Yitirilen kabotaj haklarımız

Cumhuriyetin kurucusu Atatürk sayesinde en büyük kazanımlardan birisi, şüphesiz kapitülasyon belasından kurtulup, kabotaj hakkının en önemli egemenlik hakkı olarak geri alınması ve sahiplenilmesidir. Bugün ne acıdır ki, kabotaj taşımacılığımız yüzde 4 civarında.

Yazar Falih Rıfkı Atay, Çankaya isimli ünlü eserinde şöyle der: “Yakup Kadri ile beraber, Fransız Paquet Kumpanyası’nın Lamartine vapurundayız. Sanatı: Gazetecilik; Nereye Gideceği: İzmir’e. 9 Eylül 338 tarihli yolculuk vesikam şimdi masamın üstünde. Arka sayfasında resmim ve biri Fransızca, biri İngilizce iki vize var. Sözde kendi memleketimizdeyiz.”

“OSMANLI DENİZCİLİĞİ GELENEK BULAMADI”

Kabotaj, egemen bir devletin kıyıları ve karasuları ile göl ve akarsularında yürüttüğü tüm denizcilik faaliyetlerinin kendi tekelinde icra edilmesi demektir. Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün dönemlerinde İstanbul’dan Osmanlı’nın değişik limanlarına kabotaj hattı içinde çalışan Türk firması o kadar azdı ki, bu boşluğu kapitülasyonlar sayesinde İtalyan ve Fransız firmaları seve seve dolduruyordu; hem para kazanıyorlar hem de ihtisaslaşma gerektiren denizcilik alanında Türklerin gelişimini dolaylı yönden önlüyorlardı. Hâlbuki deniz ticaretinde arenaya çıkmadan denizci olabilmiş devlet yoktur. Zira keşifler dâhil, denizcilikte akla gelen her gelişmenin temelinde ticaret vardır. Emekli amiral ve deniz tarihçisi merhum Afif Büyüktuğrul kapitülasyonlar ve ticaret filosu hakkında şunları söylüyor:

“ (…) Osmanlı Devleti, deniz savaş gücü kadar, ülkelere büyük varlıkları sağlayan, deniz ticaretine önem vermemişti. Durup dururken, Venedik, Fransa ve İngiltere’ye bu konuda ayrıcalıklı haklar vermenin nedeni başka türlü açıklanamazdı… Devletler, ticaret mallarını ya çok yüksek taşıma ücretleri ödeyerek, bu ticaret gemilerine taşıtacak, ya da çok ağır haraçlar vererek, denizlerde kendi bayraklarını dolaştırabileceklerdi.  Osmanlı İmparatorluğu da bu usullere uygun olarak ticaret filosu meydana getirebilir ve ticaret yoluyla yüksek kazanç sağlayabilirdi. Halbuki o, bilek kuvvetiyle haraç almayı, denizde ticaret yapmaya tercih etmişti. Ticaret Filosu’na önem veren İngiliz Deniz İmparatorluğu’nun ömrünün uzun olmasına karşılık, Osmanlı İmparatorluğu’nun ömrü kısaldıkça kısaldı ve nihayet tükendi. İngiliz denizciliğinin büyük bir geleneğe bağlı olarak yaşamasına karşılık, Osmanlı denizciliği herhangi bir gelenek bulamadı.”

“TÜRKLER DENİZLERE SAHİP ÇIKMAK İSTEMEDİLER”

Osmanlı toplumunda güçlü bir sermaye ve tüccar sınıfı oluşmadığından denizcilik alanında yatırım yapabileceklerin sayısı çok azdı. Denizin risk ve tehdit oluşturan koşulları ile korsanlık gibi tehditlere açık olan deniz ticaretine sermaye yatırmak, o dönemin koşullarında zor bir seçenekti. Yeterli girişim gücünden yoksun bireylerin oluşturduğu, büyük sermaye birikimi önünde çeşitli engellerin bulunduğu ve toprağın öncelik alındığı Osmanlı Türk toplumunda, denizcilik gibi, bunların tam tersi nitelikler gerektiren bir uğraşın kök salmasının son derece sınırlı olduğu bir gerçektir. Tarihçi Robert Mantran’a göre “Türk, düşmanının ayağına, hatta barış halinde olduğu düşmanının ayağına mal satmaya gidecek kadar alçalmazdı; Osmanlı zihniyeti içinde kâfir, onun ülkesinde ticaret yapabilmek için yalvarmakta ve Türk, yüceliği içinde ona bunu yapabilmek için izin vermekteydi.”

İtalyan Amirali Fioravano da kapitülasyonlar için şunları söylemişti: “Türkler hiçbir zaman denizlere sahip çıkmak istemediler, tam tersi yabancılara bol bol deniz ticareti imtiyazı vermekten başka, kendi mallarını da çok büyük navlunlar vererek onlara taşıttılar. Bu yüzden de İmparatorluklarını kaybettiler.”

KABOTAJ HAKKININ SAHİPLENİLMESİ

Cumhuriyetin kurucusu Atatürk sayesinde en büyük kazanımlardan birisi şüphesiz kapitülasyon belasından kurtulup, kabotaj hakkının en önemli egemenlik hakkı olarak geri alınması ve sahiplenilmesidir. 1 Temmuz 1926’da Kabotaj Kanunu yürürlüğe girdiğinde yeterli altyapı ve milli ticaret gemimiz yoktu. Türk bayraklı filo o kadar yaşlı ve yetersizdi ki, pek çoğu seyre elverişli olmadığı halde kabotaj hakkını sulandırmamak için kaptanlar çok zor ve yetersiz koşullarda bile denize çıkıyor ve denizde bir nevi Kurtuluş Savaşı veriliyordu. Cumhuriyetin ilk yıllarında, özellikle Karadeniz’de fırtınalarda pek çok gemimiz battı. Çok deniz şehidi verildi. Ama yaşlı ve eski filo gerek armatörü gerekse kamu sektörü ile geri adım atmadı.  Kabotaj hakkını korumak uğrunda yaşlı gemiler ve eksik personelle fedakârca görevlerine devam ettiler. Zira, yurt içi ekonominin ulaştırma hizmetleri deniz üzerinden sağlanmak zorundaydı. 1938 yılında kabotaj yüklerde deniz ulaştırmasının payı yüzde 68 idi.

“GARDIROP ATATÜRKÇÜSÜ DENİZCİLER”

Bugün ne acıdır ki, kabotaj taşımacılığımız yüzde 4 civarında. O yılların deniz ticaret tarihi, kabotaj hakkını korumak ve yabancı bandıralı gemilere deniz ve limanlarımızı kaptırmamak için mücadele ederken gemisiyle batan kaptanlarla dolu. Akan yıllar içinde deniz ticaret filomuz genişledi, limanlarımız büyüdü ve sayıları arttı. Kaptan Sait Özege, Kaptan Şefik Gögen gibi efsane kaptanlar ve çarkçıbaşılar yetişti. Onlar modern hayatı, cumhuriyetin onuru ve aynı zamanda geçmişin örf ve adetleriyle bağdaştırabilmiş nesillerdi. Onlar, Kabotaj hakkını korumak için 30’lu yıllarda gemileri ile batmayı göze alan başı göklerde, fedai denizcilerin devam eden kahraman nesilleriydi. Atatürk hayranı ve onun temsil ettiği tüm değerleri benimsemiş Kemalist denizciler zamanla azaldı, azaldı ve 1980 sonrası Atatürk’e ihanetin liyakat, dolar kazanmanın erdem sayıldığı dönemde ufukta kaybolup gittiler. Geride 10 Kasım ve milli bayramlarda gazetelere dev Atatürk mesaj reklamları veren “gardırop Atatürkçüsü” denizciler kaldı. Atatürk için ödedikleri bedel sadece bu mesajlar için ödedikleri meblağ kadar. Bir de çok lüks otellerde Cumhuriyet Baloları var!

UNUTULMAMASI GEREKEN HUKUKSUZLUK

Kemalist denizcilerin gözden kaybolmasıyla 2002 sonrası kabotaj haklarımız önce yabancı ortaklıkları kapsayan liman özelleştirmeleri üzerinden sulandırıldı. Liman ve büyük çaplı endüstriyel deniz projelerinde de yabancılara kabotaj haklarımız esnetilerek istisnai durumlar tanınmaya başlandı. Bu sulandırma 2010 sonrası envantere giren TPAO, MTA ve BOTAŞ’ın sahip olduğu sismik, sondaj ve LNG gazlaştırma ve depolama gemilerinin önemli sayıda personelinin kabotaj kanununa aykırı şekilde yabancılardan oluşmasıyla daha da arttı. Halbuki kabotaj hakkı egemenlik hakkıdır; sulandırılamaz, istisnalar koşulamaz.

22 Kasım 2020 tarihinde Arkas Holding’e ait Türk bayraklı, Türk personelli Roseline – A isimli konteyner gemisine, AB İrini Harekâtı kapsamında Mora güneybatısında Alman Deniz Kuvvetleri unsurları tarafından adeta devlet korsanlığı ile gemiye çıkma ve arama harekâtı icra edildi. Başta kaptan olmak üzere Türk personel hak etmediği saldırgan ve küçük düşürücü davranışlara maruz kaldı. Bu skandal, Türk deniz ticaret filosu tarihinde bir ilki oluşturdu. Zira operasyon bayrak devleti Türkiye’nin onayı verilmeden yapıldı. Alman devletinin bu korsanlığına eğer siyasi ve hukuki arenada cevap verilmişse, kamuoyu Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı tarafından bilgilendirilmelidir. Verilmediyse Almanya’nın bu hukuksuzluğu yanına kalmamalıdır. Zenginleşme uğruna kişisel çıkarlarını devletin egemenlik hakları ve gelecek nesillerin güvenlik ile refahının önüne koyanları gördükçe, Atatürk zamanında kabotaj ve denizcilik onurunu kişisel çıkarların üzerinde tutan ticaret-i bahriye erbabını ve denizcileri takdirle ve vefa ile anıyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.