“Ey dost fırtına gerçi rüzgârdır ve eser; ancak o rüzgâr o kadar kuvvetlidir ki; ya denize batırır ya da taşa vurur. Yarabbi insanın başına böyle bir iş gelmesin!” Böyle diyor Piri Reis Kitab-ı Bahriye’nin giriş bölümünde. Fırtına! Korkulası rüzgâr. Hele Ege’de. Fırtına’nın ne zaman, nereden çıkacağı, sağanağın ne zaman bastıracağı belli olmayan, “şarap renkli denizde.”
Türk Radyo hava raporları günlerdir uyarı veriyor. Poseidon’da Güney Ege hep sarı- kavuniçi. Fırtına geldi gelecek.
Umur Reis tutturdu: “Çıkalım!” El mahkûm, çıkılacak. “Dalgacı”yı hazırladık.
Bu defa ekipten bir Umur Reis bir de bendeniz varız. Üçüncü denizci, Büyükelçi (E)* Ümit Pamir. Bu tümcedeki “denizci” sözcüğü, “klavyeden kaçtı”. Yoksa Ümit’in denizciliği, Şirket-i Hayriye vapurları ile Boğaz geçmekten, birkaç kez “Cruise” gemilerinde, neredeyse denizi görmeden seyahat etmekten ve bir motoryatta birkaç gün geçirmekten ibaret. Olsun. Kusur sayılmaz. Biz iki “usta!” ve ”deneyimli!” denizci yeteriz!
Bu nedenle Ümit, “Ben gelirim. Çok sallanır mıyız? Beni deniz tutar da. Ama bileziğim var” dediğinde hiç duraksamadık. Zaten bu kez Kitab-ı Bahriye’nin izini sürecek veya Yedi Burunlar’ı dönecek değiliz. Bir iki gün keyif yapacağız. “Bushman’s holiday**- Reis tatili”. Kol bileğine takılan bir bilezik deniz tutmasını nasıl önlüyor hiçbir zaman anlamamışımdır. Ümit’e, bir de hap almasını söyledik.
Postacı tatilde, gittiği yerin sokaklarını ezberlermiş! Eh biz de, beni boğaz tokluğuna çalıştırsa da Tanrı her tuttuğunu altın etsin, Dünya durdukça Yacht Türkiye Yayın Yönetmeni kalsın, Eyüp Özel’in tanımlaması ile “amansız bir Piri Reis takipçisi” olmaktan bir türlü kurtulamıyoruz. Yine gözümüz Kitab-ı Bahriye’de. Hiçbir şey yapmasak, giriş bölümlerini tekrar tekrar okuyup, her defasında yeni bir şeyler öğreniyoruz. Devamı Ekim 2015 sayımızda…