Denizdeki canlı kaynaklar için savaşmak

Okyanusların dipleri dünyada kullanılan petrolün yüzde 30’unu, doğal gazın yüzde 50’sini sağlıyor. Günümüzde karalardaki kaynakların ekonomik potansiyeli aşırı tüketimden dolayı sınıra dayandığından, devletler denizlerin diplerine yöneliyor. Bu durum da devletler arasında deniz yetki alanları ihtilaflarını yaratıyor. 

Su ürünleri küresel protein ihtiyacının büyük bir bölümünü karşıladığından deniz yetki alanları sadece enerji güvenliği perspektifinden değil, gıda güvenliği perspektifinden de önem arz ediyor. Balık birçok insan için çok büyük beslenme ve geçim kaynağı. Ortalama 3,1 milyar insan, günlük protein alımının yüzde 20’si için balığa güvenirken, bazı kıyı toplulukları yüzde 70’ten fazla oranda balığa bağımlı. Diğer yandan Birleşmiş Milletler, su ürünlerinin dünya nüfusunun yüzde 10-12’sinin geçim kaynağını desteklediğini tahmin ediyor. 

İZLANDA DENİZ ÜRÜNLERİ TÜKETİMİNDE BİRİNCİ

Her sene okyanus ve denizlerde 92 milyon ton balık avlanırken devletler, kendi iç suları ve karasuları içinde 85 milyon balık yetiştiriciliği ürünü üretimi gerçekleştiriyor. Dolayısıyla devletler arasındaki asıl kavga 92 milyon tonluk deniz ve okyanuslarda yaşayan kapasitenin paylaşımından kaynaklanıyor. Dünyada 2021 yılında en çok deniz ürünü fert başına 91 kg ile İzlanda’da tüketildi. Malezya, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olmasına karşılık fert başına geçen sene 58 kg balık tüketti. Hong Kong 70 kg tüketirken, Çin 40 kg’da kaldı. Japonya ise on yıl önceki 90 kilolardan 46 kiloya geriledi. Türkiye’de 2021 yılında fert başına ortalama 7 kg balık tüketildi; bu değer Hindistan ile aynı, Brezilya’dan da 2 kg eksik. Balık stoklarını korumak ve izinsiz balıkçılık faaliyetlerini önlemek için devletler gerek sahil güvenlik ve kıyı koruma kuvvetleri gerekse donanmalarını kullanıyor. Sri Lanka’dan Arjantin’e ve Güney Çin Denizi’ne kadar dünyanın her yerinde, milyarlarca insan için savunmasız bir gıda olan balık kaynaklarının aşırı avlanma ve yasa dışı balıkçılık ile kökünün kurutulması neredeyse milli güvenlik sorununa dönüştü. Bu konu ülkeler arasındaki silahlı çatışmada genişleyen bir cephe haline geldi.

Denizlerin serbestiyeti ile bazı kıyı devletlerinin sahil güvenlik ve donanma eksiklikleri birleşince olağanüstü boyutlarda kayıt dışı balıkçılık ortaya çıkıyor. Kayıt dışı sömürme sadece doğal dengeyi bozup, kıyı devletlerini zayıflatmıyor aynı zamanda iç huzursuzlukları ve karmaşayı tetikliyor. Bu alanda Japon, Norveç, İspanyol, İtalyan balıkçılar başı çekiyor. Örneğin; Somali deniz yetki alanlarının 1990’lı yıllardaki iç savaş sonrası başıboş kalması Japonya, İspanya ve Norveç gibi ülkelerin güçlü balıkçılık filoları tarafından sömürülmesine ve hatta birçok sanayileşmiş ülkenin toksik yüklerini denetimsiz Somali sularına boşaltmasına neden oldu. Bu haksızlığa en büyük tepki Somalili kabilelerin deniz haydutluğuna yönelmesi ile sonuçlandı. 

BALIKÇILIK SAVAŞLARI

Büyük ve gelişmiş denizci devletler gelişmiş sahil güvenlik, uydu gözetleme, su ürünleri kontrol mekanizmaları vb. araçlar üzerinden denizdeki avlanmayı kontrol edebilmesine rağmen geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerin bu konuda korunması yok. Bu tip ülkelere kısmen Türkiye de dahildir. Zira Sahil Güvenlik imkânlarımız son derece gelişmiş olmasına rağmen, bu kurumun son 20 yılda görevi yasa dışı göç ve denizdeki sığınmacılar ile mücadele ve koruma görevine dönüştü. Yasa dışı avlanma ve aşırı avlanmayı kontrol edecek kuvvet yoğunluğu temin ve tesis edilemiyor. Öte yandan Tarım Bakanlığı’nın olanakları kıyı uzunluğumuz ve Mavi Vatan’ın büyüklüğü göz önüne alındığında yok denecek kadar az. Eğer koruma olsaydı, bugün balık stoklarımız ve balık çeşitlerimiz bu kadar dramatik düşme sergilemezdi. Her sene rekor kırıyoruz. 

Deniz kaynaklarını koruma konusunda gelişmiş ülkelerde de benzer sorunlar yaşıyor. Batı dünyasında bu konuda en iyi bilinen örnek, İzlanda ve İngiltere arasındaki balıkçılık savaşlarıdır. İlk çatışma 1952 yılında İzlanda’nın Uluslararası Adalet Divanı’nın bir kararına dayanarak, karasularını 3 milden 4 deniz miline genişletmesinden sonra başladı. Buna tepki olarak İngiltere, İzlanda balıkçı gemilerinin İngiliz limanlarını kullanmasını engelledi. 1958’de İzlanda BM kararı gereği karasularını tek taraflı olarak 12 mile genişletti ve yabancı balıkçıları yasakladı. Bu sularda balık avlayan filoların başında gelen İngiltere bu kararı kabul etmedi. Dolayısı ile 1958-61, 1972-73 ve 1975-76 yılları arasında üç kez Kraliyet Donanması ile İzlanda Sahil Güvenliği arasında ciddi krizler yaşandı. İngiliz balıkçı gemilerine donanma eşlik ederken, İzlanda Sahil Güvenliği yakaladığı balıkçıları tutukladı veya teknelerine zarar verdi. Bu çatışma jeopolitiğin gölgesinde 1976 yılında NATO’nun aracılığı ile sonuçlandı. Zira GIUK GAP (Grönland, İzlanda ve İngiltere Boşluğu) Sovyet denizaltılarının geçiş rotası üzerindeydi. İzlanda çok kritik akustik gözetleme (SOSUS) altyapısına sahipti. Balıkçılık çıkarlarını korumak için NATO’dan çıkma talebinde bulununca yer yerinden oynadı ve ABD’nin baskısı ile anlaşmaya varıldı. Böylece İngiltere, ABD zoruyla İzlanda’nın yalnızca kendi gemilerine balıkçılık haklarının verildiği 200 deniz millik MEB münhasır ekonomik bölge ilanını kabul etti. Diğer devletlere de kota verme hakkı tanındı. Böylece söz konusu sulardaki son 500 yıllık İngiliz hâkimiyeti sonlanmış oldu.

İNGİLTERE’NİN ÖFKESİ

2013 yazında da Cebelitarık’ın İngiliz yönetimi, İspanyol balıkçıların aşırı avlanmasını önlemek üzere kontrol ettiği deniz alanlarına ağların takılmasını sağlayacak beton bloklar yerleştirdi. İspanyollar da buna karşılık günde binlerce kişinin giriş çıkış yaptığı sınırda işi yavaşlattı ve özellikle ticari kamyonların geçişini geciktirdi. Bu durum İngiltere’de büyük bir öfkeye neden oldu. Londra Belediye Başkanı kendi ilgi alanı olmadığı halde yapılanları “alçakça” olarak nitelendirdi ve İngiliz firkateyni HMS Westminster, Cebelitarık sularına gönderildi. Bu tipik bir ganbot diplomasisi uygulamasıydı. İngiltere o günlerde Suriye krizi yaşanırken bir balıkçılık krizi yüzünden Cebelitarık’ı her şeyin üzerinde değerlendirdi ve müttefikine bir savaş gemisi ile meydan okudu. İspanya da buna katlandı. Bugün de BREXIT sonrası İngiltere ile Fransa arasında balıkçılık sorunları devam ediyor. İki taraf da eskiden AB üyelik kotaları çerçevesinde kullandıkları hakları karşılıklı kaybettiler. Artık balıkçılık bölgelerindeki egemenlik haklarını karşılıklı koruyorlar. Altmışlı yılların sonlarında, Peru’nun iddia ettiği ekonomik sularda balık avlamak için isteyen ABD ton balığı teknesi makineli tüfek ateşiyle vuruldu. Benzer şekilde ABD ve Kanada anlaşmazlıkları 1984’te uluslararası mahkemede çözülene kadar, Nova Scotia ve Maine arasında zengin bir deniz tarağı olan Georges Bank çevresinde balık tutma hakkı konusunda yıllarca tartıştı.

EN BÜYÜK BALIKÇI FİLOSU ÇİN’DE

Çin’de ise orta sınıf güçlendikçe beslenme alışkanlıklarında deniz ürünlerinin yeri artıyor. Çin dünyanın en büyük balıkçı filosuna sahip. 2009 yılında şehirli bir Çinli yılda ortalama 15 kg balık tüketirken, bugün bu değer 40 kg oldu. 2014 başında Pekin, Güney Çin Denizi’nde açık deniz alanlarını kapsayan bölgede balıkçılık bölgesi ilan ederek diğer ülkelerin balıkçılığını izne bağladı. 1988 yılında deniz yetki alanları egemenlik mücadelesi için Çin ile Vietnam çatışmış ve 64 Vietnamlı ölmüştü. Çin, ayrıca balıkçılık haklarını korumak için silah ve tazyikli su depolayabilen deniz milis balıkçı teknelerinden oluşan bir filoya da sahip. Ayrı bir balıkçı teknesi filosu da Güney Çin Denizi’nde ihtilaflı Spratly Adaları yakınlarında, Çin Kolluk Kuvvetleri’nin örtük bir uzantısı olarak hizmet ediyor. Çin, Latin Amerika sularında da yoğun filo gezdiriyor. Yüzlerce Çin balıkçı gemisi, 2018 ve 2019’da Güney Amerika yakınlarındaki açık denizleri doldurdu. 2021 yazında Galapagos Adaları yakınlarında bile balık avlayan 20-24 Çin gemisi vardı. 2021’de Arjantin donanması Çin teknelerine iki kez ateş açmıştı. 

FAST FOOD SEVER RUSYA, ÇATIŞMACI HİNDİSTAN

Rusya’ya bakalım. Burada balık tüketimi azalıyor. Bunun temel nedeni gençlerin artık hızlı yemeği (fast food) tercih etmesi. Geçmiş yıllarda fert başına 22 kg yakalayan Rusya, bugün 11 kg civarında tüketime sahip. Ancak gıda güvenliğini korumak için de geleceğe yönelik önlemler almaya devam ediyor. Örneğin; Arktik bölgeyi sahiplenmek için 2007 yılında Rus Kıta Sahanlığı içinde kalan ve ünlü Rus bilim adamı Lomonosov’un ismi ile anılan bölgede, binlerce metre derinlikteki deniz tabanına, Rus bayraklı bir plaket yerleştirdi. Bu bölge küresel ısınma nedeniyle soğuk sulara kaçan pek çok balık türüne de ev sahipliği yapıyor. Geçmiş yıllara göre balık stoklarının arttığı bu bölge, balıkçılık alanında da gerilimlere neden olmaya aday. Günümüzde balıkçılık alanında en büyük çekişme Sri Lanka ile Hindistan arasında geçiyor. 2022 Şubat ayında Hindistan balıkçıları, Sri Lanka’da dev gösterilerle protesto edildi. Hintli balıkçılar sınır tanımıyor ve Sri Lanka sularına giriyor. Sri Lanka’da onlarca yıldır devam eden iç savaş, Hintli trolcülerin adanın çevresindeki sularda aşırı avlanmalarına fırsat verdi. Ancak savaşın 2009’da sona ermesi ve Sri Lankalı balıkçıların denize dönmesi, balıkçılık rekabetini yeniden merkezi konuma getirdi. Zaman zaman tekneler arasında ölümcül kavgalar yaşanıyor. Örneğin; 2019’da yedi Sri Lankalı balıkçı, Hint balıkçılarla denizde yaşanan kavgada öldü. Bu yıl içinde iki kişi daha öldü. Diğer yandan Sri Lanka Donanması bile Hintleri durduramıyor. 2021 yılında Sri Lanka Donanması’yla yaşanan çatışmalarda beş Hint balıkçı öldürüldü. Hint balıkçıların Pakistanlılarla da çatışmaları söz konusu. İki ülke arasında Arap Denizi’nde deniz sınır anlaşmazlığı yaşanıyor ve bu durum balıkçılık anlaşmazlıklarını körüklüyor. Bu durum Asya ülkelerinin büyük çoğunluğu için geçerli. Asya’da balık hem geçim hem de protein kaynağı. Dolayısı ile rekabet yoğunluğu artarken şiddet de artıyor. Ölümler, uyarılar ve tutuklamalar da artıyor. 

YASADIŞI VE AŞIRI AVLANMANIN ETKİLERİ

Ünlü haber ajansı Associated Press’in (AP) balıkçılık çatışma veri tabanlarına yönelik bir incelemesine göre; 2017-22 arasında 360’tan fazla devlet gemisi (sahil güvenlik, donanma veya deniz milisi) yabancı balıkçı teknelerine çarpma, ateş açma ve bazen ölümlere yol açma olayına neden oldu. Aynı süre zarfında yetkililer tarafından 850 yabancı balıkçı teknesine el konuldu, sistematik olarak ezildi veya batırıldı. Endonezya, Malezya ve Avustralya gibi ülkeler yasa dışı balıkçılığı caydırmak için el koydukları tekneleri patlayıcılarla donatıp, ateşe vererek adeta görsel bir gösteri yapıyor. Endonezya Denizcilik ve Balıkçılık Bakanlığı’na göre, son beş yılda 370’ten fazla yabancı balıkçı teknesini batırmışlar. Ancak Hint Okyanusu’nun başka yerlerinde Endonezya gemileri de yok ediliyor. 2021 sonbaharında Avustralya Sınır Kuvvetleri, üç Endonezya balıkçı teknesini imha etti ve yanan bir geminin fotoğraflarını sosyal medyada yayınladı. ABD Sahil Güvenliği de Teksas’taki South Padre Adası istasyonunda, son beş yılda çoğu Karayipler’den 440 tekneyi parçalara ayırdı. Küresel çapta yüzlerce deniz yetki alanı ve deniz sınırlandırma anlaşmazlıklarının yaşandığı bir konjonktürde balıkçılık ve su ürünleri paylaşım rekabeti adeta patlamaya hazır dinamitin fitilinin ateşlenmesi görevini üstleniyor. 2021 yılında Eritre askeri güçleri, Hanish Adaları yakınlarındaki Yemenli balıkçılara ateş açarak, tartışmalı bölge üzerinde onlarca yıl önce başlayan bir çatışmayı yeniden canlandırdı. Gazze Şeridi açıklarında Filistinli balıkçılar İsrail güvenlik güçleriyle çatışma hali karadaki çatışma temposundan daha yoğun ve gergin. Medyada yer alana haberlere göre 2017-2022 arasında 300’den fazla vakada İsrail Sahil Güvenliği veya donanması Gazzeli balıkçılara ya ateş açmış ya da tazyikli suyla balıkçı gemilerine zarar vermiş. 

GELENEKSEL BALIKÇILIĞIN DÖNÜŞÜMÜ 

Uzmanlara göre Batı Afrika, Batı Hint Okyanusu ve Latin Amerika’daki balık stokları ve rekabetin bir sonucu olarak silahlı çatışmalar ve gerginlikler tırmanacak. Örneğin, Fiji Adası Hükümeti 2020 yılında hazırladıkları raporda ülkeleri için en ciddi güvenlik sorununu yasa dışı ve düzensiz balıkçılık olarak belirlemiş durumda. Tüm bu karmaşaya değişen iklim koşullarını da ekleyelim. Isınan okyanuslar, eriyen buzullar tüm doğal dengeleri alt üst ediyor. Geleneksel balıkçılık paternleri değişiyor. Yeni balık kaynak arayışı devam ediyor. Kutuplardaki buzulların erimesi, Rusya, Çin ve Amerika Birleşik Devletleri’nin yüksek gelirli balıkçılığını bile etkilemeye başladı. Örneğin, Pasifik orkinos stoklarının doğuya doğru göç etmesi balıkçılık sektörünü derinden etkiliyor. Balıkçılığımızın en acil sorunu, bilimsel desteğinin yetersiz kalmış olmasıdır. 500 metreden derin sularımızdaki canlı hayatın varlığına yönelik bilimsel çalışmalar yok denecek kadar az. Balık stoklarımızı da belirlemediğimizden, filo büyüklüğü ile avlama arasında bilimsel bağ kurulamıyor. Doğu Akdeniz’de MEB (Münhasır Ekonomik Bölge) ilan etmediğimiz için deniz canlı varlıklarımız, güçlü balıkçı filolarına sahip devletler tarafından sömürülmeye devam ediyor. Antalya Körfezi’nde karasularımızın sınırlarına kadar gelen Fransız, İtalyan ve İspanyol balıkçılar buna örnektir. 

KONTROLSÜZ TROLCÜLÜK

Balıkçılıkta ciddi kontrol ve takip olmadığından aşırı avlanma da önlenemiyor. Yanlış ve kötü maksatlı kullanıldığında, dipteki canlı hayatına zarar veren trol filomuz, olması gerekenin üç katı. AB’de büyük kısıtlamalara ve hatta yasaklara tabi olan trolcülük yani dip taraması Türkiye’de kontrolsüz durumda. Trol yapılmasına izin verilen kıyı uzaklık limitlerine ve derinlik limitlerine uyulmuyor. Komşumuz Yunanistan trol konusunda örnek alınması gereken kuralları etkinlikle uyguluyor. Bu kuralları ihlal eden tekneleri ağır şekilde cezalandırıyor ve caydırma sağlıyor. Biz neden yapamıyoruz? Yasak zamanı gırgır tipi balıkçı gemilerinin yasakları delmesi ile dinamitle ya da geceleri dalgıçların ışıkla ve zıpkınla avlama yapması da aşırı avlanmaya büyük katkı sağlıyor. Boyuna bakmadan yumurtlama döneminde yakalanan, zıpkınla vurulan ahtapot, karavida vb. her tip dip balığının ve canlıların kökü kazınıyor. Özellikle Ege ve Akdeniz gibi turistik yerlerdeki restoranlar bu tip ürünlere çok büyük meblağlar ödediğinden talep büyük, kârlar devasa. Çok getiri sağlayan bu avlanmanın cezaları da az olduğundan maalesef önlem alınamıyor. 

DENİZLERİMİZE YENİ KURALLAR GEREK

Türkiye özellikle 2002 sonrası değişen iktidar döneminde büyük tonajlı balıkçı gemilerinin inşasını teşvik etti. Ancak uzak sularda balıkçılık yapabilecek bu büyük gemilere kota temin edemedi. Burada Dışişleri Bakanlığımız, Moritanya hariç gereken başarıyı sağlayamadı. Balıkçılıktan sorumlu Tarım Bakanlığı da koordine kurmadan büyük gemi inşasına onay verdi, hatta teşvik etti. Sonuçta uzak denizlere gidemeyen bu devasa gemiler, kendi sularımızda resmen katliama varacak boyutta aşırı avlanma sorununu ortaya çıkardı. Örneğin; İstanbul Boğazı’nda balıkçılık yıllarca yasak iken ve bu yol balıkların yegâne göç yolu olarak korunurken bu dönemde avlanmaya izin verildi ve Boğaz’da resmen aşırı avlanmaya tarihte ilk kez izin çıktı. Her sene katliam yaşanıyor. Türkiye nüfusunun 2023’te 86 milyon olacağı öngörülüyor. Dolayısıartırmak bir yana, bugünkü 7 kg yıllık tüketim oranını koruyabilmek için, önce aşırı avlanmayı önlemek daha sonra deniz ve tatlı su çiftlik balıkçılığı ile okyanuslarda uzak deniz balıkçılığını geliştirmek gerekir. Türk balıkçılığının bilimsel ilkeler ışığında bütüncül bir yaklaşımla geliştirilmesi ve denizlerdeki kontrolün sağlanması acil bir ihtiyaçtır. Türkiye’nin balık deposu Karadeniz’deki tüm kıyıdaşlarımızla ortak bir komisyon kurularak balık popülasyonunu çoğaltacak ve denizi kirletenlere karşı ciddi önlemler alacak Karadeniz ortak balıkçılık kuralları düzenlemek şart. Aynı durum Marmara’da da yapılmalı. Öncelik  müsilaj ve deniz kirliliğine sebep olan tarım ve sanayi atıkları ile belediye arıtım tesislerinin kontrol altına alınması olmalı. Eğer çevrenin korunmasına yönelik tedbirler alınmazsa halkımız cıva, plastik ve ağır metallerle donanmış deniz ürünlerini yemeye devam edecek ve kamuoyu neden kanser vakaları bu denli artıyor sorusunu sormaya devam edecek. Sonuç olarak; Mavi Vatan’daki balıklar ve diğer su ürünlerimiz ile Toprak Gemi Anadolu’nun gerek kıyıları ve gerekse göl ve akarsularımızdaki yetiştirici çiftlikleri gıda güvenliğimizin asli unsurları arasındadır. Neoliberal ekonomik modelin çöküşe geçtiği, devletlerin özellikle Ukrayna-Rusya krizi sonrası ciddi gıda güvenliği sorunlarıyla karşılaştığı dönemde su ürünleri kaynak çeşitliliği ve sürdürülebilirliği korumamız gerekir. Aşırı gelir elde etme hırsı içinde hareket eden avlayıcılar ile denize biyolojik ve kimyasal kirlilik sağlayacak düzeyde zarar veren çiftliklere asla izin verilmemelidir. Su ürünleri ve balıkçılık artık Tarım ve Orman Bakanlığı’nın kontrolünden çıkarılarak münhasıran kurulacak Denizcilik Bakanlığı idaresine devredilmelidir. Söz konusu bakanlık kıyı planlamasından deniz çevresine, balıkçılıktan Türkiye’nin denizcilik gücünü ilgilendiren her alana odaklanmalıdır. Dünya devletlerinin su altındaki hidrokarbon kaynakları ile canlı ve cansız tüm kaynaklar için savaşı bile göze aldığı bir konjonktüre girildi. Denizlerimize yönelik çıkar ve sorun alanları karmaşık bürokrasinin hâkim olduğu ondan fazla bakanlık ve 20’ye yakın kurum ve kuruluşunun eşgüdüm ve işbirliği eksikliğine tahammül edemeyecek kadar önemlidir.☸

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.