İyi bir yelkenci yetiştirebilirim, ama bu zaten kabuğundan çıkmış birkaç bireye yardım. Engelli grupları, bir veya birkaç tekneyle denize çıkarıp onlara güzel bir gün hediye etmek tabii çok güzel, o güzel günü hatırlayacaklardır. Ama ya sonrası? Benim kafamdan geçen, ikisinin ortası gibi, biraz değişik bakıyorum: Ne bir iyi niyetli merhamet gezisi, bir günlük hatıra, ne de madalya hedefiyle birkaç yelkenciye konsantre olmak. Devamlılığı olabileceğini düşündüğüm bir ağ kurabilmek…
Her şey Sochi’deki Paralimpik Kış Olimpiyatları, müsabakalarını izlerken başladı. Dağdan aşağı 90 km ile inen, engelli kayakçıların el ayak gibi uzuvlarının eksiğini yüreklerindeki fazlalık dengeliyordu. Finişte devleşen kayakçı otobüste yer vereceğin biri olmaktan çıkıyordu. Bu “özürlü, engelli” gibi nasıl tanımlayacağımızı bilmediğimiz süper insanları hayranlıkla izlerken kendimi anılar albümümde buldum.
Yıl 1995, Kelebek’le Fethiye’de kışlayacağız. O zaman yazdığım Yelken Dünyası’ndan bizi tanıyan pırıl pırıl bir deniz meraklısı Ahmet’le tanıştık. Ahmet çocuk felcinden hareketleri limitlenmiş bir arkadaş. Onun için hayallerini süsleyen, demir üstündeki Kelebek’e botla götürdüğümde “senin yardıma ihtiyacın yok, başının çaresine bak” dedim ve Ahmet başının çaresine baktı. Azıcık itmemle çıktığı Kelebek hayallerini daha da körüklemiş ki, eşiyle bir yelkenli aldılar. O zamanki bizim özürlü bürokrasi Ahmet’e ehliyet vermedi. İkisi de mühendis
olan bu çift böyle basit engelden yılacak değildi, işi eşine ehliyet almakla hallettiler. Türkiye’den ayrıldığımızda verdikleri hediye, ceviz kabuğundan gemimiz dünyayı dolaşıp tekrar Ahmet’in gemi modelleri yaptığı bodrumundaki atölyesinde refite girdi.
1997, Atlantik’i geçişi sonu ulaştığımız Martinique’de St. Anne Koyu’nda demiri bırakırken yüzerek gelip bize yeni yakaladığı bir ıstakozu uzatarak “bienvenue a Martinique amigo” diyen gözlüğün arkasındaki, Kanarya Adaları’nda bıraktığımız dostumuz Daniel’den başkası değil. Daniel’in hikâyesi ise daha zor: Paris’te geç kaldığı metroya binecekken kapı kapanıyor ve ayakları kapıdaki katlanan basamağa sıkışıp sürükleniyor. Sonra iki ayağını da kaybediyor. Daniel hayattan vazgeçecek bir tip değil, kendine fiberglastan ayak yapıyor, düz ayakla yetinmeyip bir çift de denizde palet takabilecek şekilde açılı ayak yapıp, teknesi “Ziak” (katamaran) ile okyanusları arşınlamaktan vazgeçmiyor. Denizlerdeki serüvenimizde başka ampute denizciler ve hatta bir grup görme engellinin dolaştığı tekneyle karşılaştık, benim birebir tanıdıklarım yanında daha birçok şahıs… Talihin önlerine attığı engelleri aşmışlar. Medyada ülkemizde de engellileri geziye götürdüklerini, paralimpik olimpiyat seviyesinde atletler yetiştirdiklerini okuyor görüyorum.