Sadun Abi’yle arada bir yaptığımız telefon konuşmalarından birinde “Sonbahar”ı Karacasöğüt’ten Turgutreis’e götürüp karaya çekeceğini söyleyince, evde sıkıntıdan patladığım için, “Abi sen o kadar uzun pasajı tek başına yapamazsın, iki ihtiyar daha iyi gideriz, transfere ben de geleyim” dedim. Pazarlığımızsa şöyle: Yemekleri o yapacak, ayak işlerini ben…
Bugün Şemsipaşa’ya uzanan sahil yolunun altında çocukluk ve gençlik yıllarımdaki mekânım yatar; Salacak’ın deniz kıyısında, balığa çıkmadan önce kurt çıkardığımız kırmızı kaya, Ömer Abi’nin kayıkhanesi, Salacak vapur iskelesi, Salacak plajı ve üstünde gazinosu vardı. Yazlarımız o kıyıda, kız tavlama umuduyla kasılmaktan çatlayacağımız plajda, kulede dalıp midye çıkarmak, akıntıda balık tutmakla geçerdi.
Bir gün kayıkhanenin yanındaki evin duvarını yıkıyorlar, ne oluyor diye göz attığımızda Athar ustanın atölyesinin duvarından bir tekne çıkıyor! Biz çıkan tekneden çok ev ne zaman çökecek diye bir süre izlemiş sonra da o zaman her ne haytalık yapıyorsak işimize dalmıştık. Oysaki bilmeden Türk deniz tarihinde önemli bir olaya şahit oluyorduk. Duvarı delip çıkan tekne Kısmet’ti. İlk defa bir Türk ustanın imal ettiği bu tekne, o günlerdeki Hiscock gibi elit veya uçuk diyebileceğimiz çıır açan, öncüler arasındaki Sadun Boro’yu dünyamızın etrafında taşıyacaktı. Devamı Eylül 2014 sayımızda.