1960’LARDA TÜRK BASININDA SUALTI ARKEOLOJİSİ -2-

Hayat Mecmuası özelindeki keşif dalışlarımızda gördük ki, tarih ve arkeoloji konusunda entelektüel birikimi olan dergi ekibi sayfalarını ilk andan itibaren sürekli olarak sualtı arkeolojisine açmış. İşte bu nedenle Kasım sayımızda da Hayat Mecmuası’ndaki keşif dalışımıza devam ediyoruz. 

Ekim sayımızda sualtı arkeolojisinin Türk basınındaki izlerini takip etmek için Hayat Mecmuası arşivlerinde aynı 1960’lardaki genç arkeologlar gibi özel bir keşif dalışı gerçekleştirmiş, sayfalar arasında Anadolu kıyılarında başlayan bilimin izlerini takip etmiştik. Bu sularda başlayan, yine bu sularda hayat bulan; bulduğu eksik parçalarla tarih yapbozunu tamamlayan sualtı arkeolojisinin kıvılcımını yakan kişi, gazeteci Peter Throckmorton imzasını taşıyan dört sayılık yazı dizisi ile dünyanın en eski batığına giden yolu keşfetmiştik. Sualtı arkeolojisini dünyada başlatan kişi olarak kabul edilen Prof. George F. Bass ile sohbetlerimiz sırasında çok uzun bir süre basının ve bilim çevrelerinin yaptıkları işi anlamadıklarını; dolayısıyla da sualtı arkeolojisinin ciddiye alınmadığını anlatmıştı. Hayat Mecmuası özelindeki keşif dalışlarımızda gördük ki, tarih ve arkeoloji konusunda entelektüel birikimi olan dergi ekibi sayfalarını ilk andan itibaren sürekli olarak sualtı arkeolojisine açmış. İşte bu nedenle Kasım sayımızda da Hayat Mecmuası’ndaki keşif dalışımıza devam ediyoruz. 4 Haziran 1964 tarihli Hayat Mecmuası’nda sualtı arkeolojisinin başlamasına neden olan ilk keşif dalışlarında yer alan Mustafa Kapkın’ın imzası var. “Daha Derinlere Doğru” başlığıyla kaleme aldığı yazıda 1959 yılında başlayan ilk keşif dalışlarının ve 1960’da başlayan arkeolojik kazıların ardından alınan yolu çok naif bir dille okurlara aktarıyor.

1963’TE BODRUM’A DENİZ YOLUYLA GELENLER

Bodrum Kalesi içinde kurulacak müzeden heyecanla bahseden Kapkın “Ege’nin güzel kasabası Bodrum bu sayede dünya çapında bir şöhrete erişecek” cümlesiyle müze ve Bodrum için heyecanını okurlara aktarmış. Özelikle Türkiye’nin o yıllarda içinde bulunduğu ekonomik çıkmaz için kurtarıcı olarak görülen turizmin altı çizilmiş. Dikkat çeken bir başka nokta ise turistlerin Bodrum ziyaretinde ilgilerini çekecek en önemli unsurun arkeoloji ve suyun derinliklerinden çıkarılan eserlerin olduğu görüşü. Kapkın “Suyun altındaki eserlerin arkeologlar tarafından çıkarılması Türkiye’ye gelen turist sayısını daha da artıracaktır!” tespitinde bulunuyor. Bodrum’a gelen turist sayısı ile ilgili verdiği bir bilgi notu ise oldukça ilgi çekici: “1963 yılı içinde yalnız deniz yolu ile gelenlerin resmi sayısı 12.000’den fazladır.” Bu sayının nedeni olarak da yeni yeni şekillenen Bodrum Müzesi’ni ve dünyanın en eski batığı olarak bilinen Gelidonya batığından çıkarılan eserleri göstermektedir. Yazının ikinci yarısında ise dalgıçların inemediği derinliklerde bulunan arkeolojik eserlerin çıkarılmasına yönelik yeni çalışmaların altı çizilmiş. “Sünger avlayan kangava teknelerinin ağlarında, derin sulardan çıkan müstesna eserler gözlerimizin önünden gitmiyordu. Bronz Demether, Afrikalı Genç ve daha bir çoğu… Hepsi derin sulardan geliyordu. Derin sular… İnsanın sırtına tüpü takıp dalamayacağı, formalı dalgıcın inemeyeceği derin sular, kim bilir ne hazineleri saklamaktaydı… Nihayet, Pensilvanya Üniversitesi, Sualtı Araştırma Grubu Başkanı George F. Bass yorucu uğraşlardan sonra memleketimizdeki zengin ve ilimsever müesseselerden yeteri kadar maddi yardım temin etmeye muvaffak oldu. Derhal Milli Eğitim Bakanlığı Eski Eserler Umum Müdürlüğü’ne müracaat ederek projesini izah etti. Hususi suretle inşa edilecek olan ve 800 bin TL değerindeki iki kişilik bir denizaltı 200 metre civarına kadar, inip projektörleri ile dibi araştıracak.”  Mustafa Kapkın sualtı araştırma ekibinin gelişen teknoloji ile denizin derinliklerine inmeyi hayal ettiği denizaltıyı okurlara duyuruyor ve yazısına şöyle bir not düşüyor: “İnsanoğlu fezanın sırrını çözmeye çalışadursun, okyanus derinliğinde de araştırmalarına devam ediyor.”  Hayat Mecmuası’nın 3 Nisan 1969 tarihli sayısında derginin sualtı arkeolojisine verdiği değer bir kez daha görülüyor. Kapakta yer alan ilk başlık “Sovyet-Çin Savaşı Olursa”, ikinci başlık ise “Hayat’ın büyük sualtı röportajı: Bodrum’da, Batık Peşinde”. Özellikle Mart 1969’da iki devlet arasında başlayan ciddi çatışmalar düşünüldüğünde derginin aynı kapakta sualtı arkeolojisine yer vermesi oldukça dikkat çekici.

“Kayıp Batık Peşinde Geçen Günler” başlıklı yazıda Türkiye’nin önemli arkeologlarından ve Bodrum Sualtı Arkeolojisi Müzesi’nin eski müdürü, o yıllarda genç bir arkeolog olan Oğuz Alpözen ile yapılan söyleşiye yer verilmiş. Alt başlıkta ise “Bodrum’da Pensilvanya Üniversitesi yetkililerinin de katıldığı araştırmalarda bulunan Oğuz Alpözen mavi derinliklerdeki heyecanlı macerasını, kendi ağzından okuyacak, mahallinde çekilmiş renkli fotoğraflarla siz de takip edeceksiniz” diyerek derginin fotoğrafa verdiği önem vurgulanmış.

SUALTINDAN ÇIKAN 1300 YILLIK ŞARAP

Oğuz Alpözen’in yıllar sonra okuduğumuz yazı ve kitaplarındaki renkli kalemi bu yazıda da kendini gösteriyor. Alpözen, Yassıada’da yapılan sualtı kazısında Bizans Dönemi’ne ait bir batıktan çıkarılan şarabın öyküsünü okurlara tüm heyecanıyla aktarıyor. (Şarap antik çağda amforalarla taşınmaktaydı.)

“Amforanın ağızındaki tıkacı büyük ümitlerle açtık. Fakat içinden tahmin ettiğimin aksine, ancak pestile dönmüş bir takım garip parçalar çıktı. Ekip arkadaşımız Eric su dolu bir kabın içine parçalardan birini tutup attı. Parçalar erimemişti. Bu defa suyu ısıtarak aynı ameliyeyi tekrarladık. Sonunda su dolu kabın içinde yakut renkli bir sıvı elde ettik. Fakat kimse sıvının tadına bakmaya yanaşmıyordu. Acaba bir yudum alsak zehirlenir miydik? Nihayet içimizden en cesur olarak Eric çıktı. Dilini ucunu bir bardağa koyduğu yakut renkli sıvıya değdirdi. Bir daha, bir daha tattı ve bağırdı: Harika bir şarap!” Alpözen dalış nedeniyle oldukça disiplinli olmak zorunda oldukları ve bu nedenle içki içilmesinin yasak olduğu kazıda ilk defa içki yasağının bozulduğunu, bu yasağı Bizanslı kaptanın 1300 yıllık şarabından içerek bozduklarını muzip bir dille okurla paylaşır. Arşipel’in rengi Halikarnas Balıkçısı’nın belirttiği mavi midir? Yoksa Homeros’un belirttiği gibi şarap rengi midir? Alpözen’in hikâyesinde suyun altında bekleyen şarap 1300 yılın ardından yine Arşipel’de mavi ile buluşuyor. O halde bu suların iki rengi olmalı: Bir ölçü Homeros, bir tutam Balıkçı.

Antik Çağ’dan günümüze, Arşipel’e renk katan tüm ruhlara, onda yelken açan tüm denizcilere selam olsun.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.