SEYYALE’NİN KUZEY EGE SEYRİ -1 Dostlarla, rüzgârla, muhabbetle

Ağustos’ta Seyyale, kadim arkadaşlardan kurulu mürettebatıyla ve elbette miçomuz Dagu’yla Kuzey Ege’ye çevirdi rotasını. Tuzla’dan başlayan seyrin ilk etabını Bozcaada’da noktaladık.

Fotoğraflar TALAT KIRIŞ, ERDEN HASKIRIŞ, ZEYNEP ERİM

Seyyale bir süredir Tuzla’da, Viaport Marina’da. Pandemi öncesi Gökova’dan yola çıkmış, hava bozunca Urla’da bırakmıştık. Urla’da denizciliğe çok katkısı olmuş rahmetli hastam Ali Rıza Mete’nin oğlu Niyazi Bey, sağ olsun hem bize yer ayarlamış hem de bizi Urla’da ağırlamıştı. Bir hafta sonra gelip alırız diye yaptığımız plan pandemiye takıldı. Nerdeyse iki ay sonra, nörolog arkadaşım Prof. Dr. Mustafa Ertaş ve Seyyale’nin yapılmasında büyük emeği olan Salih Kaptan’la birlikte Urla-Tuzla arasını iki buçuk günde, hiç durmadan tamamlamıştık.

Tuzla Viaport Marina’da ilk iş; altının temizlenmesi ve zehirli sürülmesi, tesisatın elden geçirilmesi, ömrünü tüketmiş motor aküsünün değiştirilmesi, yolda bozulmuş olan tuvaletin yapılmasıydı. Bir de son iki yıldır birkaç kez başımıza gelen, alternatör kayışının kopması meselesine çözüm bulmak gerekiyordu. Her seferinde orijinal kayışla değiştirsem de bu kez fark ettim ki, Yanmar’ın önerdiği kayışlar benim orijinal kayışımdan daha ince. İstanbul kazan biz kepçe, eski kayıştan iki tane bulup birini taktık. Böylece o iş de halledilmiş oldu. Admiral Denizcilik’ten Mustafa Bey’le ön yelkeni elektrikli yapmak üzere fuar zamanında konuşmuştum, son olarak o iş de yapıldı. Sağ olsun Salih Kaptan, ben ameliyatlarla cebelleşirken tüm bu işlerin başında durdu.

“Karadeniz mi yapsam, Kuzey Ege mi” derken, biraz da denize girerim diye Kuzey Ege’de karar kıldım. İstanbul Erkek Lisesi’nden üç arkadaşım da bu gezide Seyyale’ye mürettebat yazılmayı kabul ettiler. Lise arkadaşlığı bir başkadır. Birlikte yıllarca okuyup beraber büyüdüğünüz, çocukluktan gençliğe birlikte adım attığınız arkadaşlarınız. Yıllarca görüşülmese de, bir yemekte, bir toplantıda buluşulduğunda kaldığınız yerden aynı kakara kikiri devam edersiniz. Zeynep’le Ferhan benim sınıf arkadaşlarım, Ferhan’ın eşi Erden ise bizden iki sınıf büyük. Bugünlerin klasiği olmak üzere önce bir WhatsApp grubu kurulup yolculuğun heyecanı sanal ortamda paylaşıldı.

YELKENLER FORA

Nihayet 7 Ağustos cuma günü Tuzla Viaport Marina’da ekip toplandı. Aslında cumartesi sabah çıkacaktık ama neden bir geceyi karada geçirelim diyerek yola koyulduk. Bu arada sanırım gezinin miçosundan söz etmeyi unuttum: Dagu. Daha önce dergimiz yazarlarıyla yaptığımız geziye de katılmış, birkaç günlük tekne deneyimi yaşamıştı. Özellikle yayın yönetmenimiz Eyüp Özel ve yazar arkadaşım Ali Boratav’la pek iyi anlaşmışlardı. Bu ilk uzun seyahati olacaktı. Cuma günü saat 19.00’da yola çıktık. Koç Adası’nı bordaladıktan sonra yelkenleri açtık. Frişka poyrazla Büyükada’yı tuttuk. Seyyale 8-8.5 knot’larda seyrederken gezinin keyifli geçeceğinin de haberini veriyordu. Hava kararırken Eskibağ Koyu’nda tonoza bağlandık. Bağlandık da, birden “Houston bir problemimiz var” diye kafamın içinde ışıklar yanıp sönmeye başladı. Bot ambarda sönük vaziyette duruyordu. Dagu’yu karaya çıkartamayacaktık. O saatten sonra botu şişir, sonra tekrar söndür zor olacaktı. Dagu’ya tekneye çişini yapabileceğini söyledim. Hatta bu amaçla aldığım yeşil renkli plastik çim görünümlü yaygıyı da güverte kenarlarına serdik.

MARMARA ADASI VE OYA BAYDAR’IN HARİKA SOFRASI

Akşam arkadaşlarımın evde hazırladıkları mis gibi enginar ve barbunya fasulyeyle yemeğimizi eda ettik. Yanında da üzüm suyunu ihmal etmedik elbette. Ertesi sabah saat 06.30’da Marmara Adası’na doğru yol verdik. Arada yelken açma teşebbüsleri yapsak da pek rüzgâr yoktu ve motora kuvvet yol aldık. Akşamüstü saat 16.00 civarında Dagu artık dayanamadı ve yeşil suni çim taklidi plastiğin üzerine suları bıraktı ve utanç içinde bana baktı ki, utanacak bir durum yoktu tabii. 12 saat sonra Marmara Adası’nın ana limanındaki balıkçı barınağına demir atıp kıçtankara bağlandık.

Güzel sürpriz. Duayen gazeteci abimiz Aydın Engin bizi karada bekliyordu. T24 internet gazetesinden de köşedaşlık yaptığımız Aydın Abi’yle telefonda görüşmüştük. Eşi ünlü romancımız Oya Baydar’la bizi akşama yemeğe davet etmişlerdi. Hızlıca toparlanıp Aydın Abi’nin arabası ve bir taksiye doluşarak, Dagu da yanımızda, adanın “Gazetecinin Koyu” diye anılan, güneybatısındaki Çınarlı’dan önceki koyun tepelerindeki evlerine vasıl olduk.

12 saatlik yolculuk hepimizi yormuştu. Oya Abla’nın harika sofrası, her ikisinin Türkiye’nin yakın tarihinde şahitlik ettikleri acı tatlı anılarıyla harika bir gece geçirdik. Ama sanırım en çok Dagu eğlendi. Hem zeytin ağaçlarının süslediği güzelim bahçede koşturup durdu hem de Oya Abla’nın kızarttığı nefis mezgitlerden yeterince nasiplendi.

DAGU, ŞEYTANIN BACAĞINI KIRIYOR

Adaya gelirken jeneratörümüzün çalışmadığını fark etmiştik. Yanaştığımızda Aydın Abi, oradan motorla geçen bir beyi bizle tanıştırmış, motorla ilgili sorununuz olursa Aret halleder demişti. Ben de jeneratörün bozulduğundan bahsetmiştim. Sabah kahvaltıdan sonra baktım Aret Bey, Seyyale’nin önünde motosikletinden iniyor. Yıllarca Dolapdere’de marin motorların yedek parçalarını satmış, her türlü motor hakkında fikir sahibi. Kafa kafaya verdik. Bizim jeneratör Onan. Çok memnunum, yıllar içinde tek yaptığı arıza impellerin parçalanması. Bu sefer de deniz suyu girişinde arıza olduğu için önce filtreyi söküp temizledik ama neticede sorunun yine impellerde olduğu anlaşıldı. Jeneratörün impellerini sökmek dert. Neyse, ambarı boşaltıp sökmeyi becerdik (daha çok Aret Bey becerdi desem yalan olmaz ama bu canlı kurs sayesinde ben de öğrendim). Yedek impellerim vardı ama bulması bir yarım saati aldı. İmpelleri yerine yerleştirdim ama takmada sıkıntı oldu. Neyse imdada yoldan geçen Serkan Bey yetişti ve böylece operasyon tamamlandı.

O gün hava bayağı sert olacağı için adada kalmaya karar vermiştik. Akşama Oya Baydar-Aydın Engin çiftinin kadim dostları İbrahim Ethem Bey, Füsun ve Nilgün hanımlar yemeğe davet etmişlerdi. Biraz da mahcup olarak (dört kişi, bir de Dagu) kabul etmiştik. Akşama kadar ama gün Dagu’nun günüydü. Daha önce düşme vesilesiyle denize girmişliği vardı ya, bu sefer kıyıdan girerek yüzmesi gerekiyordu ve şeytanın bacağını kırmak da bugüne kısmetmiş. Güzelce yüzdü. Akşam yine hem yemekler hem sohbet müthişti. Acaba burada tezkere bıraksam mı diye aklımdan geçti.

ÇANAKKALE’DE GÜZEL BİR MOLA

Pazartesi sabahı Marmara Adası’na elveda deyip, Çanakkale Boğazı’na doğru yol verdik. Boğaza girene kadar güzel bir yelken seyri yapalım dedik ama yeni taktırdığımız elektrikli furler’da sorun var. Açıyor ama kapamaya gelince iki tur atıp duruyor. Admiral Denizcilik’ten Haydar Bey’i arıyorum. İhtimaller üzerinde duruyoruz. Motorda arıza olamayacağını söylüyor, acaba selenoid’de mi sorun var? Sonunda içinde sonsuz halat olduğu için ters yöne sarıp kapıyoruz. Haydar Bey sorunu çözmek için atlayıp Ayvalık’a geldi. Furler’ı taktırırken 10 yıl garantimiz var demişlerdi ve sözlerinin eri olduğunu da ortaya koydular. Ultra Çapa’dan sonra Admiral Denizcilik de tam not aldı. Ülkemizde üstün mühendislik bilgisiyle üretilen denizcilik malzemelerini daha fazla kullanmalıyız diye düşünüyorum. Haydar Bey’le baktığımızda sorunun spinlock’un genoa mandarını kaçırması ve bir yöne doğru sarılırken mandarın istralyaya dolanması olduğu ortaya çıktı. Mandarı vinçle yukarı çekip sabitleyince sorun çözüldü, yolculuğun sonraki kısımlarında bayağı sert havalarda, üzerinde rüzgâr varken bile rahatça yelken küçültebildik.

Çanakkale’ye saat 17.00 civarında bağlandık. Eşi Fatoş Hanım’ı ameliyat ettiğim Mert Bey ve kardeşi Can Bey bizi karşıladılar. Akşama buluşmak için sözleştik ama Seyyale rahat değil. Rüzgâr bastıkça iskeleye itiyor, tonoz yeterli tutmuyor. Yanımızdaki tekne sağlam duruyor, sahibi de havuzluktan bizi izliyor. Bir süre sonra baktım o da yanındaki tekneden açmaz almış, biz de sizden açmaz alabilir miyiz deyince, olur dedi. Bağladık ama yine de huzurlu değil. Marina görevlisine başka tonoz halatı var mı deyince anlaşıldı ki, yandaki tekne üç tonoz bağlamış. Birini bize ver dedik, çözemem çok sıkı bağlı demez mi? Deniz kültürü olmayan, denizci dayanışması semtine uğramamış insanlarla karşılaşınca canım sıkılıyor. Bu seyahate dostlarla keyif almak için çıktık, bu adamın canımızı sıkmasına izin vermeyelim deyip kafamızı çevirdik.

Gece Mert Bey bizi Çanakkale’nin en iyi balık lokantalarından Yalova Restaurant’ta ağırladılar. Anneleri, eşleri, bizim ekip ve tabii ki Dagu keyifli bir gece geçirdik. Gecenin sürprizi anneleri Dilek Hanım’ın Çanakkale halk kültürü, Troya ve Şehitlik üzerine hediye ettiği kitaplardı, bir de tabii nefis bir kırmızı şarapla Çanakkale’nin peynir tatlısı. Ayvalık’a ulaşana kadar tatlı tatlı yedik.

ŞEHİTLİK ÖNÜNDE SAYGI DURUŞU

Sabah palamarları bırakıp yola koyulduk. Hedef Bozcaada. Şehitlik önünde küçük bir tören yaptık. Sadun Boro pirimiz, buradan geçerken mutlaka saygı duruşunda bulunulması gerektiğini yazmıştır kitaplarında. Erden, dümende Seyyale’yi şehitlik önünde tutarken Zeynep, Ferhan ve ben arya bayrak yapıp saygı duruşunda bulunduk. Kaptan olarak şehitleri anmak üzere bir konuşma yaptım.

“Seyyale ve mürettebatı olarak, arya bayrak yapıp, bu topraklarda vatanımızı savunmak için şehit olmuş gençlerimizi, özellikle sevgili okulumuz İstanbul Erkek Lisesi’nden Çanakkale’ye gelip çocuk yaşta vatan savunması için hayatını veren gençlerimizi ve yine savaşın ne olduğunu bilmeden binlerce mil uzaktaki kendi topraklarından koparılıp burada hayatlarını kaybeden ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle ‘Artık onlar da bizim çocuklarımız olan’ Anzak gençlerini de saygıyla, hürmetle selamlıyoruz. Dileriz ki ruhları sonsuza kadar huzur içinde kalır. Ve umuyoruz ki bundan sonra savaşlar olmasın ve bizler Şehitler Tepesi’ni, Şehitlik Abideleri’ni değil, Barış Abideleri’ni selamlayarak geçelim.”

Konuşmayı takiben, Zeynep denize bir somun ekmek attı. Hepimizin gözleri yaşarmıştı, konuşurken sözler boğazımızda düğümleniyordu. Dagu da durumun ciddiyetini anlamış, sessiz bir şekilde tören sırasında yanımızda durmuştu. Bizim okulumuzun tüm öğrencileri savaşa gittiği ve lisenin o yıl mezun vermediği, sarı renkte olan duvarlarının matem nedeniyle siyaha boyandığı ve lisemizin sarı-siyah renklerinin de oradan geldiği bilinir. Dört İstanbul Erkek Liseli olarak, 100 yıl sonra vatanları için hayatlarını kaybeden kardeşlerimizi anmış olduk. Tören sonrası Bozcaada’ya dümen kırdık. Yoldan Bozcada Liman Sorumlusu Şerif Ali Bey’i aradık. Her zamanki gibi yardımcı oldu, yerimizin ayrıldığını ve beklediklerini söyledi. Bozcaada’ya kadar da furler’ın izin verdiği ölçüde camadanlı açabildiğimiz genoa ve anayelkenle yelken yapabildik. Yolda hava bayağı sertti. İniş kolay da, bakalım dönüş nasıl olacak diye kara kara düşündüm doğrusu. Öğlen saatlerinde selametle Bozcaada’ya bağlandık.

Ayvalık’a varış ve dönüşün hikâyesi bir dahaki sayıda…

Marmara Island, Turkey – April 2019: Marmara island view with boats. Marmara island is 2 hours away from istanbul with ferryboat, in the Marmara sea, Turkey

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.