Bir asrı devirdi SEDDÜLBAHİR

Prof. Dr. Süleyman Dirvana’nın 1950’lerde Seddülbahir ismini verdiği yelkenlisiyle neredeyse her gün Boğaz’da görülmesi, birçok kişinin denizciliğe heves etmesinde büyük rol oynadı. Dirvana’nın teknesiyle Türk amatör denizciliği için açtığı yollar, Seddülbahir’i korunması gereken bir kültür varlığına dönüştürdü. Seddülbahir’in 100. yaşına girmesi vesilesiyle, Dirvana’nın ailesinden ve onu tanıma fırsatı bulmuş büyük denizcilerden anılarını dinledik.

Kıbrıslı Ailesi’nin bir ferdi olarak Ağustos 1915’te Kandilli’deki Kıbrıslı Yalısı’nda dünyaya geldi. Çok küçükken yalının deniz kenarındaki balıkçılara katılır, ağ çekerdi. Çocuk yaşlarında fıta denen yarış kayığıyla, uzunca bir süre onlarla yaşayan Yahya Kemal’i Boğaz’da gezdirirdi kürek çekerek. Büyük dedesi Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa, babası Türkiye’nin ilk filozoflarından İbrahim Edhem Bey, dayıları ve amcaları ise hep askerdi. Münih’te tıp okuyan Süleyman Dirvana önemli bir cerrahtı. 1941’de girdiği, bugünkü adıyla, Çapa Tıp Fakültesi’nden 1980 İhtilali’nde Cerrahi Kliniği’nin başındayken emekliye ayrıldı.

ÇANAKKALE’NİN MEŞHUR CEPHESİ

Süleyman Dirvana’nın efsanevi teknesi Seddülbahir’i aldığı yıl 1950. Bu sene 100 yaşına giren Seddülbahir’le Türk amatör denizciliği için açtığı yollar tekneyi korunması gereken bir kültür varlığına dönüştürmüş. Aslında Dirvana’nın teknesine Çanakkale Savaşı’nın meşhur cephesi Seddülbahir’in adını vermesi bile, onunla da topluma katkı sağlayacağının işaretiymiş.

Dirvana, 1943’te Çanakkale Savaşı’nın meşhur cephesi Seddülbahir’e askerliğe gitmiş ve orada, ortalık yerlerde hâlâ şehit kemiklerinin bulunmasından çok etkilenmiş. Üç buçuk sene yaşadığı bu köyü, askerlik bitince de kalbinden koparamayınca teknesine Seddülbahir ismini vermiş. Sonra her yıl güneye inerken önce Seddülbahir’e uğramış, teknesine doldurduğu yığınla ilacı köylülere dağıtmış. O an halledilebilecek tedavilerini de yapmış. Seddülbahir’in 100. doğum gününe özel hazırladığımız yazıda, önce Süleyman Dirvana’nın oğlu, kendisi de önemli bir denizci ve dergimiz yazarlarından olan Edhem Dirvana ile konuştuk. Ardından hem Süleyman Dirvana’ya hem de Seddülbahir’e dair hiçbir noktayı atlamayalım diye eşi Zeynep Dirvana ve Edhem’in bizi yönlendirdiği isimlerle görüştük.

“BABAMIN İDEALLERİNİ YAŞATIYORUM”

Unutulmaz bir denizciyi önce kendisine en yakın isimlerden birinden, Edhem Dirvana’dan dinliyoruz.

“Seddülbahir 1920’de, Türk yat dizaynırlarının en önemlisi ve ilki diyebileceğimiz (İngiliz) Harun Ülman tarafından Tuzla’da yaptırılmış. Birkaç kez el değiştiren tekneyi babamdan önce Nedim Özgen kullanmış. Özgen yeni tekne alınca Seddülbahir uzun süre karada kalmış, bu yüzden babam aldığında içinde yetişmiş karpuzların olduğu söylenir. Babam tekneyi o durumdan yavaş yavaş toparlayıp modernize etmiş.

İlk alüminyum direği o getirmiş mesela, ilk spinnaker ve dakron yelkenleri de getirenlerdenmiş. Seddülbahir’le hem gezmiş hem de hızlandırıp yarışlara katılmış.

Doğduğumda babam 63 yaşındaydı. Ben 3 yaşındayken emekli oldu. Vefat ettiğinde 33 yaşındaydım. Hayat tarzımız dolayısıyla beraber çok vakit geçirme şansımız oldu ve tekne büyük etkendi bunda. Babam beni, daha 10 günlük kundaklı bebekken alıp seyre çıkarmış Seddülbahir’le. Ben de aynılarını yaptım. Babamın cenazesini Seddülbahir’le Bozburun’a kadar taşıdım oradan tören için İstanbul’a gittik. Sonra oğlum Süleyman dünyaya geldiğinde hastaneden dönüp yine Seddülbahir’le evimize gittik…

40 yıl önce, kimseciklerin olmadığı Bozburun’a geliyorduk, yalnız annem, babam ve ben. Üçümüz tam bir takım gibiydik. Her gün özlüyorum onu. Öte yandan da, bize kazandırdığı hayat tarzını sürdürürken yanı başımda hissediyorum. Bozburun Yat Kulübü’nün geldiği noktayı, uçan teknelerle yapılan ve dünyanın en zor yelken yarışlarından biri sayılan, Extreme Sailing’e katılmak üzere kurduğumuz Team Turx’ü düşününce babamın ideallerini yaşatıyorum diyorum. Böylelikle ayrılma üzüntüsü çökmüyor da birlikte devam ediyoruz sanki.

Babam çok idealist bakardı her şeye. Bir doktor olarak da maddi yönden zorda olan  insanlara, Seddülbahir’den köyden gelenlere, Bozburunlulara hep yardım ederdi. Denizcilere de ayrı bir sevgisi vardı. ‘Benim maddi yönden imkânım var, insanlara faydalı olacağım’ derdi. Yelkenciliğin doktorluğuna artısını da şöyle anlatırdı: ‘Yelkencilik bana iyi bir cerrah olmakta yol gösterdi. Denizin beni içine soktuğu zor durumlarla mücadele ettikçe mesleğim için antrenman da yapmış oldum, ameliyatlarımda bir komplikasyon çıkarsa basiretim bağlanmadan doğru hareketleri yapabiliyordum. Denizde de böyle, basiretin bağlanırsa tekne de gider sen de gidersin. Yat yarışlarında hava kalınca saatlerce beklerdik. Onun yerine laboratuvarda deney de yapabilirdim fakat denizin de katkısı buydu.’ Ben de yelken öğrenenlere hep hatırlatırım: Yelken bize, ne işle meşgul olduğumuz fark etmez, onu daha iyi yapmamız için başka bir temel kazandırıyor…”   

“SEDDÜLBAHİR’LE BOĞAZ’IN İNCİSİNE DÖNÜŞTÜ”

Yaşayan en büyük denizcilerimizden ve tek eğitim gemimiz STS Bodrum’un mimarı Yücel Köyağasıoğlu’nun Dirvana ve Seddülbahir ile enteresan bir geçmişi var.

“Seddülbahir’in Süleyman Dirvana’dan önceki sahibi dayım. Kendisi dönemin en önemli yelkencilerinden Nedim Özgen’di. Çocukluğum onun yanında, teknelerde ve tersanelerde geçti. Dayım, yanılmıyorsam 1946 idi, adı sonradan Seddülbahir konacak bu tekneyi Fenerbahçe’de yarı batık, yosun tutmuş vaziyette bulmuş. Bir gün Bebek’teki Galatasaray Lokali’nin önüne getirdi. Beraber temizledik. Baktık ayna kıçında pirinç harflerle “Yavru” yazıyordu. Söktük tabii çünkü hiçbir teknede isim kullanmazdık. Üzerinde direği yoktu, eski randa yelkenleri vardı, içinde ise iki yatak yer alıyordu. Baş tarafına da bir tuvalet konmuştu ama onu da hiç kullanmadık. 1950’ye kadar Boğaz’da dolaştık Yavru’yla, ben yelkeni böyle öğrendim. 9,50 metrelik teknenin iki direkli olması, insana olduğundan daha büyük bir tekneymiş hissi veriyordu. Şişman karınlı bir tekneydi, çok sert havalarda gittiğimizi bilirim. Tabii ilkeldi her şey, motorsuzduk bir kere.

1950’de dayımla Fenerbahçe’de Horoz kotrasını gördük. Kanına girdim dayımın ve üç bin liraya aldı. Sonra Yavru’yla beraber Horoz’u da tamir işleri için Büyükdere’de karaya çektik. O esnada Süleyman Dirvana ile dayım tanışıyorlardı. Süleyman Bey 500 liraya aldı Yavru’yu. Vefatından önce ziyaretine gitmiştim, birden sormuştu bana ‘Yavru’nun altında kurşun ballast vardı, ne oldu ona?’ Hayret ettim çünkü biz onu söküp Horoz’a takmıştık. Meğer karadayken incelermiş ara sıra. Dirvana, Seddülbahir’i bordalarından direğine dek yeniledi. Ona yardım eden bir İsmail Usta vardı. Nam-ı diğer Kör İsmail. Süleyman Bey defalarca ameliyat etti onun gözlerini. İkisi teknenin beyaz gövdesini laciverte boyadılar, burnunu kemane denen şekilde uzattılar; eskiden yuvarlaktı: Ufak bir motor taktılar, direkleri markoni yaptılar. İngiltere’den kırmızı yelkenler geldi. O yelkenlerle de Süleyman Bey resmen Seddülbahir’le Boğaz’ın incisine dönüştü. Bozburun Yat Kulübü’nden önce Seddülbahir’in evi Kanlıca’daki Dirvana Yalısı idi. Bozburun’da tekneyi son gördüğümde kamara üzerindeki benim parlattığım tutamaklarının aynı kaldığını fark ettim. İlginç bir detay vereyim: Arka tarafta bocrum direği var, tam dümen yekesinin ortasında kalıyor. Ortası açık, uzun bir parça mevcut ve yeke onun etrafında geziyor, hâlâ durur. Hiçbir teknede rastlamadığım bir detaydır.

Süleyman Bey tek başına yelken yapardı, yalnız köpeği olabilirdi yanında. Tüm İstanbul kotraları olarak Gölcük’te biten Donanma Kupası’na katılırdık mesela. Herkes gece Gölcük’te kalır ama Süleyman Bey’in dönmesi gerekirdi çünkü sabaha ameliyatı olurdu. Pusulanın olmadığı zamanlardan bahsediyoruz ve o gece gece yelkeni basar giderdi. Elleri hepimiz gibi yelkencilikten kalınlaşmıştı. Nasıl ameliyat ediyorsun insanları bu ellerle diye sorardık da. Cem kilit, eldiven, naylon falan yoktu; yük binen kendir halatları çıplak elle tuttuğumuzu düşünün. ‘Benim ellerim yelken sayesinde daha hassaslaştı, daha iyi’ cevabını verirdi…”

“SÜLEYMAN DİRVANA YELKENCİLİĞİN EVLİYASIDIR”

Hayatını denize adamış kıdemli gazeteci ve baş komodorumuz Necati Zincirkıran da yakın dostuyla anılarını paylaştı.

“Türkiye’de Süleyman Bey kadar bu işin inceliklerini bilen, dikkatli bir kimse yoktu. Benim anlayışımla Prof. Dr. Süleyman Dirvana, amatör Türk denizciliğinin, yelkenciliğinin evliyasıdır. Onun bilgi ve tecrübelerinden genç yaşımızdan itibaren yararlanmışızdır. O, filozof olan babası gibi felsefeye meraklı bir düşünce adamıydı. Onu irdelerken bu tarafını akılda tutmak gerekir. Denizcilik camiasının özel doktoruydu, kimseden bir kuruş para istemezdi. Oda-Sadun Boro çiftinin dünya seyahatine çıkmadan apandistlerini almıştı. Maalesef Oda Boro’ya dünya seyahatinde Singapur’da kanser teşhisi kondu, bize bildirildi ve derhal bilet gönderip aldırdık onu oradan. Ameliyatını başkası gerçekleştirdi ama Süleyman Bey’in süre zarfındaki dikkatleri bizleri çok memnun etmişti. Ben onu 50’lerin başlarında tanıdım. Seddülbahir’in onarımı ile uğraşıyordu Büyükdere’de. Yelken seyri için direklerini yükseltti ve yelkenlerini açtığı zaman büyük donanımlı bir armada görüyorduk denizde. Bocrum, ana yelken, önde de iki yelken vardı, bir de mizen-staysail takardı yarışlarda hafif rüzgâr olduğunda…

1986 veya 87’de, İstanbul Yelken Kulübü ilk büyük yelken yarışını İstanbul’dan İzmir’e düzenledi. Ondan evvel tekneler Çanakkale’den çıkmazlardı. Yarışa ben o zamanki teknem Neptün’le katıldım. Süleyman Bey’le J Class’taydık. Süleyman Bey yarışlarda ilkelere çok dikkat ederdi. Bizimle aynı sınıfta olan Gelincik diye bir tekne İngilizlerdeydi. İçindeki iki arkadaş bizi ezip geçtiler başta ama Çanakkale’den çıktıktan sonra Bozcaada önünde yarış için öngörülen fenerin sancağından geçmeleri gerekirken iskelesinden geçince Süleyman Bey tarafından protesto edildiler. Nitekim yarışı kaybettiler. Meşhur İzmir Yarışı’nda o İngilizler kafalarını iki kollarının arasına alıp düşünceli düşünceli kaldılar. Protesto sonucunda Süleyman Bey birinci, biz ikinci olduk. Dostluğumuz da o yarış sonrasında İstanbul’a dönerken pekişmiştir. Dört-beş gün Ege’de kuzeye doğru beraber tırmandık, her tarafta birlikte kaldık.

Bazı şeyleri kafasına takardı. Mesela 1990’da Nusret Mayın Gemisi’nin Mersin’de batmasına çok üzülmüştü. Geminin şimdi Çanakkale’de sergilenen maketi Dirvana’nın ısrarı üzerine yapılmıştır. Asıl gemi de onun sayesinde sudan çıkartılıp restore edildi, 2002’den beri Tarsus’ta duruyor. Fenerler konusunda da hassastı. Sadun Boro ile bana görev verirdi. Fenerler konacakları söylenen yerlere konmuşlar mı, çakıyorlar mı, geçerken bakmamızı isterdi. Sakız geçişinde bizim tarafa yakın Toprak Ada var, oraya fener konması da Süleyman Dirvana sayesindedir. Bozburun civarında ise bir bank vardı ama üzerinde fener yoktu ve oraya Sahil Güvenlik botu çarpmıştı. Atabol (Apostol) adlı fener kondu artık. Ben hâlâ geçerken çakıp çakmadığına bakıyorum, Süleyman Bey’in verdiği kutsal görevleri takip ediyorum…”

“SEDDÜLBAHİR’İN MÜZEDE KORUNMASI GEREKİYOR”

Klasik tekneleri koruma yönünde değerli çalışmalar yürüten, Koç Üniversitesi Denizcilik Forumu (KÜDENFOR) Direktörü Amiral Cem Gürdeniz, Seddülbahir’in korunması hususunda görüşlerini ifade etti.  “Biz KÜDENFOR olarak halkın ve devletin denizcileşmesine katkı sağlıyoruz. 2018’de geleneksel Klasik Tekneler Buluşması’nı başlattık. Şimdiye kadar 100 klasik tekneyi kayıt altına aldık. Süleyman Dirvana ve artık adıyla özdeşleşen Seddülbahir’e gelince, onlar Türk amatör denizciliği için simgedir. Amatör denizciliğe yaptığı katkılarla Süleyman Dirvana da Sadun Boro gibi ismini tarihe altın harflerle yazdırmış çok değerli bir büyüğümüzdür. Dirvana’nın ürettiği her katma değerde vatan aşkının ve Atatürk aşkının izlerini görmek mümkün. O, Türk yatçılığını açık denizlere taşıyan isimlerin başında gelir. Seddülbahir ise Gölcük Donanma Yarışı’nın veya Deniz Kuvvetleri Güney Yarışı’nın temellerini atan teknelerdendir. Ayrıca Seddülbahir’den bahsederken tasarımcısı Harun Ülman’ı anmamak mümkün değil. Türkiye’nin ilk gemi inşa mühendislerindendi ve heykeli dikilecek biriydi, öyle sağlam tekneler tasarladı ve üretti. Seddülbahir’in mutlak surette, Sadun Boro’nun Kısmet’i gibi müzede korunması gerekiyor. Dilerim Kısmet gibi Rahmi M. Koç Müzesi’nde sergilenir. Süleyman Dirvana’nın en büyük eserlerinden biri olan oğlu Edhem Dirvana da zaten ülkesine değerler sağlayan bir amatör denizci, bir aydın. Onun gelecekte Seddülbahir için önlemler alacağından eminim.”

Prof Dr. Süleyman Dirvana’yı 5 Haziran 2010’da kaybettik. Vasiyeti, İstanbul’daki aile mezarlığı yerine Seddülbahir’e gömülmekti. Orada yatan şehitlerle aynı toprakta huzur içinde uyuyan Dirvana’nın ismi efsane teknesi Seddülbahir ile yaşatılmaya devam ediyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.