Bodrum’da deniz bitti, iskele verelim!

Korkarım, dostum Başkan Aras, “Turistin cebindeki son kuruşu almak zorundayız!” açıklaması gibi yakında, “Plajlarımızın, kıyılarımızın son metresini de halkımıza kapatmak zorundayız!” diyecek. 

Yacht Türkiye’nin Temmuz 2020 sayısını her zamanki gibi büyük bir merakla bekledim. Merakımın bir nedeni de, Covid-19 salgınının “cankurtaran simidi” olduğu söylenen, tekne satın alma veya kiralama furyasının denize nasıl bir etki yaptığını anlamaktı. Biliyordum ki, bizim reisler ne olursa olsun kendilerini deryaya vuracaklar ve o keskin gözleri ile olup bitenin fotoğrafını çekeceklerdi. Öyle de olmuş da, yazdıklarını okudukça başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi oldum. Ali Reis (Boratav) Göcek’in durumunu bir anlatmış ki içimden ağlamak geldi. Dünyaca ünlü koylarımızın “deniz magandaları” tarafından nasıl işgal edildiğini okuyunca cinim tepeme çıktı. Başladım kendi kendime söylenmeye. Gören deli diyecek. Aslında denizlerimizin her geçen gün içine düşürüldüğü durumu görüp de deli olmamak işten değil. Böyle düşünerek, yaşanan çeşitli rezillikler arasında özel bir yer tutan bir konuyu da ben anlatayım dedim. Hani ikide bir, “üç tarafı denizlerle çevrili ülkemiz!” diye nutuk atıp dururuz ya, artık atmasak iyi olacak. Ele güne hele de, bizimkilerin eline su dökemeyecek denizlerinin değerini bilen Avrupalıya pek bir ayıp oluyor.

PLAJA İSKELE Mİ? O DA NE? NEDEN?

Gidin, kulaklarından bile Dolar’ların, Euro’ların fışkırdığı turistlerin her yıl tıka, basa doldurduğu, Valencia, Barcelona, Cannes, St. Tropez, Nice, Menton, İtalyan Rivierası, Portofino, Capri Adası ve daha aklınıza gelen ünlü tatil beldelerini bir dolaşın. İster kumsal ister çakıl ister kayalık olsun, insanlar öğle tatilinde bile plaja gelir, havlularını serer ve denize girip, güneşlendikten sonra işlerine dönerler. Plajlarda tek bir yapı, tesis göremezsiniz. Plajlar ve deniz gerçekten herkese açıktır. Saydığım yerlerdeki, yine dünyaca ünlü otellerin bir tekinin bile plajlarda tek bir şezlongu yoktur. Denize iskele, platform yapmak zaten kimsenin aklına gelmemiş ki bütün bu kıyılarda, bu amaçla yapılmış tek bir iskele/platform yoktur. Sadece İspanya, Fransa, İtalya’da mı durum böyledir? Hayır. İşte size Türkiye’de de otelleri olan, bir ara adı çok ortalarda dolaşan ünlü bir iş adamımızın çok yakın bir tarihte Hırvatistan’da yaşadıklarının kısa bir özeti.

İşadamımız yenileyip, işletmeye açmak kaydıyla Hırvatistan’da önü kayalık bir oteli satın alır. Otel müşterileri ya bu kayalardan denize girer veya karadaki havuza. Türkiye’de bu işlerin nasıl olduğunu bilen işadamının orada da böyle yapabileceğini düşünmesi doğaldır. Nihayet parasına geçer sözü! Gerekirse ilgililerin uygun biçimde görülmesi de hep yapılan bir iştir. Öyledir de bu Hırvatlar, ayıptır söylemesi, galiba biraz anlayışsız, iş bilmez, dik kafalı adamlar. İşin “oluru”nu bir türlü görmek istemezler!

Nitekim adamımız otelin, bir tarafınızı kırmadan, kesmeden denize girilemeyecek kadar kayalık olan önünde, öyle denize iskele/platform değil kayaların üstüne, alt tarafı ahşap bir platform konduruverir. Havuzun etrafına da, emprenye ahşaptan bir platform yapar. Ve Hırvat bürokrasisi duruma el koyar. Sonrası epey acıtıcı ve acıklıdır. Türkiye’de devleti yönetenlerin bile bir dediğini iki etmediği bu ünlü işadamımızın anasından emdiği sütü burnundan getirirler. Kayaların üstündeki platformu söktürürler. Havuzun etrafındakinin içindeki bir maddenin doğaya karışmasını önlemek için akıl almaz önlemler alınmasını sağlarlar. Bununla da kalmazlar. Otelde yapılan değişiklikler, “yenileme” değil “yeni inşaat” kabul edilerek, yeniden iki yüze yakın izin alınması gerekir. Yıllar süren ve işadamına epey pahalıya patlayan bu işlemlerden sonra otelin işletmeye açılmasına, ancak izin verilir. Birkaç yıl önce bu hikâyeyi, olayı bizzat yaşayan Zagreb Büyükelçimiz, bizim Piri Reis, Kitab-ı Bahriye ekibinden, Umur Reis’ten (Apaydın) bütün ayrıntısı ile dinledikten sonra tekne ile dolaştığım Adriyatik kıyılarını görünce, neden o kadar el değmemiş kaldıklarını daha iyi anlamıştım.

BODRUM “VE BEN ŞOK!”

İşte adamlar Nice’ten, Cannes’dan, St. Tropez’den, İtalyan Rivierası’ndan hatta Adriyatik’ten, Yunanistan’dan, örneğin Bodrum’a geliyorlar, etraflarına bir bakıyorlar ve şoka giriyorlar. Yok, hemen heveslenmeyin! Şoka giriyorlar ama kıyılarımızın güzelliği, sükûneti, tertip ve düzeni, kıyı otellerimizin, restoranlarımızın denize saygısı, denizlerin herkese açık olduğu ilkesine bağlılıkları vs. nedeniyle değil. Geliyorlar ki kıyı da yok, deniz de kalmamış! Her yer iskele! İşte o zaman bir olmayan denize bakıyorlar, bir kıyılara ve ister istemez ağızlarından “Ve ben şok!” sözcükleri dökülüveriyor. Can Yücel, “en azından üç dilde ana avrat düz gideceksin!” demişti ve ben bunu, üstelik dört dilde yapabilmeme karşın, hiçbir dile çeviremediğim bu ifadenin yine de çok yerinde ve durumu tam olarak tanımladığını kabul etmek zorundayım. Bakın anlatayım. İskele, gerek kıyının doğal yapısı gerek suyun derinliği nedeniyle kıyıya kadar sokulamayan deniz araçlarının, yüklerini ve yolcularını boşaltmak amacıyla, kıyı ile temasını sağlamak için yapılır. Daha doğrusu yapılırdı. Örneğin benim kentim İzmir’de, şehir hattı vapurlarının Körfez’in dört bir yanına taşıdıkları insanları ve yüklerini kıyıya çıkarabilmeleri için Konak, Karşıyaka, Alsancak, Güzelyalı vb. gibi hemen her semtin önünde, o semtin adıyla anılan, “Vapur iskelesi” vardı. Bu isim bile iskelenin amacını açıkça anlatıyor. Kumsalı olmayan, Karşıyaka sahilinde bir de “banyo” dediğimiz, deniz üstüne oturtulmuş, etrafı yarı kapalı küçük odalar vardı ki, kıyı ile bağlantılarını genişliği bir metreyi bile bulmayan köprüler sağlardı. Denizlerimizin hemen her köşesinde iskele kültürü bunlarla sınırlıydı. 1990’lardan sonra, turizm ile birlikte iskeleler de patladı. Öyle ki bugün artık otel, motel, rezidans, site veya adını siz söyleyin, deniz kıyısındaki hatta denizden uzaktaki her tesisin denizden anladığı, denize bir iskele kondurmak haline geldi. Ve bu gelişmenin öncüsü de; en çok istismar edeni de; en çok kaçak iskelesi olan da, hakkında yıkım kararı olsa da hiçbir kaçak iskelesi yıkılmayan aksine, mücadele(!) edildikçe hatta mühürlendikçe sayıları daha da hızla artan iskele sahibi ilçemiz, ülkemizin turizm öncüsü ve gururu, Bodrum’dur. Örnek mi istiyorsunuz? Kolay. Gündoğan’da denize girdiğim plajdan bile ayrılmadan size onlarca örnek gösterebilirim.

İSKELEN KADAR KONUŞ!

Ben, kış-yaz, Bodrum’un, daha beş yıl öncesine kadar ayrı bir belediye olan Gündoğan Beldesi’nde yaşıyorum. Gündoğan’ın 1990’lı yılların ikinci yarısında çekilmiş iki fotoğrafını da yazıya ekledim ki, diğer fotoğraflar daha da anlamlı olsun. Bodrum’un en güzel koyu Gündoğan, bir doğal güzellikti. O zamanlar henüz yasalar hiçe sayılmıyor, yapılaşmanın kurallarına uyuluyor ve bu denetleniyordu. Örneğin bizim sitede, denizden 150 metre geriye kadar ev yoktur çünkü 90’lı yıllarda yapılaşma ancak denizden bu kadar uzaktan başlayabilirdi. İskele nedir bilen yoktu, gerek duyan da. Gündoğan Koyu’nda deniz, kıyının büyük bölümünde, dar veya geniş kumluk bir plaj ile biter. Kıyının hiçbir bölümü, denize girilemeyecek kadar dik ve tehlikeli kayalıklardan oluşmamıştır. Önce kıyıda restoranlar, barlar, kafeler açılmaya başladı. Bunların masa, sandalye koyacak yerleri bile yoktu ama hemen ruhsat verildi. İşte Gündoğan’da iskele rezaleti ve terörü böyle, Gündoğan Belediye’sinin eliyle başladı. Masa ve sandalyelere yer yaratmak için kıyıya, kumsala el kondu ve her işletmenin önüne, her yıl daha da genişleyen, denize doğru daha da uzayan iskeleler yapılmaya başlandı. Giderek masa, sandalye koyacak yeri olan işletmeler de iskele yaptılar. Tabii oteller geri kalamazdı. Sonunda bir işletmenin kendisi yapılmadan iskelesi veya iskeleleri yapılmaya başlandı ki denize başkaları el koymasın! Ve bugün, çevresi neredeyse 5 km olan Gündoğan Koyu’nda, halka açık, insanların denize girebileceği sadece 150 metrelik, Belediye Plajı kaldı. Üstelik bu iskeleler için hiçbir izin alınmasına da gerek duyulmadı. Peki, hiç mi kimse sesini çıkarmadı?

Gündoğan, Peynir Çiçeği Derneği 2013 yılında Bodrum ve Gündoğan belediyelerine başvurarak, kıyıları ve denizi halka kapatan bu kaçak iskeleler için gereğinin yapılmasını istedi. Adı geçen belediyeler kıllarını kıpırdatmadılar. Bunun üzerine, konuyu, o tarihte Bodrum Liman Başkanı olan, dürüst ve görev bilinci yüksek dostum Nihat Tozman’a ilettim. Liman Başkanlığı zaman kaybetmeden gerekli incelemeyi yaptı ve önce bir iskeleye 45 bin TL yaptırım uyguladı. Daha sonra tüm bu iskelelerin yıkılmaları için hazırladığı raporu, Bodrum ve Gündoğan belediyelerine gönderdi. Belediyeler yıllarca bu yıkım kararlarını uygulamadılar. Bu arada iskeleler her geçen gün sayıca biraz daha arttı, genişledi, uzadı ve iskele olmayı da geçip, geniş deniz alanlarına ve plajlara el koyan, büyük platformlar halini aldılar. Ve bütün bunlar Gündoğan ve Bodrum Belediyeleri’nin gözünün önünde, bilgisi dâhilinde oldu.

BODRUM BELEDİYE BAŞKANI ARAS LAF ÇOK, İŞ HAK GETİRE!

2019 Mart ayında, Türkiye’nin çehresini ve kaderini değiştirebilecek bir gelişme oldu ve hemen hemen bütün kıyı kentlerimizde ve ilçelerimizde belediye başkanlıkları el değiştirdi. Bodrum’da da, Bodrum’u Bodrum olmaktan çıkaran, başta kaçak yapılaşma ve iskeleler olmak üzere usulsüzlüklerin üzerine gideceğini, “gömleğinin kollarını sıvayarak” yaptığı seçim konuşmalarında anlatan Ahmet Aras, Bodrum Belediye Başkanı seçildi. İlk işlerinden biri de, Gündoğan’daki kaçak iskeleleri yıkacağını her gittiği yerde açıklamak oldu. Doğrusu hepimiz sevindik. Bodrum’un yerlisi, yaşamını turizmden yani denizden kazanan bir kişinin seçilmesi ve bu açıklaması, sonunda bir şeylerin doğru yönde değişeceğimi gösteriyordu. Heyhat! Çok yanılmışız.

Gündoğan ve Bodrum’un hemen her tarafına yayılmış iskelelerin yıkılması önce, “Turizm sezonu geçsin. İnşaat yasağı kalksın1” gerekçesiyle, 2019 sonbaharına ertelendi, sonra da unutuldu. Unutulmakla kalmadı, 2020 kışında Gündoğan’da mevcut iskeleler/platformlar daha da uzadı ve genişledi. Bir inşaat firması koyun halka açık birkaç metrelik plajına iki yıl önce yaptığı iskele/platforma ek olarak, bir ikincisini yaptı. İskeleler arasında en az 150 metre olacak kuralını bile hiçe sayarak. Bugüne kadar hakkında açılan davalardan ve üst üste verilen yıkım kararlarından, sadece adını değiştirerek kurtulan -bu nasıl hukuk ve yargıysa!- bir otel, daha önce yıkım kararı bulunan ancak bir türlü yıkılmayan iskelelerine/platformlarına yenilerini ekledi. Bunlar mühürlendi. Mühürler kırıldı2, yapım devam etti ve tamamlandı. Aynen, İmar Barışı Yasası’ndan yararlanarak, yalan beyanla alınmış olduğu kanıtlanmış olmasına karşın, Bodrum Belediyesi’nin bir türlü iptaline yanaşmadığı, “yapı kayıt belgesi” almış kaçak yapılar gibi. Ve bütün bunlar olurken Bodrum Belediye Başkanı Aras, her gün basında boy gösterip, kaçak yapılaşma ile iskelelerle nasıl da amansız bir mücadele verdiğini anlatmaya devam etti! Ediyor! Ya bir de mücadele etmeseydi!

Korkarım dostum Başkan Aras, geçenlerde basına verdiği talihsiz, “Turistin cebindeki son kuruşu almak zorundayız!” açıklaması gibi yakında, “Plajlarımızın, kıyılarımızın son metrelerini de halkımıza kapatmak zorundayız!” diyecek. Ben nereden bileyim?

Diyeceksiniz ki “Bu sadece Bodrum’da böyle değil.” Haklısınız. Daha 18 Haziran 2020 tarihli bir haberde, Muğla Çevre Vakfı’nın, Göcek’te denize kazıklar çakarak iskele yapmasına karşı çıkanlara ait bir haberde, böyle bir iskele yapılırsa “Göcek’e kimse gelmez” deniyordu. Aslında bu bize uyar. Turistler olmasa, turizmi ne güzel idare ederiz!

2 comments

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.