Oksijen kaybı

Okyanuslarda oksijensiz bölgeler artmaya, ölü bölgeler genişlemeye devam ediyor. Daha fazla gübre ve daha fazla atık su okyanuslara karıştıkça, iklim değişimi kontrol altına alınmadıkça daha da genişleyecek, deniz hayatı ve ekosistemleri üzerinde ciddi tehditler oluşturacak ne yazık ki

İklim değişimi; daha fazla yağış, daha fazla azot akışı, daha fazla problem demek…

Şimdi hâlihazırda bir iklim değişimimiz var, bu cepte. Bir de tarımdan, özellikle yoğun (ilaç ve gübre kullanımı) tarımdan, hayvancılık faaliyetlerinden, elektrik santralleri, yol trafiği gibi kaynaklardan çıkan normalin üstünde bir azot birikimi var. Hava, biliyorsun yüzde 78 oranında azot içeriyor. Doğası gereği böyle zaten. Ama atmosfere salınan ve olması gerekenden fazla azot, tüm dünyayı dolaşıyor, dolaşıyor, dolaşıyor ve iklim değişimiyle karşılaştığında okyanuslarımıza, sularımıza kadar giriyor! Şimdi istersen bunu açayım biraz.

İklim değişimi ile sıcaklık artışı, sıra dışı havalar, zamansız yağmurlar, ısı dalgaları gibi sonuçlar doğuyor. Burada azotu ilgilendiren kısım ise, aşırı yağışlar. Hani deriz ya, “aman dokunma yağsın-yağsın, iyidir” diye, ama her zaman öyle olmadığı gibi burada da öyle değil maalesef. Bazen ne kadar yağmur, o kadar kirlilik, bir o kadar da sorun olabiliyor. Atmosferdeki aşırı azot, doğal süreçlerle veya kirliliğin ekstrem yağışlarla taşınmasıyla bir şekilde su yollarına, nehir ve göllere, okyanuslara girebiliyor. Burada su bitkilerinin, özellikle alglerin üremesine sebep oluyor. Bu da daha fazla organik madde üretimine, en sonunda da yemyeşil, pis bir göle veya suya neden oluyor. Yeşil bize genellikle iyi çağrışım yapar değil mi? Ama burada durum başka. Bu yemyeşil olması olayının bilimsel ismi ötrofikasyon. Ötrofikasyon sonucu sudaki tür çeşitliliğinin azalmasından, gölün sığlaşması ve en sonunda bataklaşmasına kadar bir dolu problem ortaya çıkıyor. Çoğalan ipliksi algler, balıkların solungaçlarını tıkayıp ölmelerine sebep oluyor. Bulanıklık artıyor, o oluyor, bu bitiyor, kısacası, oradaki su yaşamı alt üst oluyor.

Yalnızca su yaşamı değil, insan hayatı da etkileniyor tabi. Öyle indirekt de değil, doğrudan etkisi içme suyu kaynaklarını kirletmesi olabiliyor. Geçen yıl Florida’da gerçekleşen alg patlaması, dört ilçede olağanüstü hâl ilan edilmesine sebep oldu. Çin’in üçüncü büyük tatlı su gölü olan Taihu Gölü’nde de 2015 yılında gerçekleşen alg artışı yüzünden 2.3 milyon insan yerini terk etmek zorunda kaldı. Bunlar duyduklarımız ve sadece birkaçı.

San Francisco Üniversitesi’nden araştırmacılar, okyanusa giren azotun insan hastalıklarına neden olabilecek bir grup fitoplanktonun büyümesini ve zehir miktarını artırdığını keşfetmiş. Fitoplanktonları ve zooplanktonları; geçen aylarda yazmıştım. Yaşamın çıkış merkezinde duruyorlar, besin zincirinin temeli yani. Ama diyoruz ya hep her şeyin aşırısı zarar diye, San Francisco Üniversitesi’nden bilim insanları da diyorlar ki, Kuzey Amerika Batı Yakası’ndaki deniz sularında yaygın olarak bulunan Pseudo-nitzschia cinsindeki diatomlar (yani fitoplankton hücreleri), domoik asit adı verilen güçlü bir toksin üretiyor. Bu fitoplanktonlar hızla büyük çiçekler halinde büyürlerken, domoik asitin yüksek konsantrasyonları bazı deniz canlılarında birikirse insana ilerleyerek sağlığı tehlikeye atar. Ayrıca, plankton üzerinden beslenen küçük balıkları yiyen deniz kuşları ve deniz memelileri arasında ölüm ve hastalığa neden olabilir. Aslında azotun zehirli olup olmaması bile önemli değil, plankton artışına sebep olarak dengeyi bozması yeterince felakete sebep oluyor zaten. Hale baksana, artık zehir aramaya gerek yok, denge bozulması, oran kayması tehlikenin kendisi oluyor.

50 YILDA YÜZDE 2 AZALDI!

Hem iklim değişimi artı azot kirliliği, hem de tek başına iklim değişimi, okyanuslardaki oksijen seviyesini azaltarak belirli kısımlarda ölü bölgeler oluşturuyor. Buralara ölü bölgeler denmesinin sebebi oksijen azlığı, e çünkü oksijen her canlı için yaşam kaynağı, sadece senin benim için değil sonuçta. Sadece 50 yılda, okyanuslarımızdaki oksijen seviyesi yüzde 2 azaldı. “Amaaan Bünyamin, yaptığın tantana yüzde 2 için miydi?” diyen yoktur umarım. Çünkü bu küçük bir oran değil. Ayrıca tüm dünyanın ortalamasını temsil ediyor, yani bölgeden bölgeye değişiyor bu yüzde. Dahası, bu oranın 2100’e kadar yüzde 7’ye çıkacağı tahmin ediliyor. Bu arada Nitrojen (azot) kirliliği okyanuslarda bu ölü bölgelerin oluşumuna sebep oluyor, yani olasılık falan değil, gerçek, yani hâlihazırda oluyor. Ayrıca, tek başına iklim değişimi için konuşursak, temel olarak iki yol var: Birincisi, artan sıcaklıklar yüzünden deniz suyu sıcaklıkları da artıyor ve oksijeni tutmada sıcak su, soğuk suya göre daha az yetenekli. İkincisi, soğuk su, sıcak suya göre daha yoğun. Yani sıcak su yüzeyde kalıyor. Havadan oksijeni alan kısım hep üstte kalmış oluyor, çünkü daha sıcak, yani daha az yoğun. Bu yoğunluk farkını zeytinyağı-su ikilisi gibi düşünebilirsin. Oksijenle zengin yüzey suyu kolayca batıp sirküle olamadığı için derinlere daha az oksijen ulaşmış oluyor. Bültenlerde bahsettiğim gibi deniz yüzey sıcaklığının artışı yalnızca Süper Hücre dediğimiz güçlü yağışlı ve fırtınalı sistemleri oluşturmuyor, eş zamanlı olarak denizlerin oksijenlenmesini de bozuyor.

Balıkların yaşamı, çözünmüş oksijene bağlı. Yani tahmin edersin ki, oksijen miktarındaki azalış onların gelişimini yavaşlatıyor. Vücut büyüklüklerinde de, üretkenliklerinde düşüşe sebep oluyor. Yani gitgide daha az ve daha küçük balıklar oluyor. Görüyor musun, olay sağlığı tehdit etmenin yanında ticarete, ekonomiye kadar gidiyor.

94 MİLYON YIL ÖNCE!

Dünya tarihinde çok büyük oksijen kaybı olayları var, yani bildiğimiz “olay” boyutunda. Hatta o kadar geçmişte ki, dinazorların bile yaşadığı zamanlara kadar gidiyor. Bundan 94 milyon yıl önce gerçekleşen “Okyanus Anoksik (Oksijen Kaybı) Olayı”, küresel çapta deniz hayvanlarının yok oluşuna sebep olmuş. Şimdi bu kadar eski bir olayı niye su üstüne çıkardım diye sorarsan: Bugüne kadar, bilim insanları için oksijen tükenme oranını doğru bir şekilde ölçen nicel araçlar mevcut değildi fakat geçtiğimiz ay yayımlanan bir çalışmaya göre, yeni bir teknik geliştirildi. Ve bu tekniğe göre, bu oksijen kaybı olayı ile şu anki oksijen düşüşü benzerlik gösteriyor. Teknik, tortullardaki talyum izotoplarının ölçülmesini içeriyor. Derinlere indikçe azalan oksijen seviyesinin aksine talyum izotopu artış gösteriyor. Araştırmacılar, deniz tabanının altından alınan 94 milyon yıllık kaya örneklerini laboratuvarda çözerek kimyasallarına ayrıştırmışlar ve spektrometre kullanarak oksijen seviyesindeki değişimleri gözlemlemişler. Sonuç: 94 milyon yıl önceki olayla, şimdiki yüzde 2’lik azalma arasında bir benzerlik olması. Tabii o kadar büyük bir “anoksik olay” bugün ya da yakın gelecekte gerçekleşecek mi bunu kimse bilmiyor, ama eğilim o yönde mi? Evet o yönde, maalesef.

Oksijensiz bölgeler artmaya, ölü bölgeler genişlemeye devam ediyor. Daha fazla gübre ve daha fazla atık su, okyanuslara karıştıkça, iklim değişimi kontrol altına alınmadıkça daha da genişleyecek, deniz hayatı ve ekosistemleri üzerinde ciddi tehditler oluşturacak ne yazık ki.

Yine yeteri kadar canını sıktım mı? Bak okudukça sinirlenip kızma bana, hep söylüyorum; biz olanı söylüyoruz, meteorologla doktoru birbirinden ayıran nedir? Doktor teşhisi de tedaviyi de yapar, bizde teşhis var, tedavi yok. Keşke olsa…

Hadi gelecek ay görüşelim yine… Sağlıcakla…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.