Sadun Boro ve Oda Boro’nun 1965-1968 yılları arasında 10,5 metre uzunluğundaki Kısmet yelkenlisi ile gerçekleştirdikleri dünya seyahatinin tamamlanmasının 50. yılı, Koç Üniversitesi Denizcilik Forumu (KÜDENFOR) tarafından düzenlenen bir tören ve Sadun Boro’nun torunu Suyla Polat’ın gitar resitali ile 1 Kasım’da kutlandı. 1 Kasım, Sadun Boro’nun doğum günüydü. Üç yıl önce kaybettiğimiz Sadun Boro yaşasaydı, tam 90 yaşında olacaktı. Mustafa Kemal Atatürk’ü kaybettiğimiz gün 10 yaşından 9 gün almıştı. Türklerin atasını ve ölümsüz baş komutanının soluduğu havayı 10 yıl da olsa solumuştu. Küçük yaşına rağmen onun okyanuslar kadar sınırsız değerini ve Türklerin tarihine armağan ettiği, sonsuza dek yaşayacak Cumhuriyetin kıymetini kalbinde, ruhunda ve aklında hissedebiliyordu. Tam anlamıyla bir cumhuriyet çocuğu idi.
ATATÜRK’ÜN DENİZCİLİĞİNİ KEŞİF
Küçük Sadun, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin 5. yılında doğmuş ve onu 15. yılında kaybetmişti. Tanrı’nın Türklere en büyük armağanı olan eşsiz liderin, Atatürk’ün denizleri ve denizciliği ne denli sevdiğini bilmesi için kitaplar okumasına gerek yoktu. Zira gazetelerde ebedi şefin Florya Köşkü’nde kürek çekip, yüzerken, ya da Moda Koyu’nda yelken yaparken çekilmiş fotoğraflarını görebiliyordu. Kendini bildiği günden bu yana, denizle iç içe büyüyün küçük çocuğun gönlünde Türklerin Ata’sının aynı zamanda iyi bir denizci olduğu algısı oluşmuştu.
Sadun Boro’nun 1 Kasım 1937’de 9. yaş gününü kutladığı anlarda, ebedi şef Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden beşinci dönem açılış konuşması olarak aşağıdaki sözleri söylüyordu:
“Denizcilik sadece ulaştırma işi değil, iktisadi iş olarak anlaşılacak ve tersaneler, gemiler, limanlar ve iskeleler inşa edilecek, deniz sporları kulüpleri kurulacak ve korunup geliştirilecektir. Çünkü: Toprakların üç bir yanı deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer. En uygun coğrafi konumda ve üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile en ileri bir denizci ulus yetiştirmek yeteneğindedir. Bu yetenekten yararlanmasını bilmeliyiz. Denizciliği Türk’ün büyük ulusal ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız…”
TÜRK DENİZCİLİK TARİHİNDE BİR İLK
Bu sözlerin söylenmesinden tam 28 yıl sonra 22 Ağustos 1965 günü Sadun Boro 10,5 metre boyunda ahşap Kısmet yelkenlisi ile dünya seyahatine başladı. Türklerin tarihinde bir ilk yaşanacaktı. Sanki Sadun Boro Mustafa Kemal’in 1 Kasım 1937 konuşmasındaki “üç bir yanı deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer’’ sözüne cevap veriyordu. Bir Türk amatör denizcisi, 37 yaşındaki Sadun Boro, genç cumhuriyetin bir temsilcisi olarak milletin kudret ve yeteneğini yer kürenin yüzde 70’ini kapsayan okyanuslara yansıtmaya başlıyordu. Sadun Boro, 15 Haziran 1968’in öğle sularında muzaffer bir Amiral gibi İstanbul sularına geri döndü. Dünyayı yelkenle çevreleyen ilk Türk denizcisi olmuştu. 16. yüzyılın muharip komutanı Amiral Barbaros Hayrettin’den sonra Türk milletinin gönlünde ölümsüz isim yapan ikinci denizci olmuştu.
Türkiye’de amatör denizciliğin rotasını ve kaderini değiştiren Sadun Boro ve eşi Oda Boro sadece gemicilik, yelken ve navigasyon ustalıkları ile kendilerine haklı isim yapmadılar. Onları hepimizin gözünde öne çıkaran gücünü akıldan tecrübeden ve bilgiden alan emsalsiz cesaretleri oldu. Öyle bir cesaret ki; küresel arama kurtarma sisteminin henüz kurulmadığı, açık denizde sekstant dışında seyir yardımcısının bulunmadığı, 10,5 metrelik ahşap bir yelkenlide tuvalet dahil en temel konfor unsurunun bile yer almadığı, dış dünya ile irtibatı sağlayacak hiçbir iletişimin olmadığı şartlarda Atlantik, Pasifik ve Hint Okyanuslarını geçebilmek.
İLHAM VE CESARETLE
Bu cesaret onları en zor şart ve en kısıtlı olanaklarla ufkun ötesine, bilinmeyen yerlere, yerküreyi kaplayan mavi sonsuzluğun değişik rotalarına taşıdı. Cesaret duygusunun tetiklediği ana duygu macera idi. Ufkun ötesine gitmeyi, bilinmeyen limanlara girmeyi, dağların yamaçlarını aşmayı, zirvelere erişmeyi, yenilik aramayı, daha iyiye erişmek için bilgiye, tecrübeye, akla ve dayanma gücüne bağlı meydan okumayı içeren maceracılık olmasa acaba insanlık bir adım ilerler miydi? Tehlikeli ve zorlu işleri başaran bu tür insanlar, toplumun büyük çoğunluğu temsil eden, heyecan aramayan, macerayı düşleyemeyen, hatta hesaplı risk bile alamayanlar için ilham kaynağıdırlar. Bu insanlar, dayanma gücümüzün fiziksel ve duygusal sınırlarını zorlayıp güç olanı başardıklarından, zor zamanların örnek kişilikleri olurlar. Kaderin çağrısına yanıt veren ve ölüm olasılığı dahil olmak üzere, gerçek ve katıksız tehlikeler ile yüzleşmeye cesaret eden bu kahramanların sunduğu dersler, bizi hayata daha çok bağlar ve mücadele yeteneğimizi artırır.
Zaten en büyüğünü bu topraklar çıkarmadı mı? Aydınlanmayı, sanayi devrimini yaşamamış, gerilemiş ve çökmüş Osmanlı İmparatorluğu üzerine, dünya tarihinin yetiştirdiği ve bu asırda bizlere nasip ettiği en büyük lider Mustafa Kemal’in girişimci ruhu olmasa, 13 Kasım 1918 günü Kartal istimbotu üzerinde işgal donanmasına bakarak geldikleri gibi giderler diyebilir miydi? Kurtuluş ve kuruluşu başarabilir miydi? Atatürk, kurduğu genç Cumhuriyeti neden gençlere emanet etti? Sadun Boro, gençliğin Mustafa Kemal’e ve Cumhuriyete armağanlarının en büyüklerinden birisidir. Bir Türk genci Cumhuriyetin 45. yılında 10,5 metrelik yelkenli bir tekne ile dünyayı dolaşabildi ve kendisine bağımsızlık ve egemenlik emanet eden Ata’sına bu başarısıyla en büyük armağanı verdi.
“Toprak Gemi” Anadolu’nun ilk yelkenci dünya gezgini, Türk amatör denizciliğinin kutup yıldızı, mavi uygarlık rotasının usta kaptanı, çevre dostu, “Mavi Vatan”ın büyükelçisi, Sadun Boro’yu Mustafa Kemal’in onun 9. yaş gününe denk gelen günde söylediği sözlere sadık kalarak Türk halkının kudret ve yeteneğinin sınırını ispat etmiş olmasının önünde saygı ile eğiliyorum.
Bu hududu zorlayacak ve Güney Okyanusu’nu tek başına yelkenle geçecek yeni Sadun Boro’ların çıkması dileğimizle Atatürk ve Sadun Boro’yu tüm deniz şehitlerimizle birlikte rahmet, minnet ve vefa ile anıyorum.☸