Ege adalarının statüsü

Yunanistan ve Türkiye’nin kıyıdaşı olduğu Ege Denizi, dünya deniz turizminin gözbebeği bir alan. Deniz suyunun berraklığı ile ısısı; kıyılarının, koy ve büklerinin güzelliği ile öne çıkan bir deniz. Endüstriyel medeniyetin acımasızca perişan ettiği Akdeniz’de deniz kirliliğinin görece belki de en az görüldüğü bir deniz. Eski adıyla “Adalar Denizi”. 

Türk-Yunan ilişkilerinin ana aksını belirleyen Ege Denizi, yatçılarımızın ve amatör denizcilerimizin, yılda bir kez dahi olsa Mavi Tur ile bu cennet denizi keşfe çıkan turistlerimizin son 40 yıldır gözbebeği. 

Konuya jeopolitik veya stratejik ilgisi olmayanlar için Ege Denizi yaz tatilinin ve denizcilik kültürünün en üst aşamada mutlulukla tatmin edileceği bir alan. Ancak çoğu zaman mevki koymak için kerteriz aldığımız, bazen limanına girip demirlediğimiz veya aborda olduğumuz ya da tamamen yaz tatili geçirmek için feribotla geçtiğimiz bu adaların tarihsel ve hukuki statüsü nedir? 

Kıta sahanlığı krizi

Ege Denizi’nde Türkiye’nin yakın güvenliğini ve jeopolitik konumunu etkileyen 23 ada mevcut. Bu adaların her biri gerek Osmanlı İmparatorluğu gerekse Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti tarafından egemenliği belirli şartlara bağlı olarak Yunanistan’a devredildi. Son zamanlarda gündeme gelen silahsızlandırılmış konumda Yunanistan’a devredilen adalardan bahsediyorum. 

Özellikle Kıbrıs sorununun başladığı 1960’lı yılların başından bu yana Yunanistan, Ege adalarını silahlandırıyor. Türkiye 1964 yılında bu ihlaller için ilk notasını vermiş, aynı yıl Ege’deki karasularını 3 milden 6 mile çıkarmış ve kıta sahanlığı krizinin çıktığı 1975 yılında da söz konusu ihlâlleri Birleşmiş Milletler (BM)’e bildirmişti. 

Silahsızlandırılan adalar

Yunanistan, Ege Denizi’nde gayri askeri statüde üç değişik ada grubuna sahiptir. Bunlar Boğazönü Adaları, (Semadirek, Limni, Taşoz, Bozbaba) Doğu Ege ya da Saruhan Adaları (Midilli, Sakız, Sisam, Ahikerya, İpsara) ve Menteşe Adaları (12 Adalar, İstanbulya, Rodos, Herke, Kerpe, Kaşot, İleki, İncirli, Kelemez, Leryoz, Batnoz, Lipso, Sömbeki, İstanköy, Meis) grubudur. 

Boğazönü ve Saruhan adalarının egemenliği Lozan Antlaşması’nın 12. ve 13. maddeleri ile 13 Şubat 1914 tarihli Altı Büyük Devlet Kararı hükümleri gereğince silahsız olmaları koşulu ile Yunanistan’a devredilmiştir. 

Menteşe Adalar grubunda adı geçen 14 adanın egemenliği ise İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra akdedilen 1947 Paris Barış Antlaşması’nın 14. maddesi gereği silahsızlandırılmış olma koşulu ile İtalya tarafından Yunanistan’a devredilmiştir. Türkiye bu antlaşmanın tarafı değildir. Ancak silahsızlandırılma koşulu Türkiye’nin güvenliğini ilgilendirir. 

Yunanistan, her üç adalar grubunda ancak asayişi sağlayacak polis veya jandarma bulundurabilir. Askeri birlik, deniz üssü veya hava üssü bulunduramayacağı gibi, savaş gemileri liman veya karasularını; askeri uçaklar hava sahasını veya meydanlarını kullanamaz. 

Yunanistan özellikle Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra her üç grup adanın çoğunluğunu kara, deniz ve hava birlikleri/üsleri ile silahlandırmış ve silahlandırmaya devam etmektedir. ASDEN Komutanlığı adı altında Midilli ve Rodos’ta tümenler; Limni Sakız Sisam ve İstanköy’de tugay seviyesinde birlikleri vardır. Limni, Midilli, İstanköy ve Rodos’ta jet harekatına uygun hava üsleri de mevcut. 

Egemenlik sorunu

Ege Denizi’nin 1955 sonrası Yunanistan tarafından başlatılan Türk-Yunan gerginliği ile riskli bir alana dönüşmesi, gerek Türkiye gerekse Yunanistan’ın aleyhinedir. Her iki ülke ulusal gelirine Ege kaynaklı deniz turizmi üzerinden ciddi katma değer sağlamaktadır. Yunanistan’ın kışkırtmaları üzerinden bugüne kadar yaşanan 1976-1987 Kıta Sahanlığı, 1981 Karasuları ve 1996 Kardak Krizi’ne rağmen iki taraf da silahlı çatışma aşamasına geldikleri halde bunu başlatmamış ve Ege’de barış korunmuştur. Bugün en az silahlandırılmış adalar konusu kadar, egemenliği anlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş Kardak benzeri 153 ada adacık ve kayalığın egemenlik sorunudur. Bu konu ayrı bir yazı konusudur. 

Diğer yandan, 12 Mart 1976‘da taraflarca imzalanan Bern Mutabakatı sayesinde iki tarafın bugüne kadar kıta sahanlığını ilan etmesi bir nevi yasaklanmıştır. Bu nedenle Ege Denizi’nin karasuları dışındaki alanlarda iki ülkeye ve üçüncü ülkelere sismik araştırmalar ve sondaj çalışmaları yasaklanmıştır. Dolayısı ile aradan geçen 44 yıl boyunca Ege Denizi’nde ciddi petrol veya doğal gaz rezervi bulunup işletilmemiştir. Bu da çevrenin korunması açısından dolaylı bir avantaj sağlamıştır. 

20 Nisan 2010 tarihinde Meksika Körfezi’nde BP’ye ait Deepwater Horizon sondaj platformunda yaşanan faciayı düşünürsek, Ege’de en azından böyle bir felaket senaryosu yakın ve orta gelecek için uzak bir ihtimal. Ancak en az bu facia kadar menfi sonuçlar yaratacak risk, savaş ihtimalidir. Bu durumu önleyecek en önemli gelişme, Yunanistan’ın Türkiye ile masaya oturup uluslararası hukuka aykırı olarak yarattığı fiili durumlara son vermesidir. Ege Denizi’nin barış içinde birlikte yaşanan bir deniz olması hedefi, Türkiye’nin değil, Yunanistan’ın rota değişikliği ile başarılabilecek nihai bir durumdur. ☸

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.