Kuzeybatı Amerika kıtası kıyılarından uzak rotalara seyre koyulan S/Y Storm Bird’ün karinası Akdeniz’de, Türkiye sularındaydı artık. Uzakların ve geçmiş beş yılın bizde biriktirdikleri ile birlikte S/Y Storm Bird, Finike Setur Marina’ya bağlandığında derin bir nefes almış, özlediğimiz ne varsa içimize çekmiştik. Sıra onu, bizim de çok özlediğimiz Ege Denizi ile tanıştırmaya gelmişti…
Süveyş Kanalı’ndan çıkıp Kızıldeniz’in sularını arkasında bıraktıktan sonra yelkenlerini Akdeniz’in mavi rüzgârlarına açan S/Y Storm Bird, ışıldayan sularla buluşmuştu. Bir zamanlar Sümerler’in “deniz kıyısındaki güneş bahçesi” dedikleri Doğu Akdeniz’de orsa seyir yaparak, rotayı Türkiye’nin güneyinde Teke Yarımadası’na tutmuş ve dünya uygarlığının derin kaynağı Akdeniz’in coşkulu dalgaları ile Finike’ye ulaşmıştı. Kuzeybatı Amerika kıtası kıyılarından uzak rotalara seyre koyulan S/Y Storm Bird’ün karinası Akdeniz’de, Türkiye sularındaydı artık. Uzakların ve geçmiş beş yılın bizde biriktirdikleri ile birlikte S/Y Storm Bird Finike Setur Marina’ya bağlandığında, derin bir nefes almış, özlediğimiz ne varsa içimize çekmiştik.
EGE DENİZİ İLE TANIŞMA
S/Y Storm Bird’ü burada çok hoş bir törenle karşılayan marina yetkilileri ve yakınlarımız ile palamarlarımızı sağlam yere teslim etmenin rahatlığı doğrusu bir başka idi. Ülkemizin sularında S/Y Storm Bird ile yeni bir seyir defterini açmak üzere ve duygu dünyamızı damgalamış renkler, sesler, kokular, lezzetler ile buluşmuş olmanın huzuruyla birkaç gün içinde teknenin bayrağını değiştirmek için bürokratik işleri başlatmıştık. Amerikan bayrağından Türk bayrağına geçiş için gerekli işlemler sürerken, biz de ülkemizin Akdeniz kıyılarında olmanın tadını çıkarıyorduk. Geçmiş zamanlardan süzülüp gelen “Işığın Ülkesi” Likya uygarlığının büyüleyici koylarından birinde olmanın keyfini biz sürerken, S/Y Storm Bird de adeta dünyanın, yapı taşları ayakta kalan en eski deniz feneri Patara Deniz Feneri’nin ortalığı hâlâ aydınlatan anılarına yakın durmanın verdiği güvenle, çok hakkettiği dinlenmeye çekilmişti. Yaklaşık bir ay kadar süren bayrak değiştirme işlemleri tamamlandıktan sonra, sıra Finike’den ayrılıp, S/Y Storm Bird’ü bizim de çok özlediğimiz Ege Denizi ile tanıştırmaya gelmişti artık. “Yelkeni, genç güney rüzgârı olduğunda veya yaşlı kuzey rüzgârı olduğunda çek” diyen eski bir Ege atasözünü dinleyerek, taze bir sabah rüzgârı eşliğinde Finike’den palamarlarımızı çözdük. Teke Yarımadası’nın kadim denizci ve demokratik halkı Lukkalıların topraklarına selam çakıp, batıya doğru seyrimize çıktık.
BOZUKKALE’NİN SAKİNLİĞİNDE
Toros Dağları’nın uzantılarının, sedir ve selvi ağaçları ile birleşip Akdeniz’e kavuştukları Finike’den sonra her şeye rağmen hâlâ bucak bucak gezilecek, görülecek, keşfedilecek büyüleyici güzelliğe sahip koylarımız, kıyılarımız boyunca yol almaya başladık ve Kekova’ya demir attık. Batık şehrin derinlerinden yukarıya çıkan pırıl pırıl sularında, güneşi batırıp orada bir gece kendimizi ve sessizliği dinledik. Sabah gün ışımaya başladığında demir alıp Kaş’a doğru seyre koyulduk. Kaş’ta okyanus seyirleri boyunca çok özlediğimiz taze meyve, sebze pazarında gönlümüzü ve gözümüzü doyurup, gece seyri yapmaya karar verdik. Ertesi sabah Kale Burnu-Değirmen Burnu arasından girip, Bozukkale’nin dingin koyuna demir attık. Keçilerin ve eşeklerin, kıyısında nöbet tutmaya devam ettikleri Bozukkale’nin temiz sularında denize girip, ruhumuzu yıkadık. Kalenin burçları, bize artık geçmişin Likya ile Karya uygarlıklarının birleştiği kıyılarda olduğumuzu hatırlatıyordu. Bu güzel doğanın kucağında, bize tarihin ve kültürlerin izini sürmemizi sağlayan bir ülkenin şanslı vatandaşlarından olduğumuzun bilincini içimize ve aklımıza bir kez daha kazıyorduk. Bize bu denizlerin “mavi” bilincini aşılayan ve Türkiye’de sivil bir denizcilik geleneğinin tohumlarını eken “Halikarnas Balıkçısı” Cevat Şakir Kabaağaçlı ve ekolüne bir kez daha minnetle dolarak, Datça Yarımadası’na doğru seyre koyulduk.
“BAŞTAN BAŞA MASMAVİ BİR GÜLÜŞ”
Batı Akdeniz’den tüm Ege’ye yayılan güzel kıyıları koy koy dolaşıp, bu kıyıların ardında, altında yatan ve kimsenin ilgilenmediği tarihsel ve kültürel sırlarını su üstüne çıkarmayı kendilerine amaç edinmiş bir grup aydın insanla birlikte başlayan “mavi yolculuk” seyirleri, Türk denizciliğinin çok önemli ve değerli bir dönemecidir. Doğu Akdeniz’den Anadolu’ya ve Ege’ye tarih boyunca kök salmış pek çok kültürün izlerini bu kıyılarda süren Balıkçı ve Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Mina Urgan gibi akademik ve aydın bir ekip “mavi yolculuğu” bir Türk efsanesi olarak kültür tarihimize armağan etmişlerdi. Bu denizlerin barındırdığı tarihe doğru seyir yapan bu “mavi yolcular” ve ardından gelen Orhan Duru, Şadan Gökovalı gibiler sayesinde Türkiye; denizin bir kültür, bir yaşam biçimi, coşku ve zevk kaynağı olduğunu öğrenmeye başlamıştır. Üstelik konfor ve lüks unsurları olmaksızın, geçimini denizden sağlayan yerel balıkçı ve süngerci kayıkları, tirhandiller ile başlayan bu yolculuklar, guletler ile zaman içinde toplumun refahını yat turizmi ile besleyici bir kaynağın da nüvesini oluşturmuştur. Bu ilk “mavi yolcular”, karaya bağlı bir zihin yapısının hâkim olduğu bir topluma, denizin ucu bucağı belirsiz bir muamma, macera alemi olmadığını aşılamış; onu tanımaya, anlamaya çağırmış, davet etmiştir.
Ülkemizin eşsiz “mavi yolculuk” kıyılarında olmanın keyfini damıtarak, Balıkçı ve ekibine saygımızı sunarak, Bozukkale’den demir alıp Datça’nın Kargı ve Hayıt Bükü koylarında dostlarımızla buluşmaya seyrettik. Bu koylarda birkaç günlük hasret giderme fasılasından sonra, “birdenbire denizden yükselen bir güzellik” olan Knidos Feneri ve Burnu’nu dönüp Bitez’e demir attık. Artık bizim için dünyanın en güzel denizi olan Ege Denizi’ndeydik. Akdeniz gibi bir ihtişamın pırıl pırıl parlayan tacı olan Ege’deydik. Balıkçı’nın deyimiyle “baştan başa masmavi bir gülüş” olan Ege’deydik.
MANAL KOYU’NA DOĞRU
Bitez’de bizi bekleyen kadim dostlarımızla buluşup hayata, birlikteliğimize, Ege’ye minnet duygularımızı, özlemimizi paylaştık. Dostlarımızın deyişi ile biz Ege’yi, Ege’de bizi öylesine özlemişti ki, S/Y Storm Bird ile Bitez’e demir attıktan sonra şiddetli bir Bodrum depremi yaşamıştık! Bodrum ve koylarında bizim için çok kıymetli anılarımıza yenilerini ekleyerek, parlayan bir Ege sabahında demir alıp, uzun seyrimizin son ayağı olan Karaburun, Manal Koyu’na doğru yola koyulduk. S/Y Storm Bird’ün yelkenlerini Ege Denizi’nin hercai rüzgârları ile doldurup, kıyıların denize bir dantel örtü gibi sarıldığı sulardan, insanlığın değerli saydığı kültürlerin beşiği olan coğrafyayı estetik olarak belirleyen ışık huzmesinin içinden geçercesine süzülüp, Manal’a demir attık. Şimdi sıra karada bizi beş yıldır bekleyen ve en büyük destekçilerimiz olan sevgili ailelerimizle, sevdiklerimizle kavuşmaya gelmişti. Uğuldayan okyanusları dümen suyumuzda bırakmıştık. Zaman, Ege’nin akortlarını ve renklerini süzmek zamanıydı.☸