Fotoğraflar: Ali Boratav
Herkesin âdetleri var. Bizim de bir körfezde 10 günden fazla zaman geçirdiğimiz, bir koyda iki gece üst üste kalmışlığımız çok nadirdir. Gezmeyi severiz, gün içinde bile çoğunlukla iki farklı koyda demirleriz. Bu yıl bir istisna yaptık, 50 güne yakın Hisarönü’nde kaldık. Bir de büyük istisna Orhaniye’de beş gece altı gün konaklama. Biraz alışveriş ve tekne bakımı, biraz fırtına zorlaması, biraz lezzet molası… Bu uzun süreli konaklamayı mümkün kılan iki iskele ve Hisarönü’nden küçük lezzet ve deniz notlarımı sizlerle paylaşmak istedim…
Yaklaşık 20 yıldır denizlerdeyiz. İki gece üst üste aynı limanda ya da ıssız koyda kalmışlığımız bir elin parmaklarını geçmez. Hem gezmeyi severiz hem de bulaşık yıkamak için akıntısı olmayan kapalı koylardan ayrılmamız gerekir. Diyeceksiniz ki, Göcek’te Hisarönü’nde aynı yerde iki üç ay bağlı kalan tekneler var. Evet doğru ama bunların neredeyse hiçbirinin gri su tankı yok. Siyah su tankları da üç-beş günde dolar. Bu tarz deniz yaşamını doğru bulmuyoruz. Ama… Bu yıl ben de bir ilki yaşadım ve üst üste beş gün Orhaniye’de kaldım. Kalabildim.
Orhaniye, Kızkumu ile kendisine marka değeri yaratmış, Hisarönü’nün belki de en korunaklı büyük koyudur. Dirsekbükü, Selimiye ve Bozburun da korunaklıdır ama hiçbiri Orhaniye kadar değil. Zaten bu nedenle de bir koca marina ve 14 adet irili ufaklı tekne bağlama iskelesi (kimileri marinet statüsünde) vardır.
ARTILARI-EKSİLERİ
Dezavantajı hem bu kadar kapalı hem de bu kadar kalabalık (denizde ve karada) olması nedeniyle deniz biraz kirlendi. Zaten azmaklar nedeniyle suyu da hayli bulanıktı, iyice bozuldu. Turgut, Selimiye ve Bozburun’un aksine karayolu tam deniz kenarından geçiyor. Bu da koyun bir ucundan diğer ucuna gündüz saatlerinde hayli toz içinde kalmasına ve hatırı sayılır bir gürültü kirliliğine neden oluyor.
Denizciler açısından avantajı ise çok… Mesela cumartesi günleri çok büyük olmayan ama istediğiniz her şeyi bulabildiğiniz bir yerel pazar kuruluyor. Beş zincir market, dört de oldukça gelişkin bakkalı var. Bir berber, bir nalbur, bir tekne malzemeleri satan dükkân bile mevcut. Martı Marina ile Palmiye ve Alesta marinetleri sayesinde fena olmayan bir tekne bakım (tamirat ve temizlik) hizmetleri sektörü var. Diyelim ki tekne buzdolabı tamircisi yok, o da hemen Bozburun’dan gelir. Ama bu hizmetlerde yerel ekonomik fiyatlama beklemeyin, her yerde olduğu gibi fiyatlar hayli uçmuş durumda. Örneğin tekne temizliği Port Göcek’te de 100 Euro, Orhaniye’deki yıkık dökük bir iskelede de.
Korunaklıdır dedim ya, bu noktada çok önemli bir özelliği var. Her havaya korunaklı koyların pek çoğunda (Örneğin Dirsek Bükü, Çanak Koyu, Selimiye’nin pek çok bölgesi, Sığ Liman vb.) alargada konaklamak hayli zordur. Mesela Selimiye’de 20-25 metreye demir atmak durumundasınız. Bu da sert havada alarga güvenliğini çok düşürür. Sığ Liman dardır, dört tekne sert havada alargada durmaya kalksa birbirlerine çarparlar. Oysa Orhaniye’de balçık zemine 10 metrelere 50-60 metre de zincir döşediniz mi, sizi etkileyecek fırtınanın çok çok kuvvetli olması gerekir (Bu açıdan Orhaniye güvenlik katsayısına yaklaşabilecek belki tek sığına Bencik olabilir).
İşte bu koşullara sahip Orhaniye’de, hayatımda ilk kez bir koyda beş gece konaklama deneyimi yaşama imkânını buldum. Peki nasıl?
İSKELELER BANA BU FIRSATI SAĞLADI
25 gündür denizdeydik, misafirlerimiz vardı, önümüzdeki bir ay da Hisarönü’nde kalacağız, yıkanması gereken çamaşırlar var, su-elektrik almamız lazım, uzun bir alışveriş listemiz bulunuyor. Orhaniye’de iki-üç gün kalalım, dedik. Bir de üstüne Yaprak Fırtınası patladı. Fırtınayı iskelede yaşamayı hiç sevmem, o günlerde ada arkasındaki boğazda konuşlandım. Alışveriş ve tekne yıkama-takviye işlerini ise iskelelerde yaptım.
Orhaniye’de boş bulduğum zamanlar yanaştığım iki iskele var. Biri, Palmiye Marina. Palmiye, kendisine marina diyor, ama aslında 49 tekne kapasiteli bir marinet. Palmiye, Orhaniye’deki 14 iskele arasında en eskilerden biri. Tüm işlemlerini tamamladı, izinlerini aldı ve Orhaniye’deki lisanslı tek iskele (marina) oldu. Doğan Saygılı’nın kurduğu, bugün oğulları Hasan ve Efecan Saygılı’nın yönettiği Palmiye çok donanımlı bir marinet. Bir marinada bulabileceğiniz her şey (yakıt, sıvı-katı atık alım, su, elektrik, iki zincir market, restoran, otel, çamaşırhane, sınırlı bir teknik servis, temizlik hizmetleri) mevcut. Cuma ve cumartesileri filotilla yanaşır, hafta içi yer bulma şansı daha yüksektir.
Bir de küçük ayrıntı: Bu bölgede su sıkıntısı var. Temmuz ayı sonrasında Orhaniye ve biraz uzaklarda Çiftlik Koyu haricinde iyi su bulunmaz. Kuyulara, artezyene deniz suyu ya da yavan su karışır. İskelede tekne yıkarsınız, ertesi sabah tekneyi kireç lekeleriyle ya da tuzla kaplı bulursunuz.
İkinci durak noktam da İncir Restaurant’ın beş teknelik iskelesi. Giritli-İncir, Kapalıçarşı’da kuyumculuk (taş kesimi) ile profesyonel hayata başlayan Hakan Özalp’in 11 yıl önce ani bir kararla taşındığı Orhaniye’de açtığı ve açıldığı günden bu yana lezzet başarı grafiği sürekli yükselen bir restoran. Tesisin beş küçük bungalov odası, beş teknelik iskelesi, tesis önünde dört adet tonozu ve yaz-kış açık restoranı var. İskelede su-elektrik takviyesi yapılabiliyor. Marketlere ve bakkala 500 metrelik yürüme mesafesinde.
Hakan Özalp, tesisin ve mutfağın başında, kesintisiz çalışıyor. İncir’in lezzet seviyesi mavi yolculuk kıyılarımızdaki ilk 10’a girer. Orhaniye’nin bence en iyisi. Mutfaktaki devasa ocak setinin üstünde akşamları dört ayrı kızartma tavası bulunduğunu söylersem ne demek istediğim daha iyi anlaşılabilir (kalamar ayrı tavada, patates ayrı, patlıcan ayrı, kızartma börekler ayrı tavada, ama tavalar da neredeyse kazan büyüklüğünde).
İşte bu iki iskele sayesinde aynı koyda beş gün kalabildim. Gel gör ki, mavi kıyılarımızda denizcilerin kullanabileceği iskele sayısı artacağına giderek azalmakta.
İSKELELER HAYATIMIZDAN
ÇIKIP GİDERKEN
Bundan 10 yıl önce 2015 ilkbaharında Yacht Türkiye’de iki ay art arda Ege ve Batı Akdeniz mavi yolculuk kıyılarımızda teknelerin yanaşabildiği iskelelerin bir envanterini çıkarmaya soyunmuştum. 79 iskele saymıştım. Bir de eksik varmış, Assos Nazlı Han’ın sahibi beni uyardı. Demek ki 80 güzel iskele. Bugün aynı kıyılarda belki 380 iskele var ama tamamına yakını denizcilere kapalı. Çoğu gündüzleri güneşlenme, akşamları da yemek masası platformu.
Ayrıca 2015’teki “80 güzel iskele”nin yarısından fazlasının bugün denizcilere kapandığını söylemek mümkün.
Örnek… Orhaniye 14 iskele vardı denizcilerin kullandığı, bugün 10’u özel mülkiyete geçti, denizcilerin kullanımına kapandı. Sadece dört tanesinden yararlanabiliyoruz.
Üç önemli ulusal ve uluslararası charter şirketinin Orhaniye Koyu’nun dibindeki Kırvasil iskelelerini baz olarak kullandığı günleri hatırlarım. Yani 60’a yakın kiralık tekne… Toplam 14 iskeleyi 300’e yakın tekne lojistik ihtiyaçları için kullanabiliyordu. Sadece 10 yıl önce…
Amatör denizcilerin ihtiyacı olan bu iskeleler artık yok. Denizciler bir iyot gibi apaçık ortadalar.
HİSARÖNÜ’NDE LEZZET ARAYIŞLARI
Bu tatsız konuları tartışmayı ve soruları bir yana bırakıp uzun Hisarönü gezisinden lezzet anılarımı aktarayım.
Bir koyda üst üste beş gün konaklama istisnasını yaşadığım Orhaniye’deki İncir Restaurant’ın iskelesinden bahsettim. İncir aynı zamanda önemli bir Ege lezzet durağıdır. Boğazına düşkün denizci arkadaşlara birkaç da önerim var: Hakan Özalp’in aile Giritli, Girit mutfağını iyi etüt etmiş. Dolayısıyla mevsiminde tüm otlu meze ve yemekler leziz. Kendi yaptığı torik lakerda harika, ızgara peynir için özel bir tulumu var-nefis, üç-dört kiloluk ahtapot ve yerli kalamar kullanıyor. Karidesler yerli. Ve inanın yerli ürün fark ediyor. Manisa’dan özel bir zeytinyağı getiriyor. Ve son olarak… Balık ızgara-tandır için özel bir mutfak mangalı yaptırmış, külde tandır usulü öyle bir ızgara yapıyor ki, hayran kaldım.
İncir’in yanı sıra Hisarönü’nde lezzet deyince aklıma ilk gelen iki durak kendimi evimde gibi hissettiğim Kocabahçe Sailor’s Paradise ve Kuzbükü Neighbours.
Kuzbükü’nde Menderes-Belgin Çoban ailesi bizim kıyılara yeni lezzetler sundu. Mesela bıyıklı karides (bir tür Symi shrimp), sübye kokoreç gibi… Bu yıl gittim, Menderes Bey yalıçapkını diye bir tabak koydu önüme, karides ve deniz ürünlü mücver. Yan masaya bir tepside balık gitti. Sordum Neighbours usulü fırın balıkmış. Bir zamanlar Turunç Pınarı’nda Osman Aydın’ın yaptığı “Balıkçı Kebabı”na benzettim, denemek lazım. Ayrıca malzeme temin ettikçe, asma yaprağında sardalye, balık yumurtası ızgara, mavi yengeç gibi arayışlarla fark yaratmaya devam ediyor.
Kocabahçe’de ise Zerrin ve Tarık Şener öncelikle Sailor’s Paradise’ın bostan geleneğini sürdürüyorlar. O küçük bahçeden ağustos ayı sonuna kadar kabak, patlıcan, domates, semizotu, roka, her çeşit biber çıktığını görmek bir mucize. Bahçede yetişen her ürün bir fark yaratıyor. Limon bile bir başka kokuyor.
Mutfakta ise iki titiz, ev sahibi kadın Berrin’le Zerrin… Her şey tertemiz, düzenli. Mutfak şefleri Recep ile Mehmet de gayet başarılı. Tarık ve Serkan’ın gözü her an bahçede, masalarda, serviste en ufak bir aksama yaşanmaz. Kurucusu Fisher Mehmet bölgedeki balıkçıların tümünün en iyi dostu. İyi bir balık yakalayan önce Kocabahçe’ye getirir.
Karayolu olmayan bir ıssız koy restoranında insan daha ne isteyebilir?
DOĞAL BİR GÜZEL: DİRSEK BÜKÜ!
Hisarönü’nde üç lezzet durağı anlattım ilk göz ağrımız Dirsek Bükü’nü anmadan geçmeyelim. Dirsek Bükü’nü, Niyazi’nin çocukluk günlerinde, Mustafa Amca’nın sağlığında sevmiştim. Bir Meksika sahil köyündeki ıssız bir lokantanın terası gibi gelirdi bana. Havada sinekler uçuşur, arkada tavuklar gıdaklar, yamaçta keçiler yürür, tesisin ortaklarından Alirıza ve Beşgül Şengül 100 metre mesafeden çığlık çığlığa gündelik işleri konuşurlar. Ve o felaket sıcakta bir bira-patates ya da kalamar yaparsınız.
Dirsek özellikle Levent ile Esra’nın katkılarıyla son 10 yılda çok ünlendi. Biraz tarz değiştirdi, kalite çıtası yükseldi. Doldu doldu taştı. Ama tenha öğle saatlerinde o eski sıcak atmosferini hâlâ koruyor. Peki değişim yok mu, tabii ki var. Mesela bu yıl Hisarönü’nün deneyimli ve başarılı aşçılarından Taşlıcalı Bayram, Dirsek’e transfer oldu. Öğle saatlerinde çaldığı klarnet tüm koyu inletiyor ve insanın içini ısıtıyor. Dirsek’in mutfağına da bu destek iyi oldu, menüdeki her üründe fark hissediliyor. Ben işte bu tür ufak tefek değişikliklerle 10-20 yıl önceki halini koruyabilen yerleri seviyorum.
FARK YARATMA ÖRNEĞİ: ALİ BABA
Küçük değişikliklerle yoluna devam eden bir diğer durak… Hisarönü gezimiz sırasında bir ara Bozukkale’ye uğradık. Mümkünse Ali Baba’ya giderim. Her zamanki gibi mükemmel bir atmosferin içine girdik. Hava hafif esintili insanı boğmuyor, deniz serin ve cam gibi… Küçük iskelenin içine aborda olduk. Kendi özel havuzumuzdayız…
Akşam yemeğe gittiğimizde Can, “Ali Abi bir de ızgara peynir yapalım sana, özel bir şey, seveceksin” dedi. Can mütevazıdır, zaten fazla konuşmaz, kolay kolay da hiçbir şey önermez. Durumun ciddiyetini anladım ve hemen “Tamam ver bir porsiyon ızgara peynir” dedim.
Mükemmel ötesiydi. Can gülümseyerek anlattı. Bozukkale’nin belki 300-500 üyeli büyük bir keçi sürüsü vardır. Can, sürünün çobanına Taşlıca’da bir nineden aldığı maya ve tarifi vermiş. Keçi sütünden ızgara-tava yapımına uygun bir atalık peynir üretiyormuş çoban. Ali Baba Restaurant ve Can için… İşe bakın… Marketlerde, pazarlarda satılan keçi peyniriyle mukayese mümkün mü? Böyle bir mutluluk pınarı olabilir mi?
Hisarönü Körfezi’nde eski günlerdeki gibi, anıları koruyarak, küçük değişikliklerle 50 gün geçirdik. Özlemişiz Hisarönü’nü, Yeşilova’ya bile geçmedik.
Bozburun ve Söğüt’ü umarım Eylül’de göreceğiz.☸