Bugüne kadar toplam 62 Yunan adasına gittim. Her seferinde günler öncesinden planlar yaparak, adalar hakkında kitaplar okuyarak, tonlarca mazot harcayarak ve zaman zaman fırtınalarla boğuşarak… Şimdi bu zorlu adaların birçoğunu aynı gün içinde sinek gibi dolaşınca bunca yıldır verdiğim emekler gözümden film şeridi gibi geçti. Eve döndüğümüzde ise gördüklerimize mi duyduklarımıza mı delirelim bilemedim.
Hayatta en büyük lüks, dostlarımızla geçirilen güzel zamanlar… Pandemi döneminde çıkardığımız derslerin en önemlisi bu galiba. O yüzden böyle bir fırsat olduğunda ne kadar işim yoğun olsa bile kaçırmak istemiyorum. Mayıs ayının son haftası sevdiğim bir dostumdan böyle bir teklif gelince ‘iş bir yere kaçmıyor Emir çık yola’ dedim. Gerçi mevzu da seksiydi, biraz onun da etkisi oldu. Bu dostumuzun yeni aldığı Tecnohull Omega 47 botunu Atina’dan getirecektik. Arkasında 3 x 500Hp Racing motorlar ile testlerde 82 deniz milini görünce heyecan biraz daha arttı bizlerde. Altı koltuk için altı arkadaş yola çıktık ama ilk gün bir arkadaşımızın uçağı kaçırması ile beş kişi Tecnohull’ın Atina’daki fabrikasına vardık.
Botumuz hangarda heybetli bir şekilde bizi bekliyordu. Kullanım talimatlarını dikkatlice dinleyip videoya aldıktan sonra botu suya indirttik. Suya inince doğal olarak hangardaki heybetinden biraz kaybetse de yakışıklılığı iyice ortaya çıktı. Burada fabrikaya bir parantez açmak istiyorum. Yıllar evvel Tecnohull 999 botumu almaya gittiğimde doğru düzgün tuvaleti bile olmayan, sanayi mahallesinde dökük bir dükkânla karşılaşmış ve büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım. Dünyanın en performanslı RIB’lerini yapan bir firmanın böyle perişan bir yerde üretim yapıyor olması çok üzücüydü. Bu sebepten bugün geldiği noktayı görmek çok gurur vericiydi. İnanılmaz şık ve pırıl pırıl bir fabrika ile karşılaşınca kurucu ortağı Jerry’i tebrik ettim.
MYKONOS GÜNCELLEMESİ
Hava raporu sonraki günleri rüzgârlı gösterdiği için rotamızın ilk durağının kuzeyde olması gerektiğinde hem fikir olup dümeni Mykonos’a kırdık. Benim yazılarımı okuyanlar bilir ‘rüzgârın lanetlediği ada’ derim hep bu dünyanın gözbebeği, şeytan adalarının kralı için. Denizciler için en sıkıntılı yollardan biri, megayatlar için ise sezonda yer bulması en zor yerlerdendir. 47 feet botumuzla haşırt diye iki saatte geçince bu parkuru biraz heyecanı kaçsa da yaz başlamadan kendimizi güncellemek için çok iyi bir fırsat oldu.
Havanın nispeten serin olması ve yan kapama tentelerinin olmaması yüzünden yolun sıkıntılı geçeceğini anladığımız için iki üç gün havanın düşmesini beklemeye başladık. Bizim hanımlar için bu bahane pek inandırıcı gelmese de gerçek buydu. Çünkü hız denemeleri yaparken yan kapamaların 40 deniz mili süratten fazlasına dayanamadığını keşfetmiştik.
Uçağı kaçıran arkadaşımızın bütün bir günü havalimanında geçirmek pahasına olsa da akşam saatlerinde katılımıyla Mykonos güncellemesini yapmaya başladık.
İkinci günün sonunda artık sıkılmaya başladığımızda Windy’den iyi haber geldi ve ertesi gün benim en sevdiğim ada olan Paros’a zıpladık. Zıpladık diyorum çünkü sıkıcı bir şekilde çok kısa sürdü. Planımız, Temmuz ve Ağustos’ta kuvvetli rüzgârlar sebebiyle plan yapıp gitmek çok zor olan şeytan adalarının en can alıcı yerlerini oraları görmemiş arkadaşlarımıza göstermekti. Fragman tadında olsa bile en azından görebildiğimiz kadar çok yeri vızır vızır dolaşmak onlar için keyifli oldu ama ben çok değişik bir duyguya kapıldım.
ADALARA “CE-E” YAPIYORUZ
Çoğu zaman eşimle, bazı zamanlar da dostlarımız ve ailemizle toplam 62 Yunan adasına gittim. Her seferinde günler öncesinden planlar yaparak, adalar hakkında kitaplar okuyarak, tonlarca mazot harcayarak ve zaman zaman fırtınalarla boğuşarak. Bunların en zor bölümleri şeytan adalarının etrafında gerçekleşmişti. Paros, Sifnos, Polyagos, Milos gibi adaları aynı gün içinde sinek gibi dolaşınca bunca yıldır verdiğim emekler gözümden film şeridi gibi geçti.
Yeni bir adaya gitmek, orayı tanımak benim için her zaman kutsal bir mevzuydu ama yanımdakilere bakınca denize girip daha şortu kurumadan hadi öbür adaya bakalım diyen arkadaşlar gördüm. Mesela bir yelkenci için buraları gezmek belki bir yaz sezonu demek. Şımarıklık yapıyormuşuz hissine kapılsam da anın keyfini çıkarmak için bu gereksiz hassasiyetlerden sıyrılıyorum. Yine veriyoruz gazı 40-50-60 derken orada bekle diyorum teknenin sahibi arkadaşıma. Benzine bakıyoruz tekrar Sifnos’a uğrayıp yakıt almazsak Paros’a dönemeyeceğimizi anlıyoruz. Nasıl olsa deposu büyük diye sabahtan beri adalara “ce-e” yapıp dönüyoruz hız denemeleri hatta zaman zaman sınırları zorlama girişimleri ile.
Polyagos’un cam gibi sularının üstünde denizi seyretmek yerine başlıyorum Sifnos’ta daha önceden telefonunu aldığım bir araba kiralama şirketini arayarak yakıt kamyonu şoförünün cebini alıyorum ve şansımız yaver gidiyor adam hemen geliyor. Yakıtın üstüne burada harika bir yer var diyerek onları Sifnos’un güneyinde bulunan Omega 3 restoranına götürüyorum. Kumların üstünde gelen yemeğe bayılıyorlar ve iki üç saat takıldıktan sonra tam ayılacakken hesabı görünce tekrar bayılıyorlar. Kumların üstündeyiz ama hiç öyle Yunan tavernası tarifesi yok, bildiğin okkalı Bodrum hesabı.
Dönüşte “Armatore” yazısındaki “1-2-3 saniye, 1 Euro gitti” hesabı aklıma takılıyor. Göstergede her litre eksilmesinin aralıklarını sayarak başlıyoruz. 40 knot ile giderken 15 saniyede 1 litre gittiğini tespit ediyoruz. Sonra 55-60 knot aralığında 10 saniyede 1 litre gittiğini dehşetle gözlemliyoruz. 70 knot ve üstünde ise motorların Khaleesi’nin ejderhalarına dönüştüğüne şahit oluyoruz. Benzini içiyor derler ya, bunlar fondip yapıyor.
Dönüş günü tenteleri tekrar patlatmamak için daha makul bir şekilde 40 knot ortalama süratle Ege’nin en zor parkuru olan şeytan adaları ile 12 Adalar arasını hafif çırpıntılı bir suda yine haşırt diye geçip kendimizi Leros’a atıyoruz. Bizim tarafa geçince eve gelmiş hissine kapılıyoruz ve kendimizi aynı zamanda adanın belediye başkanı olan Dimitri’nin kollarına bırakıyoruz. Şaşırtıcı bir hızla önceden hazırlığı başlamış evraklarımızı toparlayıp pasaport kontrolünden geçiyoruz ve bir kahve içimlik zamanda işimiz bitiyor.
EVE DÖNDÜĞÜMÜZÜ İDRAK ETTİK!
Yalıkavak’a gelip pasaport kontrolünden geçtikten sonra maalesef eve döndüğümüzü idrak ediyoruz. Annemi ziyaret edip beraber bir yemek yiyip sonra uçağa gitmek üzere arabayı beklemeye başlıyoruz ki ‘trafik kilit, gecikiyorum’ diye şoför arıyor. Yolu kazmışlar! Araba uzun bekleyiş sonucu geliyor ama Yalıkavak-Gündoğan arası trafik çilesi bitmek bilmiyor. Daha mayısın sonunda bu haldeyse yazın ne olacak buraların hali düşüncesi ile burnumuzdan geliyor. Yollarda beton kamyonları, tırlar, vidanjörler hatta dev sondaj kamyonu bile var. Toz, toprak, keşmekeş. Her yer, her delik inşaatlaşmaya ve doğayı yok etmeye son hızıyla devam. Moralimiz bozuluyor. Gündoğan burnundaki cinayeti görünce ben dayanamayıp sövmeye başlıyorum. Fransa’da ölüm cezası olsa yapanların idam edileceği bir inşaat ve hiç kimse bir şey yapamıyor. Bu sadece çarpıcı bir örnek ama yarımadanın her köşesi böyle. Koca bir ülkenin ve dünyanın gözü önünde canım Bodrum’a bağırta bağırta tecavüz ediliyor herkes ‘yeni neresi açılmış’, ‘hesap kaç para geliyormuş’ onun peşinde. YAZIKLAR OLSUN, YAZIKLAR OLSUN, YAZIKLAR OLSUN. Allah’ınızdan bulursunuz inşallah demekten başka elden bir şey gelmiyor. Bodrum’da doğaya tecavüz etmek artık normalleştiği için deniz yazarlarımız acaba Göcek’i kurtarabilir miyiz diye çırpınıyor ama orada tren kalkalı çok oldu. Sözüm ona doğayı koruyacak MUÇEV eli ile pis ‘Faliyetler’ oluyor. Bilerek ‘faaliyet’ yazmadım çünkü kendi internet sitelerinde faaliyetler başlığı ‘Faliyetler’ olarak yazılmış. Varın gerisini siz hayal edin. Göcek’te şamandıralar gelecekmiş de deniz çayırları korunacakmış, tekneler belirlenen mapalara bağlanacakmış da üç günden fazla aynı yerde kalamayacakmış. ANDERSEN’DEN MASALLAR, YERSEN.
Regülasyonlar gelecek artık çok sıkı olacak deyip korkutarak tekne sahiplerini Türk bayrağına geçirmek için kandırdınız ve hiçbir yasa ve düzenleme getirmediniz. Komşumuz Yunanistan, deniz taşıtlarından her ay vergi toplarken, denizlerini korumak için her sene yeni vergiler ve kurallar getirirken bizde devasa tekneler özel tüketim vergisi bile ödenmeden alınıp koyların içine çökmeye ve etmeye devam ediyor. Neymiş deniz çayırları korunacakmış. Biz valla yıllardır yazarak hatta bağırarak, çığırarak ‘DENİZ HIYARLARI’nı temizleyemedik, belki siz çayırları korursunuz. Bodrum’da gözle görülen çayırları korumayanlar, Göcek’te denizin dibindeki çayırları nasıl korursa ancak o kadar korunur.
Keyifle oturup keyifli bir şeyler yazayım diyorum ama sonra esas yazıp küfretmem gereken şeyler aklıma geliyor. Tansiyonum yükseliyor, asabım bozuluyor. 80 mille adaları gezerken yazının geldiği noktaya bak. Yazı duvara çarptı resmen. Deniz çayırlarını koruyacağız diyorlar yaaa!!!
Neyse çok uzun zamandır yazı yazmıyordum ama hızlı bir yazı ile size bir “ce-e” demiş oldum.☸