HARİTALAR, HARİTACILAR VE TÜRK BOĞAZLARI

Çok ama çok yıllar önce, av-balık peşinde Anadolu’yu ve Trakya’yı hallaç pamuğu gibi attığım zamanlarda, her gittiğim avlağın, gölün, alabalık deresinin şema halinde de olsa haritasını çıkarmayı kendime iş edinmiştim. Bu haritalar/eskizler hâlâ defterlerimde durur. Bir yere nasıl gideceğimi, gittiğim yerde nasıl bir arazi yapısı ile karşılaşacağımı, su var mı vs. tüm bunları bilmek istiyorsam elimde, basit bile olsa bir harita bulunması gerektiğini yaşayarak öğrenmiştim. Aslında buna mecbur kalmıştım çünkü ava, balığa gittiğimiz o, tanrının bol insanın az olduğu yerlerin işe yarar haritaları 1:25.000 ölçekli askeri haritalardı ve bizim gibi garip sivillerin bu haritaları edinmeleri doğru bulunmuyordu!  Aradan yıllar geçip de bir gün Genel Kurmay, Harita Genel Komutanlığı bana, komutanlığın bastırdığı 1:250.000 ölçekli Türkiye fiziki harita atlasını armağan ettiğinde kendimi, gözleri ilk defa görmeye başlayan biri kadar mutlu hissetmiştim. Bu atlası hâlâ özenle saklar, arada bir açar, her haritayı dikkatle incelerim. Bırakın Silahlı Kuvvetleri, sıradan insanların bile haritaya gereksinimi vardır. Hele denizciler haritasız yapamazlar. GPS’lerin, chartplotter’ların, Navionics’lerin, uyduların neredeyse bebelerin bile elinde dolaştığı, her cep telefonunun birer chartplotter işlevi gördüğü günümüzde bile haritanın değeri azalmamıştır. Azalmış olsaydı GPS’lerin, chartplotterların vs. el kitabının ilk cümlesi, “Bu araca güvenmeyin. Haritanızı ve pusulanızı elinizin altından ve gözünüzden uzak tutmayın” olmazdı. Yine yıllar önce, elime, “Haritacılar”2 diye bir kitap geçmişti. Antik Çağ’dan günümüze haritacılığı ve haritacıları anlatıyordu. Haritacıların karış karış ölçüp biçip, dünyanın ve denizlerin haritalarını nasıl çıkardıklarını adeta yaşayarak okumuş ve çok etkilenmiştim. İlk yurtdışı görevi ile gittiğim Buenos Aires Büyükelçiliğimizde, Piri Reis’in bir köşede unutulmuş, 1513 tarihli haritasını bulduğumda haritalar benim gözümde bambaşka bir boyuta taşındı. O 1970’li yılların başında, bu rastlantının, aradan yaklaşık 40 yıl geçtikten sonra, Piri Reis’in yüzlerce portolan haritasının yer aldığı Kitab-ı Bahriye’nin dümen suyunda Bahr-i Sefit’i yani Akdeniz’i fırdolayı dolaşmama yol açacağını bilemezdim.

KISKANÇ HARİTACILAR

İlk dünya haritasını Ptolemaios’un (Batlamyus) çizdiği artık tartışılmıyor. Ama haritacılık ve haritalar Ptolemaios’tan da, onun dünya haritasından da eskidir. İlk haritalar benim avlak krokilerim kadar basit, bazen taşların bazen metal levhaların üzerine nakşedilmiş çizimlerdi. Ne üzerine çizilmiş olursa olsun haritalar gidilecek yerin yolunu, bu yol boyunca ve gidilecek yerdeki arazinin özelliklerini göstermek amacıyla çizilir ki gidenler öncelikle yollarını bulabilsinler ve gidecekleri yere güvenli biçimde ulaşabilsinler. Bu nedenledir ki haritalar, daha ilk zamanlardan başlayarak, değerli ve başkalarından gizlenmesi gereken eserler olarak görülmüşlerdir. Örneğin Portekizlilerin, Yeni Dünya’yı keşfettiklerinde çizdikleri haritalar devlet sırrı olarak kabul edilmiş ve çoğaltılmaları çok sıkı kurallara bağlanmıştır. Piri Reis’in 1513 tarihli dünya haritasını çizerken yararlandığı Kolomb’un haritasını, ele geçen bir Portekiz gemisinde bulması güzel, bu paha biçilmez haritanın, değer bilenin eline düşmesi de bir o kadar talihli bir rastlantıdır.

Peki, haritalar neden bu kadar değerlidir ve başkalarının eline geçmemesi için saklanması gerekir?   

Son yıllarda peş peşe yayımladığı, “Tarihte Türkiye Haritaları”  ve “Tarihte İstanbul Haritaları”gibi muhteşem harita kitapları ile gündeme gelen Boyut Yayın Grubu’nun sahibi dostum Bülent Özükan, “Harita barut kadar değerlidir” diyor bir söyleşide. Barutun ne kadar önemli olduğunu ise Kars Kalesi’ni düşmana kaptıran Paşa ile Padişah arasında geçen şu konuşma çok güzel anlatır:

Padişah: Söyle Paşa, kaleyi neden kaybettik?

Paşa: Sultanım, barut yoktu, bu bir.

Padişah: Yeter bre Paşa.3

Bu konuşma Özükan’ın, “Savaşı kazandıran da kaybettiren de haritalardır… Viyana kuşatmalarının ikisinde de, Tuna boylarında ve Kafkas cephelerindeki savaş yenilgilerinin temelinde harita yoksunluğunun ve harita okuyamamanın eksikliğini gördüm. Sarıkamış faciası bile coğrafyayı ve haritayı okuyamamanın sonucudur” sözlerini haklı çıkarıyor.

Özükan’ın en çarpıcı ve can yakan sözleri ise şöyle: “Osmanlı coğrafyasının haritalarına ilişkin Türkiye’de hiç kitap yapılmadığını keşfetmem zor olmadı. Türk Tarih Kurumu’nun da, Kültür Bakanlığı’nın da harita yayını yoktu. Milli Eğitim’in de, üniversitelerin de harita kitabı olmadığını görünce görevimi anladım. Osmanlı döneminin en güzel haritalarının yurtdışındaki müze ve kütüphanelerde olduğunu görerek.”

Sadece Osmanlı dönemi değil daha eski çağlarda çizilmiş ve bugünkü Türkiye’yi de içeren haritaların neredeyse tümü yurtdışındaki müzelerde ve kütüphanelerdedir ve bu konu, tek bir yazı ile anlatılamayacak kadar önemli ve uzundur. O nedenle bu kez kendimizi sınırlayalım ve bir sergiden4 esinlenerek, günümüz olayları ile de bağı bulunan bir dönemi ve bir bölgemizi ele alan haritalara, haritacılığa şöyle bir göz atalım.

OSMANLI VE FRANSIZ HARİTACILIĞI İLE TÜRK BOĞAZLARI

“Tarih boyunca ve bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli bölgesi neresidir?” sorusuna hemen hepimizin vereceği yanıt, “Yunanistan’ın vakti zamanında şiddetle karşı çıkmasına karşın uluslararası jargonda ve anlaşma/sözleşmelerde, Türk Boğazları olarak tescil edilmiş olan, Çanakkale ve İstanbul Boğazları’dır” olur. Bu iki boğaz, birbirinin üzerinde ters yönde hareket eden iki sert akıntı, çok dar noktalar ve güçlü dalgalar nedeniyle adeta birer nehir görünümünde ve niteliğindedir. Üstelik mitolojide İstanbul Boğazı’nın çıkışı, Çarpışan Kayalar’la (Symplegades) kapatılmıştır. Kısacası Akdeniz’i Karadeniz’e bağlayan Boğazlar, denizciler için belalı, korkulu ancak mutlaka geçilmesi gereken birer geçittir. Yine Boğazlar, Antik Çağ düşünürleri ve coğrafyacıları tarafından, o zamanlar bilinen dünyanın iki ana kıtasının sınırlarını belirleyen suyolları olarak kabul edilmiştir. Bir kitap dolusu laf etmeyi gerektirecek bu konuyu da şimdilik bırakalım. Ancak İstanbul’un fethinin Boğazlar’a kimin egemen olacağı sorusunu gündeme getirdiğini; o tarihten sonra Boğazlar’ın, Hıristiyan dünyasının sınırlarını ve kimin Avrupalı kimin olmadığını belirleyecek bir kıstas olarak görüldüğünü unutmayalım. Diğer bir deyişle Boğazlar, Hıristiyan ve Müslüman dünyalarının sınırını oluşturmuştur. Bu çerçevede Papa Piccolomini’nin şu sözleri de unutulmamalıdır: “…artık hiçbir mal, Tanais’ten (Don nehri) bizim tarafa Türklerin rızası olamadan ulaşamaz..” Böylesine önemli, seyir bakımından bir o kadar da tehlikeli bu suyolunun haritalarının çıkarılması hem kaçınılmaz hem her türlü emel ve plan için gerekli ve önemlidir. Boğazlar’ın kara ve deniz alanlarını kapsayan haritalarından söz açınca, eski zamanlarda diğer birçok harita gibi bu bölgenin haritalarının da çoğu kez Yunan gezginlerin çok da doğru olmayan bilgilerine ve yazdıklarına dayanılarak çizildiğini o nedenle pek de güvenilir olmadığını not etmekte yarar vardır. Yine bu haritaların çiziminde yararlanılan belli başlı üç eser Piri Reis, Evliya Çelebi ve onun çağdaşı Julien Bordier’ye aittir. Piri Reis’in 1513 tarihli Dünya haritasının elimizde bulunan tek parçası Amerika özellikle de Güney Amerika kıyılarını gösterir. Şimdi sıkı durun; Sevilla ve Lizbon haritacıları da aynı dönemde bu bölgeyi Reis gibi çizmişlerdir. Bunda şaşılacak bir durum yoktur çünkü Piri Reis, haritasını çizerken Kolomb’un haritasından yararlandığını yazmaktadır. İlginç olan, bu Sevilla haritacılarının, aradan 500 yıl geçtikten sonra bugünlerde Türkiye ile Yunanistan arasındaki Doğu Akdeniz sorununda sık sık adı geçen, Yunanistan’dan başka kimsenin sahiplenmediği “Sevilla Haritası” ile bir kez daha sahneye çıkmış olmalarıdır. Boğazların eski haritaları güvenilir değildir ama zaman hızla değişmekte ve güvenilir, doğru haritalara gereksinim artmaktadır.

FRANSA’NIN DOĞU AKDENİZ MERAKI

Antik Çağ coğrafyacıları, Akdeniz’in, Ege Denizi’nin de dâhil olduğu bölümünü Doğu Akdeniz olarak tanımlarlar. Türk Boğazları da Doğu Akdeniz’in bir parçasıdır. Nitekim 1719-1720 tarihli bir Osmanlı haritasında, İstanbul Boğazı’nın Karadeniz’e açılan kısmında “Karadeniz tarafı”, Çanakkale Boğazı’nın Ege Denizi’ne açılan kısmında, “Akdeniz tarafı” ibaresi yer alır. Fransa’nın, bugünlerde Cumhurbaşkanı Macron’un adeta balıklama daldığı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki Doğu Akdeniz sorununa ilgisi en az 16. yüzyıla dayanmaktadır. Bu nedenledir ki, Fransa daha o zamanlardan başlayarak, Doğu Akdeniz kıyılarının, özellikle Türk Boğazları’nın haritalarının çizilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bu amaçla bölgeye kimi zaman tek kişilik kimi zaman toplu görev ve inceleme gezileri düzenlenmiştir. Sefir Girardin ile Ortieres Marki’si Gravier’ninki gibi, bazıları ticari amaçlı olarak sunulan bu keşif gezilerine kara ve deniz haritacıları, botanikçiler, coğrafyacılar, arkeologlar vb katılmışlardır. Fransızlar bu konuda zaman zaman Osmanlı yetkililerine de danışmanlık yapmışlardır! Boğazların ayrıntılı haritalarının çizilmesinin arkasındaki önemli isimlerden biri, 1784-1793 yılları arasında Fransa’nın İstanbul’daki Büyükelçisi, Choiseul-Gouffier Kontu’dur. Bu haritaların en güzellerinden biri, “Kralın Osmanlı Sefiri, Ekselansları Choiseul-Gouffier Kontu’nun talimatlarıyla, Tarleton korvetinin Kraliyet Kaptanı M. Truguet ve gök bilimci M. Tondu tarafından 1786 yılında hazırlanmış, Sestos ve Abydos burunlarından Gelibolu ve Çardak fenerlerine uzanan Hellespont haritası” adını taşımaktadır.5

Fransa’nın Türk Boğazları’nın ve çevresindeki toprakların haritalarının çizilmesine ilgisi salt askeri değildi. Bu ilginin bir nedeni de Piri Reis’in “Eski İstanbulluk” dediği Truva’nın yerinin saptanmasıydı. Nitekim sözünü ettiğim Hellespont Haritası’nın sağ alt köşesindeki çerçevede Truva kalıntıları resmedilmiştir. Yine de esas amaç askeri idi. Örneğin 1683-1690 yılları arasında Fransa Bahriye Nazırı olan Seignelay Markisi’nin yönettiği gizli gezi, gerekirse İstanbul’un fethedilmesi için yapılacak bir askeri seferin hazırlanması için bölgenin keşfedilmesi ve haritasının çıkarılması amacını taşıyordu.

OSMANLI NE YAPIYORDU?  

Bütün bunlar olur, potansiyel düşman olan Fransa, Rusya gibi ülkeler, Osmanlı ülkesinin en can alıcı bölgesinin kara ve deniz haritalarını çıkarır, kalelerini, istihkâmlarını bu haritalara işlerken; Truva gibi dünya çapında önemli antik yerleşim birimlerinin yerlerini bir bir saptayıp, haritalarını çıkarırken Osmanlı Devleti ne yapıyordu diyorsunuz değil mi? Kısaca anlatayım. Fransız ve Rus uzman heyetleri 17-19. yüzyıllar arasında Boğazlar’da gerçekleştirilen bu keşif gezilerini yürütürken Osmanlı Devleti onlara, gemi tahsis etmek dâhil, destek veriyordu! Örneğin Marmara Denizi’nin batimetrik haritaları 1845-1847 yılları arasında Rus donanma subayı Manganari’nin, Türk savaş gemisi “Gülsefid” ile yaptığı keşif gezisinde gerçekleştirdiği araştırmalara dayanıyordu. Yine Kaptan Fethi Efendi tarafından bakır üzerine işlenip bastırılan, iskandil hatlarını içeren haritadaki bilgiler, Nikolai Androusov’un, Rus Coğrafya Cemiyeti tarafından düzenlenen ve Osmanlı gemisi “Selanik” ile gerçekleştirdiği keşif gezisi sırasında elde ettiği ölçümlerden alınmıştı. Âlicenap ama bir o kadar da saf bir devletimiz varmış doğrusu! Fransa’nın arkeolojik amaçla da özenle yürütülen bu çalışmaları sırasında Sefir Choiseul, Jean-Baptise Lechevalier’e 1776 yılında Biga Yarımadası’nda alınan röleveleri, Homeros’un şiirleri ve Strabon’un “Coğrafya” adlı eseriyle karşılaştırma görevini vermiş. Piri Reis’in “Kitab-ı Bahiyesi”ni günümüzdeki durumla karşılaştırmanın ancak 2012 yılında bana düştüğünü düşününce doğrusu 500 yıl süren bu ilgisizlik canımı sıkmıyor değil.

Osmanlılar tarafından yapılan en eski haritaların 15. yüzyıla ait olduğu düşünülmektedir. İbrahim Kâtibi ve Mürsiyeli İbrahim’in portolan haritaları sırasıyla, 1413 ve 1461 tarihlidir. Osmanlı haritacılığının başlangıç tarihi olarak Piri Reis ve Macar Reis’in haritalarının da çizildiği, 16. yüzyıl kabul edilmektedir. Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz’i içeren bu portolan haritalarının büyük çoğunluğu Piri Reis tarafından çizilmiş ve Kitab-ı Bahriye’nin ilgili fasıllarına eklenmiştir. Osmanlı’da haritacılığın ciddiye alınması, dünya’nın en iyi haritacılarından olan Piri Reis’in kellesinin vurulmasından yaklaşık 300 yıl sonra, 1797 yılında, Mühendishane-i Bahrî-i Hümayun’da, Fenn-i Harita ve Coğrafya Şubesi’nin açılmasıyla başlamıştır. Yine aynı yıllara ait bir belge, Osmanlı Bahriyesi’nin harita gereksiniminin, Avrupa’da basılmış haritaların satın alınması yolu ile karşılandığına işaret etmektedir.

Yazdıkça canımı sıkan bu konuyu bu defalık, haritacılığın temel taşı olan “nirengi” noktası konusu ile noktalayayım. İstanbul Boğazı’nın “nirengi”si, Osmanlı deniz subayları, Ali, Sezai ve Burhanettin tarafından ancak 1916 yılında belirlenmiştir! Piri Reis’in ruhu şad olsun vesselam.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.