Hisarönü’nde yoğunluk ve huzur bir arada

2020 deniz sezonu Temmuz itibarıyla tüm körfezlerimizde, tüm hızıyla açıldı. Hava geçtiğimiz yıllara göre biraz sert ve soğuk olmakla birlikte denizlerimiz tertemiz, koylarımız salgın endişesinden hayli uzak. Mutlu bir durum! Ama bu mutluluğu kaçırmamak isteyen pek çok denizci ve deniz tatilcisi de koylarda sakin bir köşe bulmak için köşe kapmaca oynuyor. Temmuz ayında Hisarönü’nde 1200 tekne seyir halindeydi. Ağustos başında 2 bini görürsek şaşırmayın. Neyse ki, mavi gezi rotalarımızın tam ortasındaki Hisarönü ve Yeşilova körfezleri öyle geniş ki, biraz araştıran kendine huzurlu ve ıssız bir köşe bulabiliyor…  Doğal olarak “Yoğunluk olan yerde huzur olur mu?” diye soracaksınız. Oksimoron bir durum. Ama olabiliyormuş. Biraz çaba ve araştırma gerektiriyor tabii.

Haziran ayındaki kalabalık ve hareketli Göcek macerasından sonra “biraz sakin, kendi başımıza kalabileceğimiz bir bölgeye geçelim” dedik ve Temmuz ayında uzun bir Hisarönü-Yeşilova gezisi yaptık.

Durum şu: Oldukça net bir körfez paylaşımı söz konusuydu. Tavşanbükü, Sucağız, Kocabahçe koyları; Selimiye batı kıyıları, yani Akkum ve Çambükü mevkileri motoryatlar tarafından parsellenmiş. Söğüt, Kuzbükü, Selimiye Sığliman ve Çökertme, İnbükü, Datça Yarımadası güney kıyıları (Hurmalı, Kurucabük ve batıya doğru diğer koylar) daha çok yelkenlilerin konaklama alanları. Girneyit, Çamurlu koyları; Kocaada, Kameriye Adası, Günlücek bükleri guletlerin favorileri. Tabii karışık bölgeler de var. Örneğin Dirsek Bükü, Bozburun koyları ve Adaboğazı, Söğüt Botoz Koyu, Çamurlu Koy gibi rağbet gören yerlerde bakıyorsunuz bir gulet yanında iki yelkenli, iki de motoryat yan yana demirli. Bu paylaşım neticesinde herkes mutlu mesut… Motoryatlar istedikleri gibi jeneratörlerini, klimalarını çalıştırıyorlar, sessizlik ve huzur arayanlar da doğanın sesleriyle baş başa kalabiliyorlar. Göcek’teki hengâmeden sonra Temmuz’da işte böylece huzuru bulabildik. Üstelik hayli yoğunluk da vardı. Sahil Güvenlik’ten edindiğim bilgiye göre, Temmuz ortası Hisarönü’ndeki tekne sayısı 1200 imiş (Bu sayının bayramda 2 binlere ulaşması da büyük olasılık).

DENİZ HAYATI NORMALE DÖNMÜŞ GİBİ

Yacht Türkiye Temmuz sayısında Göcek’teki yoğunluğu ve pandemi yasaklarının bitmesiyle kendini denize atanların “sınırsız bir özgürlük” hâletiruhiyesiyle çevrelerindeki insanları nasıl acımasızca rahatsız ettiklerine ilişkin bir yazı yazmıştım. Belki pandemi sonrası o ilk coşku bitti, belki Hisarönü ve Yeşilova minicik Göcek Körfezi ile karşılaştırılması mümkün olmayacak ölçüde geniş bir alan… Ama örneğin Adaboğazı ve Dirsek Bükü’nde 20 metre aralıkla tekne diziliydi. Ne kimsenin jeneratör sesini duydum ne de bangır bangır müzik açıp eller havaya modunda bir tekne ahalisi gördüm. Profesyoneller hem denizde izole tatilin cazibesi, hem de Ege Adaları’nda yasakların devamı nedeniyle özellikle Ağustos’ta büyük bir yoğunluk yaşanabileceğini söylüyor. Öte yandan On İki Adalar Atina’ya öyle bir sızlanıyor ki, her an Yunanistan sınırları Türk teknelerine açılabilir gibi bir hava var. Netice itibarıyla Ağustos ayına ilişkin tahminler farklı. “Ne olacağını hep birlikte görürüz” diyor ve kısaca Hisarönü koylarından son izlenimlerimi sunuyorum.

Başlangıç: Bozukkale yolu…

Temmuz’un ilk günlerinde Marmaris Yalancı Boğaz’dan yola çıktık. Hisarönü’ne varmak için Rodos Boğazı’nın sert havaları ve yüksek dalgalarıyla ünlü Karaburun’u dönmek lazım. Kendimizi zora sokmadan Çiftlik ve Bozukkale’de birer gece mola vererek bu parkuru aştık. Kumlubük’ün önünden geçerken baktım, rahmetli Hollandalı Ahmet’in Yacht Club açılmış. İskele tekne doluydu. Çiftlik ise her zamanki gibi sakin ve denizci dostuydu. Azmak’ın iskelesine yanaştık. Yaşar ve Engin ile epey sohbet ettik. İşler yavaş yavaş açılmaya başlamış, yüzleri gülüyordu. Ertesi sabah yola koyulduk. Armella, Arap Adası gibi keyifli duraklarda tek bir tekne görmedik. Gebekse’de bile sadece tek bir yelkenli vardı. Serçe açıklarından geçerken içeri bir göz attım bir-iki tekne ancak görebildim. Bölgedeki tüm denizcilerin uğrak noktası Bozukkale’ye girince nihayet tekneler ve insanlarla karşılaştık. Üstelik bir de sürpriz vardı. Bu tarih, doğa ve deniz harikası limanda genellikle tercih ettiğimiz Ali Baba’nın işletmesini, bu yıl tesiste büyük emeği olan Can devralmış. Tesisin sahiplerinden Barbaros sağlık nedenleriyle çalışmaya devam edememiş. Nedim Usta mutfakta. Diğer ortak kardeş Dursun da ara sıra uğruyor Can’a yardımcı oluyor. Ali Baba eski güzel günlerine dönmüş…

Bir not: Ağustos ayında denizde yoğunluk iyice artarsa Marmaris Körfezi batı kıyıları sükûnet arayanlar için iyi bir seçenek olabilir.

Yeşilova’da ilk durak Söğüt…

Söğüt’ün deniz kıyısında iki mahallesini biliriz ama tepelerde üç mahalle daha vardır. Bu koca bir yerleşim anlamına geliyor. Kış nüfusu 2 bin 500, yaz aylarında 6-7 bin kişi yaşıyor. Kıyı ve denize bakan yamaçlar yavaş yavaş küçük bir sahil kasabasına dönüşme yolunda. Kızılyer’de değişim az. Sadece Octopus’un yanına Keçibükü Restoran açıldı. Önünde de beş altı teknenin yanaşabildiği bir T iskele var. Ama Cumhuriyet Mahallesi’nde değişim inanılmaz. Yamaçlardaki butik otellerin pek çoğu plaj boyunca güneşlenme platformları kurdular. Örneğin Dilara Endican’ın Barba Saranda restoranının iskelesi hayli görkemli ve hayli “in” bir mekân. Restoranın arkasındaki eski ev de çok estetik bir bar haline geldi. Söğüt’te son beş yılda 50’ye yakın butik otel açıldı. Bunların arasında Bademli Ev özel kahvaltılarıyla çok ünlendi. Yasemin Hanım’ın Yalıbaşı Restaurant’ı bir diğer parlayan yıldız. Bir büyük değişim de tepedeki 20 yıllık Manzara Restoran’da yaşanmakta. Birincisi ismi Manzara Fish&Steak House oldu. Dry aged et dolabı, mavi yengeçli deniz ürünleri makarnası dilden dile dolaşıyor. Müşterilerine Kızılyer iskelesinden, Bozburun’dan VIP minibüs ile transfer imkânı bile sunuyor. Yok, “ben deneysel takılmam, klasik tatlardan vazgeçmem” diyorsanız, Kızılyer’de Octopus ve Cumhuriyet Mahallesi’nde Denizkızı hâlâ Güney Ege’nin en iyi deniz restoranları listesinde ilk 10’daki yerlerini başarı ile koruyorlar…

HIZLI BİR KÖRFEZ TURU

Söğüt’ten çıktığımızda hızlı bir kıyı seyri yapalım istedik. İlk durağımız Adaboğazı oldu. Temmuz ortasında 80 civarı tekne ile karşılaştık. Kiseli Ada doğu koyunda ilk kez yedi teknenin sıkış tepiş kıçtankara bağlanmış olduğunu gördüm. Şansımıza Kızıl Ada kıyılarının ortasında geniş ve bomboş bir bölge bulduk. Demirledik, iki saat içinde sağımıza ve solumuza dört beş tekne daha demirledi. Ama deniz korktuğum gibi çıkmadı, tertemizdi. (Maalesef son yıllarda sezon ortasına doğru Bozburun ve Selimiye’de artık ciddi deniz kirliliği yaşanıyor.)

İkinci durağımızı Dirsek Bükü’nde, üçüncüsünü de Selimiye Sığliman’da yaptık. Her ikisinde de keyfimizi kaçıracak bir yoğunluk yaşamadık. Sığliman’dan sonra Selimiye içine girip lojistik takviye yaptık. Bu yıl kapalı olan Aurora önlerinde deniz keyifle girecek kadar temizdi. Kıyıda sohbet ettiğim işletmeciler pansiyon ve otellerin yüzde 50 kapasitede olduğunu söylediler. Buna mukabil Selimiye’nin batı kıyısında papatya tarlası gibi sıra sıra tekneler diziliydi. (Bu da, deniz kirliliğinin esas nedeninin denizciler değil, kara turizmi yoğunluğu olduğunun bir göstergesi olabilir.)

Selimiye’den ayrılıp körfezin karşı yakasına geçerken bir papatya tarlası da D-Maris Oteli’nin önündeki Tavşan Bükü ve hemen doğusundaki Sucağız Koyları’nda gözümüze çarptı. Ama böyle bir papatya tarlası, yani tekne bolluğu olamaz. Daha doğrusu “tekne” değil de “motoryat ve megayat” bolluğu. Bu iki koyda belki 200 dev motoryat. Her biri 20-30 metre ve bir otoparktaki arabalar gibi yan yana sıralanmışlar. İddia şu ki, Simi’ye gidemeyenler D-Maris’teki Manos ve Nusr-et’te karın doyurmaktalar…

İnbükü’nde eşsiz bir keyif…

Biz bu papatya tarlasının önünden hızlıca geçip körfezin dibindeki İnbükü’ne yollandık. Buranın yerel denizciler arasındaki ismi Emel Sayın koyu’dur. Sebebi 70’li yıllarda Yeşilçam’ın ilk mavi yolcularından biri olan Emel Sayın Bodrum’da bir ahşap tekne yaptırır. Bu tekneyi Orhaniye’ye bağlar ve müzik-film çalışmalarından her fırsat bulduğunda Orhaniye’ye gelir teknesine biner ve bu koya gelirmiş. Burayı o kadar severmiş ki, pek başka yere de gitmezmiş. Emel Sayın haklıymış. İşte huzur ve mutluluğun zirve yaptığı yer. Burası bir mesire alanı ama karadan çok az sayıda insan geliyor. Üç günlük konaklamamızda sadece çadır kuran iki üç genç, üç beş de araba gördük. Buna karşılık sayıları yedi sekiz ile maksimum 22 yelkenli ve küçük motoryat denizin üstünde ahenk içinde yaşıyordu. Datça’nın güney kıyılarında ağaca tekne bağlama yasağı oldukça ciddi bir şekilde denetleniyor. İnbükü’nde de sadece beş teknenin kıyıdan koltuk halatı alabileceği kayalar var. Dolayısıyla 10-15 tekne sürekli alargada denizin üstünde tatlı tatlı geziniyor. “Tatlı tatlı ve ahenkli”… Çünkü körfezin dip noktasındaki İnbükü’ne fırtınalar bile pek az tesir ediyor. Datça’da 25-30 dm hava olduğunda, İnbükü’nde 7-8 esiyor. Kıyıda küçük bir azmak, çevresinde kırmızı-beyaz dev zakkumlar. Harika bir çam ormanı, kızıl kahverengi görkemli kayalıklar. Muhteşem bir deniz, çünkü rüzgâr genellikle karadan esiyor ve suyun üstünde ne polen, ne köpük hiçbir pürüz yok. Koy ortasında 10 metrelere demir atıp 30-35 metre zincir döşeyip mıh gibi kalıyorsunuz. Bu arada zinciri fazla atmamak lazım, zira alargada çok tekne olduğundan uzun zincir nedeniyle çapariz ortaya çıkabilir.

Kurucabük’ten son dakika notları…

Dergimiz baskıya yollanmak üzereyken son Hisarönü notlarımı da Kurucabük’ten aktarıyorum. İnbükü’nden çıktıktan sonra geçtiğimiz yıllarda büyük tekne yoğunluğu ve bazen bu nedenle şikâyetler yaşanan Kurucabük’e geldik. Yolda Bencik sonrası tüm koylar (Dal Bükü, Kurt Bükü, Hurmalı Bük, Günlücek Bükleri) bomboştu. Bunun sebebi sanırım, yolculuğumuzun bu etabının hafta sonuna denk gelmesi ve guletlerin pek çoğunun yolcu değişimi için limanların yolunu tutmuş olmasıydı. Çünkü bu açık deniz koyları çoklukla guletlerin mekânıdır. Kurucabük’e girdik, ki hayret! Burası da boş. Alargada 5-10 tekne var, ama Aktur’u ikiye bölen Adatepe Yarımadası’nın doğu kıyısındaki olağanüstü çam ormanı kıyıları hayli sakindi. Hemen kıyıda koltuk halatı bağlayabileceğimiz kayaları taradı gözlerimiz. Bir yer bulduk ve yanaştık. Burada sorun koltuk halatı bağlayacak sualtı – su üstü kayası pek olmaması. Biz de üç dört tur halat dolayıp biraz yamuk taşlara bağlandık. Maalesef yanımızdaki az sayıdaki teknenin tamamına yakını hâlâ ağaçlara bağlanmışlardı. Acı acı o ağaçlardaki derin halat oyuklarını düşünürken akşamüstü saatlerinde iki yanımıza üç tekne daha geldi. Demiri attıkları gibi kıyıya yanaşıp koltuk halatlarını onlar da asırlık ağaçlara dolayıverdiler. Burada bir iki gün geçirmeye niyetliyiz. Bakalım bir Sahil Güvenlik denetimi olup bu teknelerin fotoğraflarının çekildiğine de tanık olacak mıyız?

Sahil Güvenlik fotoğraf çekiyor, 2.800 TL ceza Orman Bölge Müdürlüğü’nden geliyor. Şakası yok, zaruri bir durum olmadıkça kurallara özen gösterelim!

created by dji camera

created by dji camera

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.