Fitoplanktonlar

Karada bitkiler neyse okyanuslarda da fitoplanktonlar o… Okyanuslarda fotosentez yapan fitoplanktonlar karbondioksiti tüketiyor, okyanuslarda karbon oran› düflüyor, havadan daha fazla karbon çekiyor ve böylece küresel olarak daha az ›s›nm›fl oluyoruz. Bu küçük deniz canl›lar› bulut oluflumunu bile etkiliyor…

BÜNYAMİN SÜRMELİ

İklim değişimi senaryoları diyerek başladığım cümleler çok olmuştur. Ama bu senaryoların neredeyse birçoğunun filmleri çekilmiş, karşımızda canlı canlı izlediğimizin farkındasınız değil mi? Yani iş senaryoluktan çıktı. Ve bunlara her gün yenileri ekleniyor, önümüzdeki zamanlarda izlenmek üzere. 2015 Mart’ında konuşulmuştu, karbon seviyeleri küresel anlamda ilk defa 400 ppm’i aştı. Aslında 2013 Mayıs’ında Hawaii’deki Mauna Loa istasyonunda (dünyanın en köklü karbondioksit verilerinin tutulduğu alan) bu değer aşılmıştı ama o noktasal bir ölçümdü, bu sefer küresel olarak aşıldı. “Bu artışla ne olur? Karbondioksit nasıl bir gazdır? Dünyayı nasıl ısıtır?” gibi soruların cevaplarını aramayacağız, birçoğumuz artık biliyoruz zaten. Bu defa salınan bu karbondioksitin doğada nerede ve nasıl depolandığından, doğadaki bu depolama araçlarının başka nelere neden olduğundan bahsedeceğim. Yani “Vay arkadaş, biz işimizde gücümüzdeyken doğada nasıl bir sistem işliyormuş?” diyeceğiniz bir konu. Konunun esas oğlanı “fitoplanktonlar”. Müsaadeniz varsa başlayalım.

Ateşi düşüren fitoplanktonlar

İki başlık var; biri “Karbon Kuyuları Fitoplanktonlar”, diğeri “Bulut Oluşturan Fitoplanktonlar”.

Karbon Kuyusu Fitoplanktonlar: Karbon kuyuları su kuyuları gibi değil, aslında Karbon Kuyuları gözümüzün gördüğü hemen her yerde. Karbonu atmosferden çekip bünyesinde depolayan her şey birer karbon kuyusu. Ormanlar, bitkiler, okyanuslar gibi…

Bitkilerin fotosentez yapmak için CO2 kullandığını biliyoruz. Havadan CO2’yi, topraktan suyu, güneşten de
ışığı alan bitki artık fotosentez yaparak kendi besinini üretebiliyor. Öte yandan diğer canlılara da yiyecek sağlıyor. Bu nedenle de ormanlar ve yeşil alanlar hem karalar üzerindeki besin zincirinin önemli bir halkası, hem de karalardaki iddialı karbon kuyuları. En büyük karbon kuyusu ise okyanuslar, çünkü atmosfere yayılan CO2’nin 4’te 1’ini okyanuslar alıyor. Bunun sürekli olması için okyanuslardaki karbonun da tüketilmesi ya da konsantre hale getirilmesi gerekiyor. Orada da fitoplanktonlar yetişiyor. Karada bitkiler neyse okyanuslarda da fitoplanktonlar o aslında, dolayısıyla okyanuslarda fotosentez yapan fitoplanktonlar karbondioksiti tüketiyor, okyanuslarda karbon oranı düşüyor, havadan daha fazla karbon çekiyor ve böylece küresel olarak daha az ısınmış oluyoruz. Fitoplanktonlar karbon depolama işleminde de büyük görevler üstleniyor. Bu canlılar öldükleri zaman bünyelerinde depoladıkları karbonla beraber deniz tabanına çöküyor. Dolayısıyla okyanuslar havadan karbonu çekiyor, fitoplanktonlar da okyanustan karbonu çekiyor, okyanus dibine yolluyor.

Bulut Oluşturan Fitoplanktonlar: Bir de ölmeden önce başlarına gelen bir olay var ki “Allah fitoplanktonların yardımcısı olsun” dersiniz, gerçekten gayet ilginç. Fitoplanktonların başına gelenlere geçeceğim,
ama önce şu bilgiye bir bakın; bu küçük deniz canlıları bulut oluşumunu bile etkiliyor biliyor musunuz? “Yok artık, daha neler?” diyenler için, doğada neler neler olduğunu anlatıyorum şimdi. Bakın okyanuslarda fito-planktonlarla beslenen tek canlılar balıklar değil. Deniz bakterileri de fitoplanktonları yiyor. Eğer bu bakteriler, fitoplanktonlar ölmeden önce onları yerse, fitoplanktonların yapısında bulunan ve suda çözünmesi zor
olan yağ ve lipit parçacıkları açığa çıkıyor. Okyanuslar çalkalandıkça da bu yağ ve lipit parçacıkları atmosfere karışıyor. Asıl ilginç olan kısım ise; bu yağ ve lipit parçacıkları atmosferde birer yoğuşma çekirdeği gibi davranıyor. Yani o çekirdek üzerinde havadaki su buharı yoğuşuyor ve bulut oluşuyor. Ne kadar çok bulut oluşursa güneş ışınları o kadar çok filtreleniyor, haliyle yeryüzüne de daha az ısı ulaşıyor.

Deniz temizliğinin sigorta kutusu fitoplanktonlar

Fitoplanktonlar bir anlamda denizlerin alarmları gibi, vücuttaki bademcik gibi çalışıyor. O da şöyle; fitoplanktonların canlanmaları için fosfat ve nitrata da ihtiyaçları var. “Ne fosfatı? Ne nitratı? Benim kafamı karıştırma Bünyamin!” demeyin, can alıcı bir yere geliyoruz. Eğer bir bölgede fitoplanktonlar artıyorsa, ihtiyaç duydukları fosfat ve nitratı bulabilmişler demek. Çoğunlukla iç denizlerde fosfat ve nitrat da insanların denize bıraktığı kanalizasyonun ya da atık tarım sularının bir göstergesi. Dolayısıyla fitoplanktonlar çok ise orada kanalizasyon ya da atık tarım sularından şüphelenmek yerinde olabilir. Bakınız son yıllarda Marmara’daki kırmızı fitoplankton patlamaları. Öte yandan fitoplanktonların aşırı çoğalması durumunda başka bir sorun daha ortaya çıkıyor. Her ne kadar fitoplankton patlamaları birkaç hafta sürse de her bir bireysel fitoplankton için yaşam süresi birkaç günü pek fazla aşamıyor. Dolayısıyla aşırı fitoplankton birikiminde doğal olarak ölenlerin sayısı da aşırılaşıyor (orantısal olarak). Ölen bireylerin çürümesi esnasında da sudaki oksijen tüketiliyor. Bu yüzden
ölü planktonlar arttıkça, dolayısıyla çürümenin aşırıya kaçtığı bir ortamda oksijen kıtlığı oluşabilir, hatta okyanuslarda canlı yaşamına elverişsiz olan “ölü bölgeler” bile ortaya çıkabilir.

Fitoplanktonlarla alakalı aslında anlatacak çok şey var. Zehirli fitoplanktonlardan, onlarla beslenen balıklara, o balıkları yiyip zehirlenen insanlara kadar gider bu konu. Ama toplu olarak fitoplankton manyağı olmamamız için konuyu burada bağlıyorum. Doğanın ibresini zorlayınca uyarıyı alıyoruz. Uyarıyı alıyoruz, ama dikkate alıyor muyuz? Pek değil. Doğanın sistemi hayranlık uyandırıcı. Bu sebeple insan müdahalelerine tepkisinin ne ölçüde olacağı tam olarak bilinemiyor.

Gelecek ay görüşmek üzere, sağlıcakla kalın.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.