“İşbu Kelemez Adası muttasıl bir yüce dağdur. Ve ol dağın cemi’i etrafı kırk mildür” diye anlatır Reis. “Vati limanından dört mil kadar günbatısına dolaşırlarsa, bir körfez vardır. Punya derler. İyi demir atma yeridir. Kelemez Kalesi’ne o körfezden çıkarlar. Oradan iki mil kadar yürürler, kaleye ulaşırlar” diye anlattığı yer ise Pothia Körfezi’dir…
SÜHA UMAR
Piri Reis bu adaya geldiğinde de olur muydu bilemem ama sabah kalktık ki göz gözü görmüyor. Hani kalıp kalıp kes, bir tarafa koy! Sis o kadar yoğun. Yanımızda klasik, ahşap bir tekne var. Teknenin, bir gün önce rıhtıma kıçtankara olduğumuzda tanıştığımız İngiliz sahibi, yıllardır denizde dolaştığını şimdi de o akşam gelecek olan eşini ve çocuklarını beklediğini, onlar gelince Ege’ye çıkacaklarını söylemişti. Sözünde de durdu. O göz gözü görmeyen siste, palamar çözüp, düdük çala çala limanın ağzına doğru hareket etti ve on metre gitmeden de düdüğünün sesinden başka onun orada olduğunu gösteren hiçbir belirti kalmadı. Doğrusu, bir gün önce limana girip çıkan pek de ihtiyatlı ve düşünceli olmadıklarını gördüğümüz feribotlar ve daha bir alay heyula gibi tekne aklıma gelince sırtımda bir ürperti olmadı diyemem. Buna da şükür. Klasik bir tekne olduğunu dikkate alarak, düdük yerine çan da çalabilirdi. Malum, denizciliğin kuralı siste sürekli olarak çan çalmaktır. Tabii bu, sessiz sedasız deniz üzerinde süzülen yelkenliler döneminde böyleydi. Bugünün feribotlarından geçtim, her biri en az iki adet 1000 HP makine taşıyan motoryatların kaptan köşkünde zaten müziğin sesini sonuna kadar açmış kaptanların, değil çan sesini, gemi düdüğünü bile duyacakları çok kuşkuludur. Devamı Temmuz 2015 sayımızda…