İYONYA Anadolu Medeniyetleri’nin devamıdır

İyonya’nın yani Batı Anadolu toprakları ile Boğaz önü adaları, Doğu Ege Adaları ve Rodos dışındaki Menteşe Adaları bölgesinin asla Yunan olmadığını, bu algının 19. yüzyıl sonrası kendisine kimlik arayan batı dünyasının akademi dünyası ve müesses kültüründen beslenen propaganda ile yanlış bir olguya dönüştüğü her geçen gün ortaya çıkan yeni bulgular ile ispat ediliyor.

13 Ocak 2019 tarihli Yunan Kathimerini gazetesinde Yorgos Prevelakis, “Sembolik Silah Olarak Mavi Vatan” başlıklı makalesinde şöyle diyordu: “Türkiye’nin ‘Mavi Vatan’dan ısrarla söz etmesi, Doğu Akdeniz enerji kaynakları sürtüşmesinde yeni bir stratejik oyun olarak yorumlanmamalı. Eski Türk-Yunan jeopolitik uzlaşmalarına karşı çıkan semboller, savaşının başlangıcı sayılmalıdır.” Yazar, Türkiye’nin doğuştan hakkı olan deniz alanlarındaki çıkarlarını koruma refleksini Mavi Vatan üzerinden kullanmasını büyük bir jeopolitik kırılma ve sapma olarak görüyordu. Bunu da makalesinde “Yunan argümanları güçlü. Türk ulusunun, yeni, sembolik bir deniz mirası yok. Önemli İslam coğrafyacısı Xavier de Planhol, Müslüman dininin kanunları nedeniyle denizcilikle uyumlu olmadığını gösterdi… Günümüzde deniz hakkındaki tehdit ön plana geliyor… Atina bunu yapacak durumda değilse, Helenizm’in başka etkenleri, özellikle de deniz alanını ve sembolik değerini bilenler tarafından harekete geçirilmeli…” cümleleriyle ifade etmişti. 

Yorgos Prevelakis, Türk ulusunu tamamıyla iktidardaki İslamcı partinin ideolojisine indirgeyerek genelleme yapıyor ve denizin Hristiyanlara ait olduğun iddia edecek kadar Orta Çağ aklına müracaat ediyordu. Aynı günlerde bir başka Yunan köşe yazarı da şöyle yazıyordu: “Türklere Lozan ile İyonya’yı bıraktık. Onlar da bize Ege’yi bıraktı. Türkler şimdi Mavi Vatan ile Ege’yi de istiyor.” (Yazar notu: İyonya’yı yani Batı Anadolu’yu Helen -Yunan- toprağı olarak görüyor.)

İyonya’nın yani Batı Anadolu toprakları ile Boğaz önü adaları, Doğu Ege Adaları ve Rodos dışındaki Menteşe Adaları bölgesinin asla Yunan olmadığını, bu algının 19. yüzyıl sonrası kendisine kimlik arayan batı dünyasının akademi dünyası ve müesses kültüründen beslenen propaganda ile yanlış bir olguya dönüştüğü her geçen gün ortaya çıkan yeni bulgular ile ispat ediliyor. Bu alanda yurt içinde ve Almanya’da yıllardır sürdürdüğü çok boyutlu ve derinlikli çalışmalar sonucu yazdığı Almanca makalelerinin çevirilerini içeren “Uygarlık Anadolu’dan Doğdu” (Akdeniz Ülkeleri Akademisi Vakfı Yayınları, 2023, 4. Baskı) isimli önemli eserin yazarı Arkeolog Prof. Dr. Fahri Işık ile yazar (merhum) Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) başta olmak üzere, gerçeği arayan birçok Türk arkeolog ve araştırmacı yazarı takdirle anmamız ve öğrenmemiz gerekir. 

Batı demokrasisi ve felsefesinin temeli olduğuna inandırılan Helenizm, merkezi Avrupa’dan Yunanistan’a gelen Aryanlar tarafından kurulmadı. Aksine, İngiliz tarihçi yazar Martin Bernal’ın “Kara Atina” isimli eserinde anlattığı gibi buraya gelenler Mısır, Mezopotamya, Anadolu ve Fenike’den gelen yerleşimcilerdi. 18. yüzyıldan sonra sanayi devrimi ve kapitalizm ile çok güçlenen ve emperyalist aşamaya geçen batılı devletler kendilerine bir kimlik yaratmak için başlangıç noktası olarak Helenleri seçtiler ve onları Avrupalı yaparak Mısır ve Fenike ile ilişkilerini kopardılar. Böylece batı, kendilerine Aydınlanma ve Rönesans Avrupa’sına; oradan Orta Çağ döneminin karanlığına ve nihayetinde klasik Roma ve Yunanistan’ın ihtişamına uzanan eşsiz ve yüksek, sözde bir kültürel geleneği yarattı. Bu zorlamayla yaratılmış bir kimlik ve kültür mirası idi. Bu sahte medeniyet kimliğini yaratmak, bu kimliği sömürgeleştirme ve köleleştirme aşamasında üstün insan topluluğu modelini yaratarak ahlaki gerekçe sağlamak ve batı hâkimiyeti için tarihsel bir dayanak sağlayan yüksek ve ayrıcalıklı bir soy yaratmak içindi. Uygar batılı, geri kalmış vahşileri ve kendine benzemeyenleri sömürebilir, köleleştirebilir ve hatta öldürebilirdi. Bu akla göre emperyalizm, kölelik ve zulmü kolayca meşrulaştırmış oldu.

İngiliz hukukçu ve filozof Francis Bacon’a göre, insanlık tarihinde sadece üç ilim ve medeniyet dönemi vardır: “Biri Yunanlar, ikincisi Romalılar ve sonuncusu batılı milletler, yani Avrupa.” Prof. Işık şöyle ifade ediyor: “Batılıların bizde Cumhuriyet Dönemi başlangıcından bugüne yaklaşık 100 yıl akademi dünyasına dayattıkları ve alıştırdıkları, biz ne dersek odur, ilk biz buluruz, Anadolu-Yunan tarihini biz yazarız iddiasıdır.” Avrupalı tarihçiler ve arkeologlar Anadolu’daki İyon gerçeğini yüzyıllardır Helenlere yani Atika/Atina’ya bağlıyorlardı. Peki bu iddialar ne derece gerçekçi ve geçerli? 

MISIR’DA BULUNAN YAZITIN ORTAYA KOYDUKLARI

Prof. Dr. Fahri Işık, MÖ 1200 ile 500 yılları arasında şekillenen ve Ege Denizi’nin doğu yakasında temelleri atılan uygarlığın bugün esas kabul edilen pek çok evrensel değerinin Anadolu’da yaratıldığını son 50 yılda yaptığı çok değerli çalışmalar sonucu arkeolojik kanıtlar ile ispat ediyor. Işık, eserinde “Devrimlerin atası sayılan Neolitik (Cilalı Taş) devrinin temelleri de bu topraklarda atıldı ve buradan yayıldığına göre Erken Demir Çağı’nın da bu topraklarda başlaması şaşırtıcı olmamalıdır” diyor. 

Günümüzde maalesef yoğun batı propagandası ve akademi dünyasındaki müesses kültüre biat ile yükselme endişesi bilim insanlarımızı Anadolu gerçeğinden uzaklaştırarak, Helen öğretisinin unsurlarına dönüştürüyor. Prof. Dr. Işık, ZorbaTv isimli internet dergisindeki 16 Mayıs tarihli röportajında şunları söylüyor: “Halikarnas Balıkçısı ve Sabahattin Eyüboğlu gibi yazın kesiminden öncüler ve onların takipçisi aydın kesimin bir bölümü dışında, yani suskunlarla birlikte çoğunluk -aslında Perikles’in Altın Çağı’nda bile Atina’da olmayan- ‘hümanist düşüncenin’ büyüsüyle Ege’nin batı yakasında dünyayla birlikte saf tutmayı sürdürürler. Onlar her ‘Philhellenist’ gibi tek bir halk olan ‘Helenler’ adına hiç ‘ulusalcılık’ yapmazlar (!); fakat 10 bin yılın değişik soydan binbir Anadolu halkı adına böyle düşünenlere ‘Anadolucu’ yaftasını takmayı kendilerine hak görürler. Dahası; Neolitik, Kalkolitik, Tunç Çağı’nda ‘Anadolu gerçeğini’ öne çıkaranlar ‘Anadolucu’ olmaz; söz konusu ‘Helen’ ise olunur. ‘Helen değildir’ dediğim İyon halkının, bugün de ‘Yunan değildir’ dediğim Rumların ataları olduğunun farkında bile değillerdir. Bir arkeolog olarak beni okusalar ya da dinleseler, biliyorum ki o tanımın özünde bir ‘ulusalcılığın’ değil, bilimsel gerçekliğin olduğunu göreceklerdir.”

Atinalılar yani Helenlerin Anadolu’ya gelmeden en az 200 yıl öncesinde bu topraklarda bir Büyük İyonya olduğunu belgeleyen yazıtın 2005 yılında Mısır’da bulunması da çok önemli bir gelişmedir. Mısır’daki yazıt, İyonların MÖ 12. yüzyılda Hellas’tan gelen Yunanlar olmadığı, yerli Anadolu halkları olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. 

ARKEOLOJİK BULGULAR VE EFSANEDEN BESLENENLER

Prof. Dr. Işık, kitabında; İyonların Atinalıların değil, Hitit ve Luvilerin devamı olduğunu, 19. yüzyıldan bu yana henüz bilimsel arkeoloji kazılarla tarihsel gerçekleri somut verilerle ortaya koymaya başlamadan, mitos kaynaklı antik yazarlara dayanarak yazılan batı merkezli Anadolu Yunan Tarihi’nin aksine arkeolojik bulgular ile ispat ediyor. Yunanistan, 19. yüzyılın ilk yarısında 1830 yılında kuruldu. O dönem başta İngiliz, Alman ve Fransız tarihçiler, batının tasarladığı bir tarih algısı oluşturdu ve bunu eserlere döktüler. Dayandıkları en büyük kaynak, Heredot Tarihi idi. Ancak bu tarih kendi deyimiyle sadece “duyduklarına” dayanıyor, arkeolojik kanıtlarla ispatlanamıyordu. Duydukları da Atina’da kendisine anlattıkları masallardı. Yani henüz bilimsel arkeoloji kazılar ve teknikler gündemde bile değilken temelsiz bir “Anadolu Yunan Tarihi” yazıldı. Bu tarihe göre Anadolu, Truva dahil tamamen Yunan kabul edildi. 

Prof. Dr. Işık şunu soruyor: “19. yüzyılın başlarında Schliemann,  Dörfeld, Blegen’le  ‘Yunan’ olan aynı Truva nasıl oldu da 120 yıl sonra Korfmann’la ‘Anadolulu’ oldu? Bunu soran, düşünen var mı? ‘Yunan’ olan Likya’da da Fransızlar, İngilizler, Avusturyalılar vardı; şimdi de bizimle Anadolulu olan bir Likya var. Bunu sorgulayan var mı? Bu ilk ‘araştırmacılara’ göre Anadolu kıyı halkları Yunan ya da Yunanlaşmıştı, çünkü her yerde gördükleri yazı Yunancaydı. Daha ne Hitit ne Frig ve ne de Urartuca biliniyor; Neolitik Çağ’dan başlayan devamlılık bilinmiyor, Luvice bilinmiyor, Hititçe bilinmiyor. Henüz bilimsel kazılar yok. Bu çok önemli, daha bilimsel kazılar yok. Evet, sadece Yunanca yazı var ve de uydurma Yunan efsanelerinden (mitos) beslenen antik kaynaklar var.”

Bugün batı dünyası 1830 yılında yarattığı Yunanistan (Grekistan) devletinin, Anadolu’daki sözde Helen bağının sahteliğini kabul etmelidir. Prof. Dr. Işık ve şimdilik sayısı az da olsa bilimsel tarafsızlığa sahip batılı arkeolog her geçen gün gelişen yeni teknolojiler ve arkeolojik buluntularla İyonya ’nın Hitit ve Luvi’nin yani Anadolu Medeniyetleri’nin devamı olduğunu ispat etmiştir. Türk akademi dünyası da etkisi altında kaldığı batı öğretisinden kurtularak bu gerçeğe yaklaşmaya başlamıştır. Nasıl ki Göbeklitepe kazıları bilinen hem din hem medeniyet tarihini alt üst etmiştir, Fahri Işık’ın somut arkeolojik kanıtlarla yazılan “Uygarlık Anadolu’dan Doğdu” adlı eseri de sahte kimliğini dayandırdıkları İyonya Helen’dir iddiasını yerle bir ediyor. Gerek akademi dünyası gerekse devlet kurum ve kuruluşları Batı Anadolu’muzun İyonya Helen’dir sahteciliği üzerinden Yunan tarihine ve kültürüne eklenmesine karşı duruş sergilemelidir. İyonya, Anadolu Medeniyetleri’nin devamıdır. Bugünkü ve sonsuza kadar kalacak son sahibi de Türklerdir.☸

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.