Zeytun yoksa ben de yokum

Bu harika cümle üzerine çok fazla yorum yapıp sizi yönlendirmek istemiyorum. Sizi bu cümle ile yalnız bırakıp usulca zeytin yetişen yerlerden yeni haberler vererek, ukalalıklar yapmaya devam edeyim diyorum. 

Bu ay esasında kafamda çok değişik şeyler yazmak vardı. Fakat son okuduğum Mustafa Oğuz’la yapılan söyleşilerden derlenmiş “Yorma Birader” isimli kitapta Mustafa Bey’in söylediği bir söz benim pusulamı şaşırttı. Zaten içimde tarif edemediğim bu düşünce, tam tarif karşıma çıkınca çok mutlu oldum. Bazen bir cümle insanı sayfaya çakar, yirmi dakika tekrar tekrar okuyup dalar gidersin ya bana da öyle oldu. O gece geç saatte okuyordum. Elli altı sayfa daha okudum, büyük bir keyifle uykuma tecavüz eden bir hale gelmesine rağmen bırakamadım. O elli altı sayfa boyunca aklım hep o sayfadaki o sözde kaldı. Sabah uyandım yine aklımda. Peki, fazla kıllandırmadan neydi bu söz ona gelelim.

“Bu yaşa geldikten, bunca şey gördükten sonra, zeytin ağacı yetişmeyen yerlere seyahat etmemeye karar verdim…” diyor.

Ben de, ben de, ben de…

Tesadüf bak ki, evlenme yıldönümümüz sebebiyle eşime sürpriz yapmak için Paros’ta tepelere tırmanarak bulduğum çiçekçide tekneye uyması için özel olarak saksılattığım iki adet minik zeytin ağacımızı almamın üzerine geldi bu harika cümle. Üzerine çok fazla yorum yapıp sizi yönlendirmek istemiyorum. Sizi bu cümle ile yalnız bırakıp usulca zeytin yetişen yerlerden yeni haberler vererek, ukalalıklar yapmaya devam edeyim diyorum. Esasında bu yazımda memleketten ümidini kesip kendini en sert denizlere vuran sevgili Hakan Aygün’e bulaşacaktım, yayın yönetmenimiz sevgili Eyüp’e derginin en son sayısını gördükten sonra topluca “Tarihte Bugün” dergisine nasıl transfer olmamız gerektiği ile ilgili takılacaktım ama pas geçiyorum. Çünkü çok daha eğlenceli bir konum var.

YAMURGİ, NAKŞA, HACILAR

Yine denizlere revan olduğumuz bir gün hiç istememe rağmen havanın zoruyla Amorgos’un üzerinden kıvrılmak zorunda kaldık. Merdiven gibidir bu adanın geçişi tırman tırman bitmez. Amorgos’u hem denizden hem arabayla karadan tavaf edip pek de hoşlaşmadığım için gıcıklanarak ve somurtarak kaptanın yanında oturuyorum. Esasında kuzeyinde çok güzel kıyıları var ama yazın kuzeyden esmeyen hava olmadan denk gelmek o kadar zor ki güzel olması bir şey ifade etmiyor. Dağlık ve virajlı yolları ise tam bir kâbus. Donousa’da duracağımız için oraya konsantre olmaya sola doğru pek bakmamaya çalışıyorum. Bir yandan aklım orada, elim otomatik google’da Amorgos’un tarihçesini parmaklıyor. Şok, şok, şok! YAMURGİ diyor. Bütün bu adaların eski isimleri var ya. On İki Adalar’ı biliriz ama Kikladlar’ın Türkçe isimlerine hiç bakmamışım, cahilliğime veriniz. Daha onun şokunu atlatamadan HACILAR diyor arkadaş. Ne hacısı neredeyiz biz, neyin içine düştük? Bir şok daha NAKŞA! Eyvah diyorum Kaptan’a gülerek. Kaptan, “yamuk ya ondan Yamurgi’dir” diye müthiş bir açıklama getiriyor. “Bu Donousa’ya da hacılar gelmiştir zaten” deyip gayet güzel konuyu örtmeye çalışıyoruz ama Nakşa ne iş, çözemiyoruz. “Nakıştır o nakış, el işleri kuvvetli burada” deyip savsaklıyorum. Aklımda Piri Reis’in rotasından bizi diyar diyar dolaştıran Süha Reis’e (Umar) muziplik yapmak olduğu için hemen telefona sarılıp dergideki yazarlar grubuna önümüzdeki ay yazımdan kısa bir bölüm paylaşmak istiyorum diyerek şu mesajı atıyorum:

“…Yamurgi’nin kuzeyinde Nakşa’nın doğusunda Hacılar Adası’na vardık diyeceğim ama Piri Reis’i mezarında fıldır fıldır döndüren çok kıymetli Skinos Valimizden başka kimse bir b.k anlamayacak diye endişe ediyorum…”

Tabii ki gelen cevap beni hiç şaşırtmadı: “Yamurgi’nin yıldızında, Nakşa’nın gündoğusunda dersen her bir adem anlar Emir Reis.” Bir de ilavesi vardı. “Tabii Eyüp Reis b.k demene izin verirse” diye.  Sonra benim düşünsel evrim ve değişim içine itildiğim falan iddia edilerek ayrıca yazıda b.k nasıl yazılır nasıl yazılmaz diye b.ktan bir muhabbet başladı grupta. Son zamanlarda tarihi ve kültürel yazıların çoğalması ile benim de kendime çekidüzen verip abidik gubidik işlere girmemem gerektiğini düşünüyorum zaten. Bu vesile ile daha çok adaların tarihi ve eski isimleri üzerine çalışacağıma söz veriyorum. Hatta “Beyaz Türk Yatçıları”mızı ilgilendiren bölüm üzerinde çalıştım bile. Mökene, Bara; bildiğin Mikonos, Paros. Sömbeki’yi eskiler iyi bilir ama bizim Symi. Astypalaia var ya hani o her fırtınada hayat kurtaran ara durak, İstanbulya imiş. Arki ve Marathi’nin oralara Nergiscik mergiscik gureba isimler konmuş ama Leros’un ismi çok şık: İleriye. Herhalde Bodrum’dan ileriye diye öyle demişler. Patmos’un ismi de Dahaileriye olmalıymış bence. İzmirliler her şeye başka isim takmayı sevdiği için onlar Geriye, Dahageriye diye değiştirebilirler. Bu sonradan uydurma isimler benim asfalyalarımı attırmadan bu konuyu şimdilik kaydı ile park ediyorum. Donousa’ya gitmiş anlatmadan geçiyor diyenler olabilir ama Hacım, anlatacak bir şey yok. Hava göl gibiyse gidin ama biraz bile rüzgâr varsa sakın yeltenmeyin. Rüzgâr almayan hiçbir koyu yok. Etrafını döne döne demirleyecek bir yer bulamayınca hava mava dinlemedim bastım yukarı Mökene’ye. Sevdiğim yerleri dolaşıp yeni bir ada stresine girmeden dönüverdim. Sevgili Hakan Aygün tefrika tefrika her detaya girerek size gerekli bilgileri verecektir zaten.

VERGİLER

Bu arada en son yazımda vergiler konusunu tekrar hatırlatmıştım. Yazıyı çok beğenenler bile “ne olur bu vergi işini bırak, zaten vergi manyağı olmuşuz denizde zor tutunuyoruz, elleşme, işine bak” demişler. Düşündüm, haklılar. Buradan söz veriyorum, bir daha suret-i kat’iyede “YÜZDE 1 KDV İLE TEKNE SATILMAZ” demeyeceğim. “ÇOK RAĞBET GÖREN YOĞUN KOYLARDA AVRUPA’DAKİ GİBİ PARA ALIN” demeyeceğim. Zaten çoğu yer denize girilmeyecek hale geldi, kalanların da hızlıca içine edilsin, herkes rahata ersin. Bunları, ne olacak kafasıyla yazan arkadaşlara “ben çocukken Fenerbahçe plajında denize girerdim” diyeceğim ama nafile. “Göcek, Gökova, Bozburun cam gibiydi” diyeceğim ama cam var, cam var, mesela buzlu cam var. Bu arkadaşlara her gittikleri yerde deniz gözlüğü ile denizin dibine iyice bakmalarını tavsiye ediyorum. Bizler; insanlar denize daha çok çıksın, teknecilik artsın, deniz yaşamı ve kültürü yaşamımızın vazgeçilmez bir parçası olsun diye yazılar yazıyoruz. Bunu da tamamen hiçbir karşılık beklemeden yapıyoruz. Genelde uzak yerleri keşfetmeye, görmediğimiz yerlere gitmeye çabaladığımız için bizim koylarda kendimize yer açma çabamız da yok. İçiniz rahat olsun.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.