140 milyar milkare alan ile uzaya benzeyen okyanus ve denizler, dünyayı maviye boyarlar. Rüzgârın rengi yoktur, ancak üzerinde estiği denizin rengini aldıklarını hayal ederiz. İşte yelkenciler bu mavi gezegenin manifestocu ressamlarıdır.
Eğer bir erkek veya kadın bir şeye tutku ile bağlanacaksa en iyisi belki de yelkendir. Bir yelkenli tekne son derece baştan çıkarıcıdır. Onu hızla iskeleden fora edip, ufkun ötesine geçmek istersiniz. Ya da mehtap ışığının tam da üzerinde orsaya yükselmeyi arzu edersiniz.
Yelken ve yelkencilik verdiği emsalsiz mutluklar kadar aynı zamanda zorluk ve sorunlarla doludur. Ama bizi hayata bağlayan ve mücadeleci insan yapan da budur.
Hayatı boyunca düzenli olamamış birisi, korumalı bir limanda demirlemiş yelkenlisinin içinde, en düzenli ve tutumlu insan olur. O küçük tekne ona tüm dertlerini unutturur. Disiplinli hayatı öğretir. Zira bir yelkenlide doğa disiplini, donanım disiplini ve mürettebat disiplini olmadan yaşayamazsınız. Hayatta kalamazsınız. Mutlu olamazsınız.
O küçük tekne, halatların sihri, yelken bezinin mucizesi ile denizin dibi ve gökyüzünün sonsuzluğu arasındaki eviniz olarak size sonsuz seçenekler içinde sürekli karar verme ama en doğru kara verme disiplinini sağlar. Zira yelken, gücünü doğadan alır ve doğanın şakası yoktur. Bilgisizlik, tecrübesizlik ve disiplinsizliği hayatınızla veya başkalarının hayatı ile ödersiniz.
İnsanlar için yelkenli tekneleri, salma, dümen ve direği ile beşikten mezara kadar akıllarının gizli yerinde tuttukları küçük mucizelerdir. Karadan binlerce mil uzakta ilerleyebildikleri, hız yapabildikleri, doğanın aksi gücünü lehte kullanabildikleri bir mucize.
Yelken ile tanışana kadar çoğu insan için deniz riskli bir alandır. Rüzgâr, fırtına, akıntı, sis, karaya oturma, çatma, batma, boğulma, yaralanma denizin ayrılmaz tehlikeleridir.
Ancak bir kez rüzgâr, yelkenli teknenizi harekete geçirdi mi, artık yekeyi elden bırakamazsınız. Artık rüyalarınızda bile tramolalar, manevralar, halatlar ve yelkenlerle uğraşırsınız.
Yalnız yelken yapmak bazılarının tutkusudur. Onlar için yalnız yelken yapmak en sevdiği oyuncak veya aile ferdini başka hiç kimse ile paylaşamamak gibidir. Seneler geçtikçe yelken bir zevkten tutkuya dönüşür. Tekne limanda durduğu ve rüzgâr estiği sürece artık denizin davetine cevap vermek onurlu bir görevdir. Gitmek gerekir. Artık içki şişesini hayatından çıkaramayan bir alkolik gibisinizdir. Yaşadığınız sürece yelken yapmamak gibi bir seçeneğiniz artık yoktur. Bunu başaramazsınız.
Bedeninizin fiziki yetenekleri, yelkenle işinizin bittiğini söylemeye başladığı zaman, rüzgârlı havalardan nefret edersiniz. Zira rüzgârda denizde olamamanın ve ıskota tutamamanın, tramola edememenin yoksunluğuna tahammül edemezsiniz.
Artık rüzgârsız havalardan hoşlanmaya başlarsınız. Hayatın gerçekleri ile geçmişin arzuları boğaz boğaza kavga ederler. Ömrünü yelkene adamış insanlar artık motorlu tekne sahibi olmaktan bahsetmeye başlarlar. Yanlarından kaçarsınız.
Bir insan denizi ve yelkeni ne zaman bırakmalı? Sağlamken mi yoksa büyük bir hata sonrasında mı? Denize mi düşmeli yoksa yanlış bir manevra sonrası bumba veya yelkenden iyi bir tokat mı yemeli? Ya da hiçbirisi mi?
Hiçbirisi. Yelkeni ve denizi seven bir insan aslında onları ölene kadar asla terk etmez. Zira yelken yapmak fiilen denize çıkmak değildir. Hayatını yelkene adamış biri aslında denizi her gördüğünde ya da denizi göremediği ama yüzünde rüzgârı hissettiği her an yelken yapıyordur. Beden fiilen yeke ve ıskotayı tutamasa da ruhumuz bedene teslim olmadığı sürece yani yelken, rüzgâr ve deniz hayallerimizi teslim alıp onları düşünmemize engel olmadığı sürece her an yelken yaparız.
Son tramolada sonsuzluğa yelken bastığımız anda zaten bütün rüzgârlar ve denizler bizim olmayacak mı? ☸