Antigua, vardığım ilk Karayip adasıydı. Hayır yatla değil, bir yata katılmak üzere uçakla varmıştım. Dün gibi hatırlıyorum; kara kışın ortasında Milano’dan çıkıp şıpıdık terliklerle nemli mi nemli Karayip havasına indiğimde heyecanlıydım. Daha uçağın penceresinden gördüğüm denizin turkuaz rengi, nasıl bir coğrafya ile karşılaşacağımın resmiydi. Yeni havaalanı henüz yapılmamıştı. Eski mi eski, derme çatma bir havaalanından giriş yapmıştım adaya.
Karayipler denince filmlerde gördüğümüz kristal gibi sular ve zenginlik akla gelse de aslında son derece fakir bir halk yaşantısının arasına ustaca sıkıştırılmış bir zenginlikten söz edebiliriz. Yani havalimanı berbat, yollar çamurlu, evler gecekondu, yerel halk fakirlikten kırılıyor ama işte o kristal gibi berrak sahilleri kapmış lüks oteller, filmlerde gördüğünüz o sahneleri yaratıyorlar. Esasen bu bozulmamışlığı, o fakirliğin, o gerçekliğin hâlâ orada duruyor olmasını seviyorum! Rengârenk gecekondular, Avrupa’da olmayan bitki örtüsü, daha önce hiç duymadığınız cinsten kuş sesleri, yolda önünüzden salına salına geçen iguanalar…
Antigua ve Barbuda, isminden de anlaşılacağı gibi ayni hükümete bağlı iki adadan oluşuyor ama ben Barbuda’ya hiç ayak basmadım açıkçası. Özellikle bu yıl yaşanan Atlantik tarihinin en yıkıcı kasırgası Irma’dan sonra ne yazık ki Barbuda’da taş taş üzerinde kalmamış ve ada dümdüz hale gelmiş. Antigua ise ucuz kurtarmış. Ada hâlâ eski güzelliğinde. Büyük bir ada aslında. Başkenti St. John’s. Bizlerin dönüp dolaşıp buraya gelmesinin nedeni ise yine tabii ki süperyatlar.
KLASİKLER VE ÖDÜLLÜ YATLARLA BİR ARADA
Karayipler, süperyatlar için enteresan bir şekilde kendi içinde ayrılmış durumda. Geçen ayki yazımda da bahsettiğim gibi, süperyat sektöründe tekne sahibinin teknede olduğu zamanlar uğranılan limanlar ile tekne sahibi yokken beklemek için tercih edilen limanlar ve adalar farklıdır. Karayipler’de de kendiliğinden öyle olmuş. Antigua son derece lüks otellere ve muhteşem sahillere sahip olsa da, tekne sahibi teknede olduğunda değil, olmadığında konaklanan limanlardan biridir. Tekne sahibi geldiğinde genelde St.Barts, St.Lucia ve Bahamalar gibi başka adaların kristal sularının keyfi çıkarılır. Nedense bu durum böyle kimlikleşmiştir. Bizler de tekne sahibi olmadığı zamanlarda tıpkı süperyatların uğradığı diğer bir ada olan Sint Maarten’de olduğu gibi, adanın keyfini çıkarır, adayı işimizin de gereği olarak avucumuzun içi gibi biliriz.
Bu kez adaya ayak bastığımda Mart ayının sonuydu. Aralık ve Ocak’ta hareketli olan ada biraz sakinlemiş, genelde Amerikalı olan turistler azalmış, yelken yarışları da olmayınca bu aralar daha bir yerel hayat süregelir durumdaydı. Süperyatların limanı ise English Harbour dediğimiz bölge ve özellikle Falmouth Marina’dır. Orada yer bulamayanlar Nelson’s Dockyard’a geçerler. Bu iki marinada dünyada ün yapmış birçok süperyata yan yana rastlarsınız. Bu gelişimde marina çok dolu olmasa bile yine de 75 metre boyuyla dünyanın tek direkli en büyük yelkenlisi M5 bütün ihtişamıyla Falmouth’da ilk göze çarpan tekneydi. Biz oradayken birçok bilinen süperyat gelip gitmeye devam ediyordu. Gördüklerim içinde eşsiz klasik bir yelkenli olan 79 metrelik ATHENA, bilinen büyük motoryatlardan 52 metrelik SEVEN SINS, 67 metrelik SEA SENSE, 74 metrelik NAIA, bunun dışında regatta’ların gözdesi ve birçoğundan da ödülle ayrılmış yelkenli süperyat UNFURLED ve ROSEHEARTY, ismini göremediğim birkaç büyük yelkenli de gıcır gıcır, salına salına gelip gittiler.
DİNGİN VE LÜKS
English Harbour bölgesinde gidilebilecek en tatlı ve şık restoran, aynı zamanda küçük bir koy olan Pigeon Beach’e bakan Catherine’s Plage. Ben dahil hepimiz mutlaka orada şık bir öğlen yemeği yiyerek hoş vakit geçirmeyi severiz çünkü Falmount’a yürüme mesafesindedir. Muhteşem renkteki gerçek Karayip denizinde yüzmek, bembeyaz kumlarda yürümek istiyorsanız, adres Jolly Beach tarafı. Jolly Beach’i öneremem çünkü güzel bir atmosferi yok ama deniz inanılmaz güzel olduğundan adanın o tarafında olan tüm otellere gidilebilir. Deniz muhteşem turkuaz renginde ama dalgalıdır. Ben bir de Carlisle Bay’e gittim; sakinlik ve çarşaf gibi pırıl pırıl bir koy arayanlar için lüks otel ve beach…
Bunun dışında Antigua’yı tam tepeden görebileceğiniz bir yer var ki, hayatta bir kez orada vakit geçirmek şart! Sadece Perşembe ve Pazar günleri bir çeşit açık hava partisi yapılan Shirley Heights. Karayipler’in olmazsa olmazı reggae çalan bir grup geliyor. Mangallar kuruluyor ızgarada tavuk, hamburgerler ve Karayip soslarıyla midenizi biraz yoracak ama lezzet fışkırtan sokak lezzetleri sunuluyor. Elinize de bir bardak rom punch alıp o muhteşem manzarayla güneşi batırdığınızda “Oh be!” diyorsunuz dünyanın ta bir ucundan, “Oh be, iyi ki buradayım!”… ☸