Hukuki boyutuyla KORSANLIK VE DENİZ HAYDUTLUĞU

Bu yazıda popüler kültürdeki gibi romantize edilerek ballandıra ballandıra anlatılan korsan güzellemesi yapmayacağız. Tarihi veçhelerini deniz tarihçilerine bırakıp, konuyu daha ziyade uluslararası hukuk perspektifinden irdeleyeceğiz.

Galiba, korsan denildiğinde akla ilk gelen şey; egzotik, tropik adalar civarında üzerinde kafatası ve çapraz kemik figürünün yer aldığı jolly roger siyah bayrakları toka edilmiş yelkenli gemilerdeki üç köşeli şapkalarıyla, bir elinde pistol, diğer elinde rom olan Hollywood karakterleri ya da romanlardaki meşakkatli sergüzeştler neticesinde ele geçirdikleri haritalarla define peşinde koşan maceraperestler. Örneğin, Büyük Britanya’da 1724 yılında yayımlanan ve Karasakal lakabıyla bilinen Edward Teach ve İrlandalı ünlü kadın korsan Anne Bonny gibi korsanların serüvenlerini konu alan “En Kötü Şöhretli Korsanların Soygun ve Cinayetlerinin Genel Tarihi” adlı kitap o dönem en çok satanlar arasına girmiş. Ancak kimi gerçek kimi fiktif olan Karasakal, Kara Bart, Kaptan Flint, Long John Silver ya da Karayip Korsanları’nın Jack Sparrow’u maalesef kahramandan ziyade uluslararası hukuk bakımından hem de en fenasından suçlu olarak addedilen haramilerdir.

KORSAN MI, DENİZ HAYDUDU MU?

Her ne kadar galat-ı meşhur olmuş olsa da, filhakika, korsan (corsair / privateer) ile deniz haydudu (pirate) tabirleri bambaşka iki kavram. Ancak günlük konuşma dilinde deniz haydudu ibaresi yanlış bir şekilde korsanlık olarak kullanılıyor. Hâlbuki korsanlar kabaca belirli bir disiplin içinde hareket eden ve bir devletten aldığı müsaade ile diğer devletlere ya da onların gemilerine karşı yarı askeri faaliyetler yürüten imtiyazlı denizciler olarak tarif edilebilir. Nitekim bunlar Türk, İtalyan, Fransız ve İngiliz deniz tarihi bakımından da önem arzetmektedirler. Tabiatıyla, geçmişte Akdeniz’in adeta Türk gölü olmasını temin eden Garp Ocakları’nın kahraman leventlerinden tutun da İngiliz-Fransız deniz rekabetindeki korsan savaşçıların ya da şövalye tarikatlarının Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerinin, kısa yoldan bireysel zenginleşme aracı olan görülen yağmacı deniz haydutluğuyla karıştırılmaması ehemmiyet arz ediyor. Lâkin hukuk optiğinde kalmak adına, burada bahse konu kavram kargaşasının etimolojik ve tarihi detaylarına daha fazla girmeyelim. Özellikle korsanlığın altın çağında, 17. yüzyılın ortasından itibaren 18. yüzyılın başına kadar, bir deniz savaşı yöntemi gibi görülen ve denizlerde donanma disiplini dışında gayrinizami harp unsuru olarak devletlerin birbirine karşı kullandıkları korsanlık faaliyetlerinin 1856 Paris Deklarasyonu’yla yasaklandığını burada not düşüp deniz haydutluğu konusuna dönelim.

TÜM İNSANLIĞIN DÜŞMANI

Braudelin’in de dediği gibi, antik medeniyetlerin beşiği Akdeniz’de korsanlık tarih kadar eskidir. Deniz haydutluğunun kökeni antik zamanlara dayanmaktadır. Örneğin, Cicero deniz haydutlarını tüm insanlığın düşmanı (hostis humani generis) olarak tarif etmiştir. Cicero’nun deniz haydutlarını bu denli fena şekilde tasvir etmesinin nedeni, bunların işledikleri suçlardan ziyade, söz konusu suçların alelade suçlar gibi insanların doğal yaşam alanı olan karada değil de denizde cereyan etmesi olsa gerek. Denizde tehlike halinde öteden beri insanların birbirine yardım etme sorumluluğu olduğu kabul edilmektedir. Nitekim bu durum mevcut uluslararası hukuk sistemine de yansımıştır. Örneğin BM Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS, 1982), Denizde Arama ve Kurtarma Uluslararası Sözleşmesi (SAR, 1979), Uluslararası Kurtarma Sözleşmesi (1989) ve Denizde Can Emniyeti Uluslararası Sözleşmesi (SOLAS, 1974) denizde tehlikede olan insanlara yardım etme yükümlülüğünü ayrıntılı olarak düzenlemektedirler. Bu bağlamda, insanın doğal yaşam alanı dışında, birbirine yardım etmek yerine, bir haydutluk eyleminde bulunması hem ahlaka hem hukuka hem de tüm insanlığı karşı bir davranış olarak değerlendirilmiştir. BMDHS’nin 105. maddesi ile deniz haydutluğuyla mücadelede evrensel yetki ilkesi kabul edilmiştir. Nitekim uluslararası teamül hukuku da deniz haydutluğunu uluslararası suç olarak kabul etmekte ve bunları bütün insanlığın düşmanı olarak değerlendirmektedir. Bahse konu evrensel yetki, açık denizlerde münhasır bayrak devleti ilkesinin önemli bir istisnasıdır. Dolayısıyla, evrensel yargı yetkisi kuralı çerçevesinde; suçun işlendiği yer, failin ve mağdurun uyrukları veya fail ve yargılama yetkisini kullanacak ülke arasında herhangi bir bağlantı bulunması şartı bulunmamaktadır. Burada önemli olan doğrudan deniz haydutluğu suçunun kendisi olup, amaç ise bu durumda küresel ölçekte hesap verilebilirliği sağlayarak denizde can ve mal emniyetinin sağlanması ile deniz ticaretinin kesintiye uğramadan sürdürülmesidir. BMDHS’nin 100-107. maddeleri ile 110. maddesinde deniz haydutluğuna ilişkin olarak tafsilatlı hükümler yer almaktadır. BMDHS deniz haydutluğunu, bir özel geminin veya bir özel uçağın mürettebatı veya yolcuları tarafından açık denizde ya da hiçbir devletin yetkisine tabi olmayan bir yerde, bir gemiye veya uçağa veya bunlardaki kişi veya mallara karşı kişisel amaçlarla işlenen her türlü yasa dışı şiddet, alıkoyma veya yağma fiili olarak tanımlamaktadır. Deniz haydutluğu, 1980’li yıllardan itibaren Uluslararası Denizcilik Örgütü’nün (IMO) gündeminde de yer tutmaktadır. IMO bu bağlamda, 1990’ların sonunda ve 2000’li yılların başında Güney Çin Denizi ve Malakka Boğazı’na odaklanırken, 2005 yılından itibaren deniz haydutluğu olayları daha çok Somali açıkları, Aden Körfezi ve Hint Okyanusu’nda meydana geldiği cihetle bu bölgeye yoğunlaşmaya başlamıştır. Son yıllarda vakaların Aden Körfezi’nden Gine Körfezi’ne kaymasıyla birlikte IMO’nun dikkati de hâlihazırda Batı Afrika’ya yönelmiş durumda. IMO, denizcilik sektörünün de desteği ve iş birliğiyle, geçtiğimiz yıllarda deniz haydutluğunun olumsuz etkilerini azaltmak adına birtakım tedbirler geliştirdi. Örneğin, deniz haydutluğu olaylarına ilişkin IMO’nun Küresel Entegre Denizcilik Bilgi Sistemi’nde (GISIS) güncel veriler yayımlanmaktadır. GISIS’te 2-18 Kasım 2020 tarihleri arasında yedisi Batı Afrika, biri Doğu Afrika, dördü Malaka Boğazı, biri Güney Amerika ve biri de Güney Çin Denizi’nde olmak üzere toplam 14 olay tam lokasyon bilgisi ve detaylarıyla rapor edilmiş. İlaveten, IMO, talep eden üye devletlere deniz haydutluğuyla mücadele için de destek vermektedir. Bu çerçevede, Batı Hint Okyanusu ve Aden Körfezi’ndeki deniz haydutluğunu bastırmak için 2009 yılında IMO üyesi bölge ülkeleri tarafından Cibuti Davranış Kuralları kabul edilmiştir. Benzer şekilde başta Batı Afrika olmak üzere 25 bölge ülkesi 2013 yılında deniz haydutluğuyla mücadele amacıyla Yaounde Davranış Kuralları’nı kabul etmiştir. Bu bağlamda IMO, Gine Körfezi’ndeki, ülkelere kapasite geliştirme desteği vermekte, deniz haydutluğunun ülkelerin ulusal mevzuatlarında cezai müeyyideye tabi suç olarak düzenlenmesini teminen çalışmalar yapmakta ve ilgili yerel personele eğitim vermektedir. Keza, IMO Deniz Haydutluğu Çalışma Gurubu marifetiyle bayrak, liman ve kıyı devletleri için Batı Hint Okyanusu ve Aden Körfezi’ndeki yüksek riskli bölgeler için “Özel Sözleşmeli Silahlı Güvenlik Personeli (PCASP)” hakkında muhtelif rehberler yayımlanmaktadır.

IMO, yine bu çerçevede, Denizde Seyir Güvenliğine Karşı Yasadışı Eylemlerin Önlenmesine Dair Sözleşme’yi (SUA Sözleşmesi) 1988 yılında kabul etmiştir. SUA Sözleşmesi’nin hazırlanmasına neden olan olay ise “Achille Lauro” adlı yolcu gemisinin 1985 yılında kaçırılması olayıdır. Anılan Sözleşmede, bilahare, 2005 yılında kapsamlı değişiklikler yapılmıştır. SUA Sözleşmeleri, gemilere ya da kıta sahanlığındaki sabit platformlara karşı geminin kuvvet kullanmak suretiyle kontrolünün ele geçirilmesi ya da gemide bulunan kişilere yönelik şiddet gibi yasadışı eylemler gerçekleştiren kişilere karşı uygun eylemde bulunulabilmesini teminen uluslararası hukuki çerçeveyi oluşturmaktadır.

SUA ile esasen BMDHS rejimindeki eksiklikler ve boşlukların giderilmesi hedeflenmiştir. Bu çerçevede, özellikle bir olayın deniz haydutluğu olarak değerlendirilebilmesi için gereken iki ayrı geminin bulunması zorunluluğu ortadan kaldırılmıştır. Zira söz konusu zorunluluk olduğu takdirde geminin yolcuları tarafından kaçırılması ve akabinde bir suç işlenmesi halinde bunun deniz haydutluğu olarak değerlendirilmesi teknik olarak mümkün olmuyordu. Bu bağlamda SUA Sözleşmesiyle birlikte herhangi bir şahıs, kanuna aykırı ve kasıtlı olarak kuvvet kullanmak suretiyle, tehditle veya herhangi bir korkutma eylemi ile bir gemiyi veyahut bunun kontrolünü ele geçirirse suç işlemiş olarak kabul ediliyor. Ülkemiz 1988 ve 2005 tarihli SUA Sözleşmesi ve protokollerine taraf olmuştur. Ancak, IMO sözleşmelerinin doğrudan yürürlük ve yaptırım yetkisi olmadığı için bunların, ulusal hukuk sistemimizde yapılacak mevzuat değişiklikleri ile tam olarak yansıtılması icap etmektedir.

Günümüzde, uluslararası deniz ticaretinde yoğun biçimde kullanılan su yolları olan, Kızıl Deniz ve Aden Körfezi, Malakka Boğazı, Güneydoğu Asya’nın bazı bölgeleri ile Gine Körfezi’nde zaman zaman deniz haydutluğu olayları vuku bulmaktadır. Bu konudaki çarpıcı örneklerden birisi, 2008 yılında Le Ponant isimli Fransız süperyatının, Seyşeller’den Akdeniz’e müteveccihen ilerlerken Aden Körfezi’nde Somalili deniz haydutları tarafından içindeki 20 mürettebatıyla birlikte kaçırılması olayıdır. Bahse konu örnekte, rehin tutulan mürettebat ancak yüklü bir fidye karşılığı serbest bırakılmıştı. Nitekim günümüzde deniz haydutları gemilerdeki insanları köle yapmak yahut gemideki kargoyu yağmalamaktan ziyade gemideki mürettebatın bir kısmını yüklü fidye alabilmek maksadıyla alıkoymaktadır. IMO tarafından 20 Kasım 1981 tarihinde kabul edilen bir kararla bütün ilgili ülkeler, 1981 yılında deniz haydutluğuyla mücadelede odak noktası olarak kurulan ve INTERPOL’de gözlemci statüsü de bulunan, ICC – Uluslararası Denizcilik Bürosu (IMB) ile bilgi paylaşmaya ve iş birliği yapmaya davet edilmiştir.

TÜRKİYE’NİN MÜCADELEYE KATKISI

Deniz haydutluğu yalnızca can ve mal emniyetini tehdit etmekle kalmayıp, dünya ticaretinin temelini oluşturan uluslararası deniz taşımacılığını ve deniz hukukunun en temel ilkelerinden biri olan seyir serbestisini de olumsuz etkilemektedir.

Türkiye, uluslararası toplumun deniz haydutluğuyla mücadele alanındaki çabalarını başından beri destekleyip bu bağlamda BM, IMO ve NATO gibi uluslararası örgütler bünyesinde yürütülen çalışmalara da aktif katkı sunmaktadır. Örneğin, 2009 yılından itibaren Somali açıklarında, gemilerimizin yoğun bir şekilde seyir yaptığı Aden Körfezi’nde, Arap Denizi ve mücavir bölgelerinde deniz haydutluğuyla mücadeleye fiilen iştirak etmektedir. Bu çerçeve, ilgili BMGK kararlarıyla da uyumlu olarak, Anayasamızın 92. maddesi kapsamında TBMM’de her yıl yenilenen teskerelerle, en son 10 Şubat 2020 tarihinden itibaren görev süresi bir yıl daha uzatılan, Deniz Kuvvetleri unsurlarımız bölgedeki faaliyetlerini başarıyla sürdürmektedirler.

Bu meyanda, Türkiye 2009 yılında deniz haydutluğuyla mücadele maksadıyla kurulan Birleşik Deniz Kuvvetleri (Combined Task Force – CTF) bünyesinde oluşturulan CTF-151 emrinde görevlendirdiği fırkateynlerle deniz haydutluğu ile mücadeleye sahada da etkin katkı sağlamaktadır. Ülkemiz tarafından hâlihazırda söz konusu CTF-151 görev kuvvetine, 25 Haziran-10 Aralık 2020 döneminde, altıncı kez komuta edilmekte oluşu da ayrıca övünç vericidir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.