2020’de denizci cenneti: GÖKOVA

2020 pandemi yoğunluğunda, koylarda jeneratör sesi duymak yerine denizin ve ormanın müziğini dinlemek istiyorsanız, tek garantili adres Gökova’ydı. Çökertme, Akbük ve Karacasöğüt gibi yerleşim bölgelerinde imar affı nedeniyle yaşanan ölçüsüz yapılaşma moral bozucuydu, ama özellikle körfezin güney kıyılarındaki dantel gibi koylar muhteşem bir huzur yuvasıydı. Öyle ki, denizde sükûnete önem veren pek çok denizci sezon boyunca Gökova’dan dışarı burnunu bile çıkarmadı.

Mina Urgan gençlik yıllarında Akyaka yamaçlarından, Sakar Yokuşu’ndan aşağı Gökova’ya doğru bakarken kendi kendine “İnsan doğada ne arar?” diye soruyor ve şu yanıtı veriyor: “Doğada deniz vardır, dağ vardır, orman vardır, ova vardır. Bunların hepsi vardı Gökova’da. Hem de en güzel şekliyle. Olanca görkemiyle.”

Mavi gezginin derdi de bu; doğadan nehir, azmak isteriz; koca çam, sığla ağaçlarının gölgesini isteriz; defne, okaliptüs ağaçlarının, envai tür çiçeklerin kokusunu isteriz, ağustos böceklerinin cırıltısını, kuş cıvıltıları isteriz; rüzgârın fısıltısını, dalgaların hışırtısını isteriz, yakamoz isteriz, yıldızların altında uyuyabilmek isteriz…

Eylül yaklaşırken 15 gün Gökova’da o koydan bu koya dolaştık. Bu eşsiz doğa beklentilerimizin, isteklerimizin tümünü karşıladı. Pandemi döneminde deniz üstündeki yoğunluk ve denizi kentteki evinde elinin altındaki tüm konforla yaşamak isteyenler tuhaf bir şekilde Gökova’nın derinliklerine hiç girmemişlerdi. Hisarönü’ne dönüş yolunda son duraklarımız olan Alakışla ve Pabuç Koyları haricinde 24 saat jeneratörsüz yaşayamayan kocayatlara neredeyse hiç rastlamadık. Tabii ki körfezde dolaşan 200 civarı gulet vardı. Tuhaf ama Gökova’daki gulet müşterisi de Hisarönü’ndeki “her gece eller havaya” gulet müşterisi gibi değil. Gökova’da gerçekten huzuru bulduk.

DATÇA YARIMADASI KIYI SEYRİ

Yolculuğumuza haşmetli Deveboynu Burnu’nu sakin bir havada dönerek Knidos’tan başladık. İlk durak Mersincik…

Mersincik kocaman bir koy, batı ucundaki Poyraz Limanı tıka basa dolu. Sıkıntı yok, yer çok. Gittik koca koyun güneybatı köşesine demiri yolladık sulara. Alargadayız. Sert havalarda bu köşe bile biraz solugan alıyor, ama deniz pırıl pırıl. Çevremizde yine alargadaki 8-10 tekne ile sabaha kadar fır fır dönerek sakin bir gece geçirdik.

Zaten bu yılın moda kavramı alarga… Pandemi dönemi ya, pek çok denizci kıyıdan uzak olmayı bu yıl her zamankinden daha çok tercih etti.

Ertesi sabah hava sıfır, deniz tahta gibi. Uzun zamandır hayal ettiğim bir geziyi gerçekleştirdik. Mersincik’ten Körmen’e kadar yakın kıyı seyri. Böyle muhteşem bir doğa olamaz. Dimdik dağlar, denizle birleşen uçurumlar, dağların ortasında bir pasta dilimi gibi kesilmiş sarp kayalarla süslü vadiler. Ve toprağın her metrekaresi farklı bir yeşil. Dağlar kimi yerde fundalıklar, çalı çırpı ile kaplı; kimi yerde dev ağaçlar…

Yerel denizcilerden öğrendim. Mersincik’in doğu istikametinde, hemen yanında, Çambucağı (haritalarda Çamboğazı) diye muhteşem bir yarık var. Ancak su derin, demirlemek zor. Bir yanında ise Merdivenli diye bir küçük koy. İnanılmaz bir doğa harikası olmanın yanı sıra karaya çıktığınızda yamaçta kayalara oyulmuş binlerce yıllık bir merdivenli yol bulunuyor. Karia Yolu’nun bir parçasıymış.

Körmen’e kadar 8 millik kıyı şeridinde bunun gibi Datça köylerinin yalısı pek çok minik koy var. Mesela Merdivenli’den biraz ileride Gelindaşı isminde bir koy. Yine bir kaya yarığının dibinde, yeşilin her tonuyla kaplı bir vadi. Kim niye bu ismi vermiş, nasıl bir öyküsü var bilmiyorum. Bildiğim şu: Bu koylar Garipçe, Yazı gibi Datça dağ köylerinin yalıları. Datça köylüleri on yıllardır buralara güç yollardan ulaşıp ot, baharat, defne toplarlarmış.

Garipçe Tepe, Ada Tepe, Hamzalı Dağı gibi yüksek yamaçların altındaki bu koyların tümü hâkim rüzgâra açık. Sadece deniz çarşaf gibi olduğunda bir göz atmak, yüzme molası vermek mümkün. Körmen’den Bördübet’e 20 millik yolun Datça’yı geçtikten sonraki bölümünde de Kayalıtepe Dağı, Kocadağ gibi görkemli dağların kıyısında da aynı topografik güzellik devam ediyor. Ancak burada dağlar öyle dikine yükseliyor ki, kıyı seyrinde ormanlar, yeşillikler tepelerde kalıyor, göremiyorsunuz.

YAŞAM DOLU BÖRDÜBET

Bördübet’te ünü kıtalara yayılmış sayısız koy var. Elektrik-su derdiniz yoksa bir ay yaşasanız canınız sıkılmaz. Bu ünlü koylardan son havadisler şöyle:

Büyük Çatı, Okluk kapandıktan sonra Gökova’da denizde yaşayanların en önemli sığınağı olmuş durumda. Kış aylarında bile burada uzun süre konaklayan tekneler oluyor. Buradaki balıkçı kolonisi de durumdan mutlu. Balıklarını kolayca satıyorlar, Marmaris’e gidenler sipariş üzerine denizcilerin market, eczane vb alışverişini yapıyor. Hatta bir artezyen açmışlar. Teknelere biraz akrobasi ile su da verebiliyorlar.

Koyun girişine bir balıkçı koca bir bez pankart bağlamış. Üstünde şöyle yazıyor: “Su bulunur… Market alışverişi yapılır… 0536 431 41 15… Çatılı Mehmet… Çöp ücretlidir!”

Evet, bu koylarda çöp önemli bir sorun. Buralar aslında Datça Belediyesi’ne bağlı. Ama engebeli ormancı yollarından ulaşılabildiği için bu koylara çöp kamyonu yollamaya Datça Belediyesi bir türlü yanaşmıyor. Bazı görgüsüzler de çöplerini orman içine bırakabiliyorlar.

Komşu koylardan Armonika (Gerence Koyu) yelkencilerin buluşma noktası oldu. Normalde iki, en fazla üç teknenin bağlanabildiği koyda eş-dost yedi sekiz tekne aborda olup kıçtankara bağlanıyor ve uzun süre konaklıyor. Geçen ayki yazımda sehven ADSYK olarak yazılan ADYK (Açık Deniz Yat Kulübü) WhatsApp grubunda büyük beğeni toplayan bu taktik, Ağustos ayında Küçük Çatı’dan Ballıcak’a, Yediadalar’dan Ballısu’ya, Tuzla’dan Çanak’a kadar pek çok dar ve küçük koyda sık karşılaşılan bir görüntü oldu.

Bu duruma, bir bakış açısıyla, yıllardır benzer ön haberleşmeler ile küçük yelkenli teknelere küçük koylarda burun sokacak yer bırakmayan guletler ve iki koltuk halatıyla küçük koyları kendi özel yüzme havuzuna çeviren büyük motoryatlardan yelkencilerin intikamı da diyebiliriz… Ancak diğer bir bakış açısıyla, profesyonel kaptanların bu taktik karşısında fena halde sinir oldukları da düşünülebilir.

GÖKOVA’DA KENTLEŞME GÖRÜNTÜLERİ

Gökova’nın popüler mavi gezi bölgesinde yaygın yerleşim görülen aslında iki merkez var; Akbük ve Karacasöğüt koyları. Bunların ikisi de imar affıyla coşmuş durumda. Sadece Akbük’te iki yıl önce 300’den fazla ev yapıldı. Bunların tümü mühürlü, bir miktar da ceza yazıldı. Ama ne gam, yeni evlerin tümünde yaşam sürüyor. Dolayısıyla Akbük ve Karacasöğüt’te ciddi bir nüfus artışı ve farklı açılarda yaşam kültürü değişimi gözleniyor.

Akbük’teki değişim, doğrusu biraz olumsuz. 2 kilometrelik plajın tümü şezlong ve şemsiyelerle kaplanmış durumda. Ve müthiş bir günübirlik kara turizmi gelişimi var. Eskiden denizcilerin çok önemli bir uğrak noktasıydı. Bu yıl (yani pandemi yılı) nüfus yoğunluğu nedeniyle Akbük’e giden tekne sayısında ciddi bir azalma var. Öyle ki, çevresinde müzikli barlar da açılan Altaş Restoran bile sonunda pes etmiş ve iskelesine tekne bağlamaya ara vermiş.

Oysa Altaş’ta güzel bir barbun tava Gökova yolculuklarımızın vazgeçilmez lüksüdür. Oldum olası Gökova’nın en önemli lojistik merkezi olan Karacasöğüt’te ise denizciler açısından olumlu gelişmeler yaşanıyor. Köyün ortasındaki market inanılmaz bir gelişme gösterdi. Raca Restaurant yüksek kalite seviyesini koruyor. Gökova Yelken Kulübü şöhretini her yıl artırıyor ve tüm kıyılarımızın en “in” marineti haline geldi. Bu yıl bir hayli tartışmalı bir konu olan MUÇEV’in Karacasöğüt iskelesi, sürekli konaklayanlar ayrıldıktan sonra günlük ya da kısa süreli molalar için son derece elverişli bir durak oldu. Koyun doğu ucunda azmağın kıyısında kurulu marineti ise Okluk’tan ayrılmak zorunda bırakılan Turgut Yücel devraldı. Okluk’ta Denizkızı Restoran’da Mustafa Efe’nin yardımcısı olan Alptekin’i de yanına aldı ve bu iskele kısa sürede Karacasöğüt’te bir cazibe merkezi haline geldi. Gel gör ki, talihsizlik ya da acı kader Turgut’un peşini bırakmadı.

56 yaşında bir kalp krizi ile aramızdan ayrıldı. Eşi Durkadın Hanım ve Alptekin yas döneminden sonra tesisi tam kapasiteyle işletmeye devam edecekler ama bütün köyün morali alt üst oldu.

GÖKOVA’DAN SON NOTLAR, HOŞLUKLAR…

15 gün kadar dolaştık bu eşsiz körfezimizde. Ballısu’da günlük ağaçları altında yürümek, koyun dibindeki minik tatlı su kuyusuna salına salına gelen koca ineklerin teknelerin koltuk halatları üstünden-altından dans eder gibi geçişlerini izlemek; Pabuç Burnu, Tuzla Koyu Fener Bükü’nde sabahın 07.00’sinde dünyanın en güzel denizine girmek; Kıran Dağı’nın sarp yamaçları altında Akbük’ün kayalık kuzey kıyılarında çarşaf gibi denizde alargada saatlerce milim kıpırdamadan mola vermek; Adalıyalı Bükü’nde Sadun Boro anıt heykelini seyrederek güneşin çam ormanı arasından batışını seyretmek gibi sayısız hoş anıyla Deveboynu Burnu’nu bordaladık ve Hisarönü’ne geri döndük.

Ama “bu gezide en hoşuna giden yer neresiydi?” diye sorarsanız da bir kesin yanıtım var: Sedir Adası’nda güneşin batışı, güneşin doğuşu…

Karia döneminden bugüne kadar hayli korunarak ulaşmış 2 bin 600 yıllık antik kent Kedrai’nin kalıntılarıyla ve ünlü Kleopatra kumsalı ile ünlü Sedir Adası ana limanı Gökova’nın en muhteşem durağı. Bir kez daha test ettim, kabul ettim.

Mesela Ekim ayının güzel ışıklarında hava durumuna göre 3-4 metreye 15-20 metre demir döşeyin üstünüze bir battaniye alın ve açık havada, ormanın ve denizin müziğini dinleyerek o limanda, yıldızları seyredin, uyuyun. Bir kış boyunca hafızanızı terk etmeyecek bir anı olacak.

created by dji camera

created by dji camera

1 comment

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.