız olsun, kısaca kim olursanız olun Leros sizi mütevazı bir şekle sokuyor. Bunu daha adaya ayak bastığınız anda anlıyorsunuz. Çünkü adanın yerli yaşamı da aynı şekilde sade. Merkezdeki sevimli sokaklar, 1900’lerden kalma taş evler, Yunan tatlıları satan pastaneler, kafeler, denizin şırıltısı eşliğinde yemek yiyebileceğiniz ahşap sandalyeli mütevazı restoranlar size “Biz bu kadarız” diyor. “Bu kadarız ve mutluyuz.”

HÜZÜNLÜ TARİH

Mitolojiye göre Leros adası, Tanrıça Artemis’in geyik avı için avlanmaya gittiği yer olarak anılmakta. Bu sıcakta Artemis geyiği nerden bulmuş onu bilemedim ama Leros’ta adanın en tepesine konuşlanmış kale başta olmak üzere savaş müzesi, tarih müzesi, arkeoloji müzesi, kiliseler gibi görebileceğiniz birçok tarihi yer var çünkü Leros, Türkçe ismiyle İleryoz Adası’nda insan yaşamına dair ilk işaretler M.Ö. 8000 yıllarına dayanıyor. Aklın yolu bir, ilk çağlarda da huzur arayışı sürüyormuş demek ki. Şakası bir yana, bu Ege’nin batısındaki kara parçasına uğramayan kalmamış. Karyalılar, Lelegler, Fenikeliler, Giritliler, Dorlar, Romalılar, Bizans, Türkler yani Osmanlılar derken 1912 yılında ada, İtalyan hâkimiyetine girmiş. İtalyanların Birinci Dünya Savaşı’nda on iki adanın hâkimiyetini devralmasıyla birlikte Mussolini, adaya çimento yığarak adanın huzurlu ruhuna aykırı ilk adımı atmış ve emperyalist tutkularının temeli olacak devasa bir denizci kompleksi inşa etmiş: Portolago!

Günümüzde Lakki olarak ismi değiştirilen Portolago kentindeki bu kompleksin 1930’lu yıllardaki inşasından sonra adaya esas hüznü taşıyan tarihi olay gerçekleşmiş. Yani İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan Leros Savaşı. Leros Savaşı, 15 Eylül 1943 yılında başlamış ve Akdeniz’in en önemli savaşlarından biri olmuş. Bu nedenle de savaş sırasında yapılan Merikia tünelinde şu an savaşın tüm izlerini fazlasıyla yansıtan bir müze oluşturmuşlar. Müzedeki eşyaların inanılmaz detayları, sizi savaşın içine çekiyor. Bunların arasında beni en çok etkileyen ise, fotoğrafta da gördüğünüz kanlar içindeki sedye idi. 

ADANIN NEFİS LEZZETLERİ

Bu acı hikâyeleri geçmişte bırakarak Leros’un günümüzdeki huzuruna ve yine gastronomiye dönelim. 

Kıtlık yıllarında Leros, yiyecek çeşidi açısından denize uzak Avrupa kentlerine nazaran oldukça şanslıymış. Ege’nin kalbinde, dört tarafı masmavi bir deniz ile çevrili bu adadaki mutfak kültürünün büyük bir kısmını elbette zengin deniz ürünleri oluşturmakta. Yine de bu demek değil ki, Yunan anneleri sadece balık pişirir. Yunan sofrasında bolca kuzu, keçi, domuz, tavuk ve dana eti, özellikle bayramlar ve özel günlerde baş tacı olur. Biz yine de deniz ürünlerinden gideceğiz. 

Leros’ta ne yenir? Mesela mürekkep balığı yenir, karides saganaki yenir. Elbette güveçte şarapla pişmiş ahtapot yenir, kalamar yenir, kabak kızartma yenir, Yunan salatası ile musakka da yenir. Adanın ana merkezi Agia Marina’da pek balıkçı yok. Daha çok kafe, bar ve mağazalar. Biraz ilerisinden başlayan uzun mu uzun Alinda Koyu’nda ise işte o tahta masalı restoranlara rastlamaya başlıyorsunuz. Yunanistan’a ait geleneksel lezzetleri artık hepimiz biliyoruz ve bunları Alinda Koyu’ndaki denizin şırıltısı önüne kurulmuş masalarda bulmak mümkün. Ancak bir de adanın diğer tarafındaki Panteli Koyu var. Bu koyda gelenekselin yanında biraz daha modern ve lezzetli başka tabaklara da rastladık. Gidip görmek ve tatmak isteyenler için adres: Taverna Pirofani. Taverna dendiğine bakmayın, illa tabaklar kırılarak sirtaki yapılan ve yüksek sesli müzik dinlenen yerler değildir Yunanistanın tavernaları. İtalyanların “Trattoria”sı gibi, geleneksel lokantalarına Taverna der Yunanlar. 

Şimdi size Taverna Pirafoni’de yiyebileceğiniz bir midye lezzetinin tarifi ile Leros’a veda edelim. Yemeğin ismi yok. Midye işte! Fransızların Moules Marinier ile kardeş. Yani denizci midyesi.☸

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.