Herkese dünyayı dolaşma, dünyada dolaş diye vaaz veriyorum, en iyisi bir misyonu olmadan gezmek, Orhan Veli’nin dediği gibi, o ada senin bu ada benim… Biz de Zeynep’le aynen öyle yapacağız.
Deniz, hani karınca su içer derler ya, üstü yağ kaplanmış gibi. Mr. Volvo 2 bin devirle 6.5-7 knot yaptırıyor. Bu şartlar değişmezse gece basmadan Korint Kanalı
önünde oluruz. Şimdi arkamıza yaslanıp Kalimnos’tan beri kıçımızda sürüklediğimiz oltaya dört gözle beklediğimiz ilk ziyaretçiyi bekleyelim.
Birden egzozdan kara bir duman yükseldi. Refleksle motoru durdurdum, hemen aşağı… Makine dairesinde görünür bir şey yok. Bir diğer refleks: Hemen ana yelkeni bastım, sanki rüzgâr varmış gibi, hiç değilse sallanmayı önler. Dedim ya refleks. Mantığı yok. Büyük konuşan ağzımı kapatmasını bir bilsem iyi olacak, hava kararmadan Korint’te olurmuş!!!
Motorun kitabının muhtemel problemler kısmındaki üç-dört ihtimalden en mantıklısı ve yegâne bize uyanı motorun havasız kalmış olması, dolayısıyla yakıtı tam yakamıyor. Eğer problem buysa, kısa sürede tehlikeli bir şey değil. Balıkçılar arkalarında sis gibi bıraktıkları dumana aldırmadan devam ediyorlar. Problemin kaynağını anladım sanırım. Motorun süngerden hava filtresi tekneyi aldığımda ölmüştü. Ben hava girişine avuç
içi kadar ince bir bezi hortum kelepçesi ile bağlamıştım, yüzeyi zamanla yağ kaplanıp muşamba gibi olmuş, hava girişini zorlaştırıyor.
Denizde kapalı ve temiz bir ortamda çalışan motorun aslında hava filtresine ihtiyacı yok. Hava girişine içeri somun cıvata falan gibi birşeyin kaçmasını (kolay kolay olmaz ya) önleyecek bir kafes koysalar yeterli, Kelebek III’te öyleydi. Motoru tekrar düşük devirde çalıştırdım, duman yok. Devamı Ekim 2015 sayısında…