REİSLERİN KİTAB-I BAHRİYE MOLASI

11 Şubat 2021. Üç emekli büyükelçi, “Myndos” ile Bodrum-Milta Marina’dan palamar aldık. Yenilenen Myndos ilk seyrini gerçekleştiriyor. Bu noktaya nasıl geldiğimiz ise üzerine epey laf etmeyi haklı kılar. 

Robert Louis Stevenson’un, “Define Adası” romanındaki gibi “teknede üç kişiyiz.” Üçümüz de canlıyız ve teknede rom da yok!1 Bu da çok şaşırtıcı değil çünkü teknedeki üç emekli büyükelçi arasında rom içen bir ben varım. Bir gece öncesinin yağmurundan sonra hava açık ve sakin. 10-11 knot şiddetinde hafif bir “boryaz-poyraz” esiyor. Dümende, keyifle önünden süzülerek geçtiğimiz Bodrum Kalesi’ni seyrediyorum. Umur Apaydın ve Ahmet Banguoğlu, kıç havuzlukta laflıyorlar. Ahmet, “Video çekelim İstanbul’a gönderip, kar fırtınası bekleyen arkadaşlarımı çatlatacağım” diyor. Umur hemen çekime başlıyor. Rotamız önce batı sonra poyraz yönünde seyirle gireceğimiz Gümbet Koyu’nda bir tur atıp, karayel yönündeki “Akvaryum”a demirlemek. Fazla vaktimiz yok çünkü kocamışlara sokağa çıkma yasağı var! Yat Lift Tersanesi’nden, Milta Marina’ya seyrimizi saymazsak, Myndos ilk (Maiden) seyrini gerçekleştiriyor. Bu noktaya nasıl geldiğimiz ise üzerine epey laf etmeyi haklı kılar. Bu arada, “Poyraz” yerine neden “Boryaz” dediğime takılmış olabilirsiniz.

İnsan 40 yıl Kitab-ı Bahriye ve Piri Reis ile yatar, kalkarsa bırakın dilini herhalde kendisi de yaşamı da giderek Piri Reis’e benzer.

YACHT Türkiye’nin deryalara âşık tayifesinden, doğru anımsıyorsam Talat (Kırış) Reis, geçenlerde, “Kitab-ı Bahriye’nin dümen suyunda dolaşan Süha Reis başlattı. Şimdi dergide hepimiz birbirimize ‘Reis’ diye hitap ediyoruz.” demişti. O kadarla kalsa yine iyi. Ben giderek Piri Reis gibi düşünmeye, Piri Reis gibi konuşmaya ve yazmaya hatta Piri Reis gibi yaşamaya başladığımı fark ettim. Her yazımı, “vesselam” diye bitirir, birçok sözcüğü Piri Reis gibi kullanır, “tayfa”dan, “tayife”, “yabancı”dan, “kefere”,”poyraz”dan, “boryaz” vs. diye söz eder oldum. Hani biraz daha havaya girsem, korsanlığa soyunup, rastladığım kefere teknelerine el koyup, içindekileri Akdeniz’in gözden ırak, yasaların sözünün geçmediği limanlarında kurulan esir pazarlarında satmaya kalkıp, iyice tozutacağım. Neyse ki iki buçuk yıl önce yaşadığım büyük kayıp ve acı nedeniyle deryalardan uzak kalınca, biraz olsun günümüze ve kendime dönebildim. Dönebildim de son zamanlarda yine denizler ama en çok da Kitab-ı Bahriye seyirleri burnumda tütmeye başladı. Piri Reis’in epey uzun süren ve 25 yıl Akdeniz’de korsanlık ederken tutuğu notlardan, çizdiği portolan haritalarından yararlanarak Kitab-ı Bahriye’yi yazmasını sağlayan Gelibolu molası kadar olmasa da bu gönüllü ara, bana da konuya yeniden eğilme fırsatını verdi. Verdi de Serhan (Göksu) Reis’le aldığımız son tekneyi de neredeyse hiç kullanmadan satmış olduğumuz için, ortada Kitab-ı Bahriye’nin dümen suyuna girecek tekne de kalmamıştı. Kara kara düşünürken, bir alay rastlantı sonunda, yıllar öncesinde aklıma girmiş olan Likia 40 tipi teknelerin dördüncüsü olan “Myondos”u, meslektaşım Büyükelçi Umur (Apaydın) Reis’in teşviki ve ortaklığı, Serhan Reis’in de katkısı ile alınca (Bknz. YACHT Türkiye, Ocak 2021, “On yıl sonra Likia”, Süha Umar) içimdeki Piri Reis ruhu iyice depreşti. Depreşti de deryalara açılmak öyle ha deyince olan işlerden değildir. Hazırlığı aylar, bazen de yıllar sürer. “Vira bismillah!” deyip, bilumum ustaların gözetim ve denetimini, METUR Yatçılık sahibi, dostum Bora Kadıköy’e havale edip işe başladık. “Peki ustalarla Bora uğraşıyorsa, siz ne yaptınız? diyorsanız, biz her gün karga pisliğini yemeden Bodrum İçmeler Yat Lift Tersanesi’ne gidip, ustalara bilgiçlik taslayıp, Bora, “Süha Abi şuna şu kadar, buna bu kadar ödeme yapın” dedikçe de, o ödemeleri yapıp, hafifledik! Hâlâ da öyle devam ediyoruz.

DENİZİN ŞAKASI OLMAZ!

Myndos, aldığımızda iyi durumdaydı. Karadaki ilk denemelerde, motor ve bütün sistemler çalışıyordu. Ancak denizlerde dolaştığım onca yıl, bunun yeterli olmadığını hatta aldatıcı olabileceğini, üstelik yaşayarak pek güzel öğrenmiştim. Ayrıca Myndos üç yıl kadar karada kalmıştı. Evet, bir yıl önce denize indirilmek üzere bir bakımdan geçmişti ama bu da yeterli güvence değildi. Karadaki tekne, çalışmayan her araç gibi, çalışandan daha bile fazla arıza çıkarabilir. Umur Reis’le bunu dikkate alarak, değişebilecek her parçanın değiştirilmesinde birleştik. Ve her geçen gün biraz daha yayılan bir yenileme çalışması başladı. Önce elektrik sistemi elden geçti. Açık bırakılan bir lombozdan giren su nedeniyle bozulan dokuz sigorta dışında, bir eksiklik bulunmadı. Likia 40’ta, bütün diğer malzeme gibi sigortalar da en kaliteli türden olduğu için bu iş göreceli olarak biraz pahalıya çıktı. Sigortalar değişince, direk içinden geçen kablo işlevini yitirdiği için yanmayan güverte aydınlatma lambası dışında, seyir fenerlerinin; motor, seyir ve su-mazot-gri su-siyah su depolarının göstergelerinin; oto pilotun, telsizlerin, hatta radyonun, iç aydınlatma lambalarının, elektrikli tuvalet, hidrofor, duş tavası pompası, iki adet sintine pompasının vs. çalışır halde olduğu anlaşıldı. Bu arada kıç havuzluktaki buzluk, kompresör takılarak, ikinci buzdolabı haline getirildi. Sıra sıhhi tesisata gelince, bir teknede ne kadar çok hortum, kinistin, valf, dirsek vb. olduğunu bir kez daha görüp, bir kez daha gözlerimize inanamadık. Sökülüp Myndos’un yanına yığılan bu malzeme giderek yükseldi ve küçük bir tümülüs haline geldi. Birçoğu yeni olsa da bütün hortum kelepçeleri yenilenince, eskileri, hevenkler halinde iplere dizilerek, “belki lazım olur”, gerekçesiyle motor bölümüne asıldı. İskele ve sancakta bulunan iki ana mazot deposunun ortasındaki günlük depo sökülüp, kaynakları gözden geçirildi. Gereken noktalar yeniden kaynak yapıldı ve kontrol edilip, yerine yerleştirildi. Webasto sökülüp, dağıtıldı, değişecek parçaları getirtildi. Bugünlerde toplanıp yerine yerleştirilmeyi bekliyor. Webasto’dan teknenin içine sıcak hava taşıyan hortum, üzerine basılıp, ezilmiş olduğu için yenilendi. Üzerine koruyucu kapak tasarlandı. 55 HP Yanmar motor karada çalıştırıldı. Sorunsuz çalıştığı görüldü ama “Bir yıl önce zaten yapılmış” demeyip, tekrar bakımdan geçirildi. Motor yağı ve filtreler değişti. Şanzıman, şaft, pervane bakımları yapıldı. Pervanenin arkasına, halat kesici yerleştirildi. Hidrolik dümen bakımı yapıldı. Yeni mi, eski mi olduğuna bakılmaksızın bütün motor hortumları, kelepçeleri vs. de değiştirildi. Kauçuğu eskiyip, yırtılmış olan manuel sintine pompası (Vakvak), yenisi ile değiştirildi.

MASİF MAUN İÇ KAPILAR, KAPAKLAR VS.

Likia 40’ın önemli bir özelliği de iç kapılarının ve dolap kapaklarının masif maun olması. Baş kamara kapısı ile dolap kapaklarının bazıları çalışmış ve eğrilmişti. Bu, masif ağaçta sık görülen bir durumdur. Baş kamara kapısı ile eğrilmiş dolap kapakları, yine masif maun yenileri ile değiştirildi, orijinal rengine boyandı ve son kat ipek vernik atıldı. Dolap kapaklarının amortisörleri ve kulpları değiştirildi. Havuzluktan salona inen merdivenin bakımı yapıldı. Menteşeleri yenilendi. Bir farş tahtası yenilendi. Banyo-tuvalet tabanına ahşap parça döşendi. Hatch’lerin ve lumbozların sızdırmazlığı kontrol edildi. Bir sorun saptanmadı. Mutfak dolaplarından ikisine zaman zaman, az da olsa su sızdığı düşünülüyordu ama tekne denize inince bu su kesildi. Benzer bir durum da kıçaltı kamarada görülmüştü ancak o da sonradan büyük ölçüde kayboldu. Bu kimseyi şaşırtmamalı. Tekne garip bir yapıdır. Zaman zaman bazı durumlar görülür. Siz tam endişelenmeye başlar ve el atmaya karar verirsiniz, birden kaybolur. Sonra yeniden çıkabilir tabii. Bunun bir açıklaması da yoktur, garantisi de. Böyle durumlarda hemen otomobil tamircilerinin çok sık dile getirdikleri ilkeyi anımsamakta yarar vardır: “Bu modeller yapar abi!” İçerideki bu işler bitince, sıra boyacılara geldi. Salon, mutfak, kamaralar ve motor bölümünde, görünen, görünmeyen hemen her yer temizlendi, yıkandı. Sonra, sintine dâhil, boya ve rötuş işleri tamamlandı. Sonra tekne bir kez daha temizlendi. Bütün yatakların, salon ve kıç havuzluk minderlerinin kılıfları en uygun kumaşlarla yenilendi. İşte o zaman bizim de ilk kez içimiz rahat etti çünkü gözlerimizin önünde, hepsi birbirinin neredeyse aynısı günümüz teknelerinin aksine, değişik formu ile güzel ve cana yakın, sıcak, güven veren bir tekne belirdi.

TEKNENİN DIŞI DA AYRI BİR ÂLEMDİR

Myndos, güverte donanımı açısından sade bir tekne sayılır. Üzerinde geniş tik alanlar yok. Güverte polisajı yapıldı. Temiz olduklarına bakılmaksızın krom aksam temizlendi. Küpeşte, kuşak, kamara korkulukları, baston ve kıç platform tikleri ince zımpara ile zımparalandı. Küçük çatlaklar, açıklıklar tik tozu-reçine karışımı ile dolduruldu. Hep yaptığımız gibi, tiklere hiçbir şey sürülmedi. Zincir dışarı alındı ve onar metrelik aralıklarla değişik renklerde işaretlendi. Bu işlem özellikle kaloma verilirken çok yararlıdır. Ozmos saptanmayan karina temizlendi, Denize inmeden bir gün önce zehirlisi atıldı. Bu arada bütün usturmaçalar elden geçti. İki yeni balon usturmaça alındı ve hepsine, üzerlerinde teknenin adı işlenmiş, şık kılıflar diktirildi. Myndos artık suya inebilirdi. Beklenen büyük gün 20 Ocak tarihi oldu. Birkaç gün önce, teknede çalıştığımız yaklaşık iki ay boyunca hiç karşılaşmadığımız, Yat Lift Tersanesi’nin sahibi Ali Biranış ile buluştuk. Daha ilk anda, başta doğa ve insanın doğadaki yeri olmak üzere birçok konuda benzer düşüncelere sahip olduğumuzu görmek, hesap kesmek için planladığımız kısa buluşmayı sıcak bir sohbete dönüştürdü. Biranış, Piri Reis Kitab-ı Bahriye projemizle özellikle ilgilendi ve Ağanlar Tersanesi gibi Yat Lift de, proje süresince bize destek olma sözü verdi. Yıl boyunca, karina temizliği ve zehirli yenilenmesi için o da sadece bir iki gün karaya çıksak da proje giderlerini kuruşuna kadar cebimizden karşıladığımız için Yat Lift’in bu değerli jestine memnun olduk. Yakın geçmişe kadar Bodrum tersanelerinde tekneler karaya kızaklar üzerinde, yere sabitlenmiş vinçler yardımı ile çekilir, yine böyle denize atılırdı. Tekne tam suya inecekken durur, ne olduğu soruldukta, personel, “tel kıstı” der, çalışanlara bir kutu baklava dağıtılmadan da o tel bir milim kıpırdamazdı. Şimdi ise, üç yaşındaki bebelerin bile elindeki bilgisayar oyunu uzaktan kumandasına benzer bir verici ile çalıştırılan tekerlekli bir kızak -veya adı neyse-, Myndos’u, “buradan nasıl çıkacak acaba?” diye günlerce endişelendiğim yerinden, tereyağından kıl çeker gibi aldı ve getirip havuzun başındaki vince teslim etti! “Teknoloji, ilim irfan, Burhan-Süleyman farklı şeyler vesselam!” Baklavaya ne mi oldu? Teknoloji dediysek o kadar da uzun boylu değil. Yıllar boyunca yerleşmiş gelenek, görenek var. Tekerlekli, uzaktan kumanda edilen kızak mı desem, araba mı bilemediğim araçta kısacak tel olmasa da tabii ki baklava yine de dağıtıldı. Myndos yavaş yavaş havuza inerken, bir yandan her anı fotoğraflayıp, videoya alıyor bir yandan da yüreğimiz ağzımızda bekliyorduk. “Acaba suda nasıl duracaktı? Ve Myndos tam da istediğimiz gibi, su kesimi çizgisinde suya oturdu. Suda hem güçlü hem zarif duruyordu. Bir aşama daha geçmiş, daha satın aldığımız günden başlayarak Umur Reis’le aramızda sık sık tekrarladığımız, “Vasa gibi denize iner inmez, yan yatıp batmasın da!” esprisi, espri olarak kalmıştı.

BAŞLANGICIN SONU

Kaptan köşküne değil ama kıçüstünde, kaptan, dümen ve seyir göstergelerinin bulunduğu konsol için ayrılmış – bu da Likia 40’a özgü bir yeniliktir. Dümenin ve kaptanın ayakaltından çekilmesini, kıç havuzlukta yer kaplamasını önler- bölüme geçip, “Vira bismillah” diyerek kontağı çevirdim ve motor sesi gelmedi! “Haydi bakalım!” dedim içimden, “şimdi tekrar karaya çık. Her şeye yeniden başla.” İlk şaşkınlığım geçince, gaz kolunu boşa alıp motor devrini yükseltmeyi akıl ettim. Motor çalışıyordu! O kadar sessizdi ki, ortamdaki hiç de yüksek olmayan sesler bile motorun sesinin duyulmasını önlüyordu. Doğrusu pek sevindik. Likia 40’ın gerçekten geniş motor bölmesi, hem motora fazlasıyla havalandırma sağlıyor hem sesini bastırıyordu. Havuzda son kontrolleri yapıp, palamarları çözük ve poyraz yönünde, Milta Marina’ya rota tuttuk. Myndos denize inmeden birkaç gün önce, utana sıkıla Milta Marina Müdürü Seher Çalı’ya gitmiş ve kendimizi tanıtıp, Piri Reis projemiz hakkında bilgi vermiş, geçmişte yaptığımız Kitab-ı Bahriye seyirlerimizi anlatan yazılarımın yer aldığı YACHT Türkiye dergimizden bir iki de örnek götürmüştük. Seher hanım dergiyi takip ettiğini söylemiş ve “Benim param var. Bana yer bulmak zorundasınız” havasında konuşmayan iki “Monşer”e, üstelik böyle bir proje için, destek olmak gerektiğini düşünmüş olmalı ki, iki gün sonra arayıp, neredeyse bir kayık bile bağlayacak yer bulunmayan Milta Marina’da bize bir yer ayırdığı müjdesini vermişti. Bu, Milta Marina’nın nazik, güler yüzlü Müdiresi Seher Hanım’ın bize yapabileceği en büyük iyilikti. Kitab-ı Bahriye’nin Kuzey Ege seyirlerini hemen hemen bitirmiş, şimdi Marmaris’ten güneye, Türkiye kıyılarını ve sınırlar açılırsa, Orta ve Güney Kikladlar’ı yapmayı planlıyorduk. Bodrum-Milta Marina, yaşadığımız Gündoğan’a oranla bize, her seyirde en az 10 saat, başka bir deyişle, iki gün kazandıracaktı. Kaldı ki önceki dönemde de zamanın Milta Marina Müdürü, dostum Ömer Karacalar (aramızdaki adı “Komodor”dur) da bize sahip çıkmıştı. Yat Lift’ten ayrıldıktan 20 dakika sonra, Bodrum Limanı girişinde, görevden dönen Sahil Güvenlik botu ile birbirimizi selamlayıp, Milta Marina, B pontonunda, Myndos’a ayrılan yere bağlandık. Yaklaşık on gündür bir yandan son eksikleri tamamlayıp tekneye yerleşirken, bir yandan da kısa seyirlerle tekneyi tanımaya, huyunu suyunu anlamaya çalışıyoruz. Bu çerçevede bir defasında yerimizden kalkıp, mazot almak üzere marina yakıt noktasına aborda olduk. Ve burada Bozburun Yat Kulübü sahibi, ünlü yelkencimiz, Edhem Dirvana Reis ile ailesini görüp çok şaşırdık. Meğer kış aylarını Bodrum, Bitez’deki evlerinde geçiriyorlarmış. Dünya gibi denizler de küçük! Son olarak da, birkaç gün önce marinanın havuzunun kıyısına aborda olduk. Serpinti körüğünün ve bimininin hazır olan krom iskeletleri yerlerine yerleştirildi. Önümüzdeki günlerde tenteler de dikilip, denendikten sonra, yaz başında takılmak üzere, şimdilik teknede saklanacak. Bu arada bakımları yapılacak (Umur Reis bunu bizzat yapmakta kararlı. Ben ona iyi şanslar diledim!) vinçler, kontrol edilmesi gereken bir alay ıskota, mandar vs. ile bakımları yapılmış, halen depoda saklanan ve yerlerine takılmayı bekleyen ana yelken, cenova ve trinket (Umur Reis bu işi bana ihale etti.) var. Bütün bu hazırlıklarımızı tamamlarken bir yandan da Nisan sonu itibarıyla yeniden yelken açacağımız Kitab-ı Bahriye seyirlerinin rotalarını belirlemeye çalışıyoruz. Kısacası, her sabah saat en geç 10.00’da, işe gider gibi Myndos’a gidiyor ve bütün gün debelenerek akşam turşu gibi eve dönüyoruz. Teknenin işi bitmez. Sevgili veya eş gibidir tekne, sürekli ilgi ister. Ama galiba biraz da o nedenle aldık Myndos’u. Oyalanıyoruz işte. Dünyadaki vaktimizi bir şekilde dolduracağız. Ne yapalım? Myndos’un, yıllar sonra denizlerle kavuşmasının hikâyesi de böyle bilinsin vesselam.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.