Okyanusu nasıl tanımlarsın? “İnsanı büyüleyen sonsuz bir mavi…” Mesela? Ya da “ürkütücü derinlikte karanlık ve gizemli bir boşluk…” Peki, okyanusların henüz yüzde 95’inin keşfedilmemiş olduğunu biliyor muydun? Milyarlarca, belki daha fazla tür yaşıyor, bildiğimiz bilmediğimiz… Bu ay bildiğimiz, ya da bildiğimizi düşündüğümüz bir tür olan yunuslardan konuşmak istiyorum. Zeki, sevimli, güler yüzlü hayvanlardan… Ama gerçekten güler yüzlüler mi acaba? “Yine karışık sorular soruyorsun Bünyamin, hem meteoroloji, iklim filan ne alaka şimdi?”
İklime değil de iklim değişikliğine sebep olan “sanayileşme”ye bir ucundan dokunacağım. Sonra konuyu yunuslara ve insan sağlığına getireceğim, o estetik geçişleri fark etmeyeceksin bile. Bak şimdi sanayileşmenin o güzel okyanusun derinliklerine bile nasıl nüfuz ettiğini göstereceğim sana. Bir zarardan bahsetmek için tabii gidip de denizin içine termik santral kurmak gerekmiyor. Mümkün olsaydı o da yapılırdı sanırım ama çok uzaklardaki bir kömür santrali veya çöp yakma tesisi veya bir fabrika bile atıklarıyla okyanusun her bölgesinde kendini gösterebiliyor. Nedir bu atıklar? Konuyu yunuslara bağlayabilmem için cıvadan bahsetmem gerekiyor. Hâlâ pek bir şey oluşmadı kafalarda sanki değil mi? Dur geliyorum şimdi konuya.
CIVA ZEHRİNİ BİZ DE SALIYORUZ
Cıva aslında doğada çok az bulunan bir element, havada karada şöyle toplasan ancak 0,01 oranında filan bulunur. Yani şöyle söyleyeyim kayaçlarda, suda veya havada cıva oranı hep değişken ama eğer kirlenme yoksa 0,01 ile 0,0001 arasında değişiyor. Fakat sanayi uygulamaları sonucunda ve üretim sürecinde klor, plastik maddeler gibi yan ürünlerde ya da petrol, kömür gibi yanma atıkları halinde atmosfere tonlarca cıva salınıyor.
Tabii sadece kömür santralleri filan değil, kendimiz de doğaya cıva zehrini yayıyoruz. Çünkü evde, dışarda her yerde kullandığımız cihazlar zaten cıva içeriyor. Özellikle bu floresanlarda mesela, sonra televizyon, telefon, mutfak aletleri, elektronik neredeyse her cihazda cıva elementi var. Ama sorun bunları kullanmakta değil, sorun bu maddelerin ayrıştırılmasında ve dönüştürülmesinde. İnsana ve doğaya verilen zararı minimuma indirmek için “ayrıştırma süreci”nin profesyonel bir şekilde yapılması gerekiyor.
Sonuç olarak birtakım sanayi uygulamalarıyla, yanlış ayrıştırma gibi işlemlerle atmosfere cıva ve daha birçok madde salınıyor. Daha sonra da yağmur olarak dünyaya, okyanuslara geri dönüyor. En küçük deniz canlıları planktonlardan, çok daha büyük balıklara uzanan cıvanın yolculuğu insanlara kadar ulaşıyor. Büyük balıklardan yunuslar, okyanustaki besin zincirinin son halkalarından olduğu için tabiatıyla en çok cıvayı da onlar alıyor.
İNSANLARA KADAR UZUYOR!
Florida’da sahil kesiminde yaşayan halktan alınan saç örnekleri de bu zincirin insanlara kadar uzadığının en büyük kanıtlarından. Indian River Lagünü bölgesinde yaşayan yöre halkında EPA’nın (Çevre Koruma Kuruluşu) güvenilir saydığı seviyenin çok üstünde cıva olduğu tespit edilmiş. Zaten bu bölgedeki yunuslar da vücutlarında tehlikeli seviyede cıva barındırıyorlar. Burada insanlar da, yunuslar da aynı deniz ürünlerini tüketiyorlar. Şimdi nasıl oluyor da bu cıva bünyelere ulaşıyor. Zor değil, cıva, suya girdiğinde en zehirli formu olarak bilinen metil cıvaya dönüşüyor ve herhangi bir canlının vücuduna girmesiyle besin zincirine katılmış oluyor, ardından seyahati başlıyor. Ve bu zincirdeki her basamağı çıktığında zehir etkisi daha da artıyor. İşte bu yüzden son halkada yer alan yunus ve küçük balinalar gibi canlılar en fazla cıvayı alıyor. Ayrıca bize garip gelebilir ama bazı kültürlerin mutfağında yunus eti var. Bu insanlar da artı bir tehlikede olmuş oluyor, çünkü cıva ciddi beyin ve sinir hastalıklarına sebep olan zehirli bir element. “Ohhh, çok şükür
yunus yemiyorum” mu dedin? Her şey keşke o kadar basit olsa. Bak, yunus dışında kılıç balığı, uskumru, suşide çok kullanılan tuna balığı gibi hayvanlar, bulundukları suyun milyonlarca misli zehirli madde taşıyor. Yaa, nasıl da sanayilerden, fabrikalardan geldik yine sofraya, çevreye, sağlığa. Bunun nedeni tabii boğazıma olan düşkünlüğüm değil, sana olan düşkünlüğüm, tehlikeleri gör ki hayatın tatlı kısmı sana kalsın. Dünyadaki sistem aslında bir zincir şeklinde işliyor. Bir halkasına bile verilen zarar her canlı tarafından hissediliyor. Biliyoruz hepimiz ama benim de yapmak istediğim bir örneğin daha üzerinden bunu anlatmak aslında.
YUNUSLAR MUTLU MU?
Yunuslardan bu kadar bahsetmişken onlara yapılan işkenceden bahsetmeden yazıyı bitirmek vicdanıma sığmayacak. Belki duymuşsundur, belki de duymamışsındır, hatta yunuslarla yüzmüş, onların gösteri merkezlerine gitmişsindir. Ama şimdi anlatacaklarım hepimizin yüreğini burkacaktır. Yunuslar doğal çene yapılarından dolayı etrafa neşe saçıyor gibi görünüyorlar. Gösteri merkezlerinde danslar edip taklalar atarken çok mutluymuş gibi geliyor bize. Ama maalesef öyle değil. Vahşice doğal ortamlarından alınıp eğitilmeleri için gösteri merkezlerine gönderiliyorlar. Beğenmediklerini de et olarak dağıtılması için 600 Dolar gibi cüzi bir miktara satıyorlar. İşte bu şekilde hem doğadaki denge bozuluyor, hem ekosisteme zarar veriliyor, hem de biraz önce anlattığım yunusların içerdiği cıva insanlara da tehlike saçıyor.
Yunuslar için ses çok önemli. İletişimlerini kendilerine özel sesleriyle sağlıyorlar. Ve o kadar gelişmiş duyuları var ki son teknoloji bir radar bile yanında oyuncak gibi kalır. Şimdi düşün, küçücük bir havuzda, etrafında çığlıklar atan insanlarla, alkış sesleriyle ona öğretilen hareketleri yapmak zorunda olan bir yunus gerçekten mutlu mudur? Zaten stres altında oldukları için hepsi ülser hastası.
“The Cove” (Koy) filmini duymuş muydun? Oscar ödüllü bir belgesel film. 10 sene bu sektörün oluşması için, 35 sene de bitmesi için uğraşan eski bir yunus eğitmeninin çektiği film. Durumu çok iyi açıklıyor, kesinlikle izlemeni tavsiye ederim. İzleyeceğini de düşünerek bu konuda fazla ayrıntıya girmeyeceğim.
YANLIŞ AVLANMAYA KARŞI OL!
Şunu bilmeni istiyorum; sen de doğana, çevrene, diğer canlılara, kendine ve çocuklarına katkıda bulunmak istiyorsan yanlış avlanmaya, ekosisteme zarar veren her türlü uygulamaya her zaman karşı olmalısın. Japonya’da her yıl yaklaşık 23 bin yunus ve domuz balığı öldürülüyor. Bu sayı başka bir balık türü veya canlı türü için de söylenebilir. Mesela Türkiye’de de lüfer sayısının azalması sebebiyle koruma kampanyası başlatılmıştı. Lüfer, Marmara’yla, hatta İstanbul’la özdeşleşmiş bir balık. Ama buradaki önemli nokta, sadece yemek çeşitliliğimizin azalmasına engel olmak değil tabii ki de, bence gelecek nesillerin bizdeki emaneti olan bu dünyaya da, diğer canlılara da bir şeyler borçluyuz.
En başta bu dünyayı ve biyosferi (okyanusun dibinden, atmosferin tepesine kadar tüm canlı yaşam alanı) korumak adına bir şeyler yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Bir şeyler yapmak için de haberdar olmak gerekiyor. Ben de bu ay seni bu konuda bilgilendirmiş olayım.
Kal sağlıcakla… ☸