Eylül ayının gelmesiyle birlikte herkes sezon sonunun geldiğini düşünse de aslında en güzel dönemlerden biri sarı yaz. Yazın bitişi ve sonbaharın gelişini kutladığımız bu ay deniz sıcaklığı tam kıvamında, hava bunaltmayacak kadar sıcakken; denizin, rüzgârın, teknenin tadını doyasıya damaklarımızda hissettiğimiz dönem.
Mayıs sonunda yeni teknemizle ilk suya çıktığımızdan beri edindiğimiz tecrübe sonrasında, biraz daha alıştık diyebiliriz. Bir yandan denizin keyfini çıkarmaya çalışırken, bir yandan da edindiğimiz tecrübelerle en merak edilenlerden birini yanıtlayacağım bu yazımda. Hem sosyal medyada “Keyifliyim” hesabımızdan bize ulaşan dostlarımıza, hem de yakın çevremize sorduk neler merak ediyorsunuz diye. Bu yola çıkmadan önce neler bekliyorduk, yaşayıp gördükten sonra neler bulduk, yani “ne umduk ne bulduk” çok sorulanlardan biriydi. Bu sorular üç yıl önce denizde yaşamaya ilk başladığımızda da vardı, üç ay önce çocuğumuzla teknede yaşama başladığımızda da.
Belki birkaç günlük ya da haftalık bir mavi yolculuk seyahatinden sonra, ah burada yaşamak nasıl güzel olurdu dediniz, belki de siz de teknede yaşamaya başlayacaksınız. İşte tam da bu noktada, “beklentiler ve gerçekler” diyerek, tüm gerçekliğiyle başlıyorum yazmaya.
HEP RÜZGÂRIN GÜCÜYLE Mİ SEYİR YAPILIYOR?
Bundan üç sene önce yelkenlimizle denize açıldığımızda ilk gerçekle yüzleşmiştim. Deniz tutkusuyla yanıp tutuşan amatör bir denizci olarak, her günüm rüzgârın peşinde yelkenimi açmış seyrederek geçecek sanıyorken, günün belirli bir yarısı haricinde havanın yelken açmak için uygun olmadığını görmüştüm. Yelkenli seyir yapmak için belirli bir hava olması gerekiyor. Rüzgârın şiddeti sizin yelkenlerinizi doldurup sizi ileriye taşıyacak kuvvetle ve belirli yönlerde esmeli, bu olmadığında motor gücüyle ilerliyorsunuz. Hava çok şiddetli estiğinde de yelken yapmak için elverişli olmuyor. Bu defa da ya yelkeninizi çok fazla kısmanız ve tecrübenizi konuşturmanız gerekiyor ya da daha amatör bir denizci iseniz, yelkeni kapatıp motor ile devam ediyorsunuz ve hatta yüksek havalarda en doğru olanı yapıp güvenli bir limana sığınıyorsunuz.
Hâl böyle olunca ve üstelik işin içinde küçük bir çocuğun da güvenliği olunca, biz de seyirlerimizi sabah erken saatlerde yapıyoruz. O saatlerde hava düşük, deniz sakin ve dalga boyu küçük oluyor. Hem de erken saatte koylara girdiğinizde yer bulmanız daha rahat. Bu havada da yelken açsanız bile rüzgâr yelkeninizi götürmeyeceği için, motorların gücünden faydalanıyorsunuz. Ortalama 10-15 knot rüzgârlarda ise, bizim için bebekle yelkeni kolaylaştıran katamaranımızla keyifle seyirler yapmaya devam ediyoruz.
YAKIT NE KADAR HARCARIZ?
İlk teknemizde günün çoğunda bir yarış içerisinde gibi yelken açacağımı düşünürken seyirlerinin yarısı yelkenle yarısı motorla geçen bir grafik çizmiş olduk. Motoryatlardan duymaya alışık olduğumuz yüksek rakamlar herkesin dilinde. Koyun bir ucundan diğer ucuna on bin liralık yakıt harcanıyor gibi cümleleri sıklıkla duymuşsunuzdur.
Yakıt grafiğimize baktığımızda gerçeklerden çıkardığımız ise şu oldu: Teknenin boyutu önemli olsa da kullanım alışkanlıkları ve motor verimliliği de büyük rol oynuyor. Hızlı seyir ve ani hız artışları daha fazla yakıt tüketimine sebep oluyor. Motorun düzenli bakımı ve temizliği yakıt tüketimini optimize edebilme konusunda büyük rol oynuyor.
Yaz boyu Datça’dan Bodrum’a, Bodrum’dan Göcek’e, Marmaris’e, Bozburun’a derken birkaç defa Göcek-Gökova arasını gidecek kadar seyir yaptık. Sonuca baktığımızda, biz bu yolları araba ile yapsak bundan daha fazla harcayacağımızı düşünenlerdeniz. Yani burada beklentilerimiz doğru çıktı ve yelkenli tekne ile seyir daha uyguna geldi diyebilirim.
Merak edenler için bizim teknemizde iskele ve sancak olarak 30 beygir motorlarımız var ve bu motorlar saatte ortalama 2-3 litre yakıt tüketiyorlar. Denizde saatte ortalama 6-7 deniz mili seyir yaptığımızı düşünürsek, rotaya ve ne kadar sıklıkla hareket ettiğimize göre bir hesaplama yapılabilir.
TEKNENİN MALİYETLERİ ÇOK MU YÜKSEK?
Yakıt konusunun ardından mutlaka bu konuyu açmak gerek çünkü “Türkiye’de denizcilik neden yavaş gelişiyor?” derken bir sebebinin de herkesin gözündeki yüksek bakım ve özellikle marina maliyetleri olduğu aşikâr.
İlk teknemizde, yani küçük, ahşap ve yaşı da olan bir yelkenlide yaşamaya başladığımızda her an bir sorun çıkabilme ihtimaline kendimizi çok hazırlamıştık. Bir aksilik çıkar ve planda olmayan harcamalar yapmamız gerekebilir düşüncesindeydik. Neyse ki, tahminimizdeki gibi maliyetli herhangi bir sorun yaşamadan aylarımızı geçirdik.
Ailece teknede yaşamaya karar verip şu anki teknemizi, katamaranı aldığımızda, yelkenlimizle olan tecrübelerimize güvenerek çok daha rahattık. Fakat katamaranda çocukla teknede yaşamak, ilk defa denizin üstünde yaşamaya başlamak gibiydi. Her şeye yeniden alışmamız gerekti. Kendimi yürümeyi yeniden öğreniyor gibi hissettiğim bu günlerde yeni teknenin ihtiyaçlarını anlamak ve bunları gidermek de ilk teknemizin aksine beklentilerimden daha uzun bir süreçte gerçekleşti.
Eski ahşap teknemizde hiç olmayan elektrik sorunu bu aralar en çok yaşadığımız sorun. Ve usta maliyetleri de küçük bir ahşap tekne ile nispeten daha büyük bir teknede ya da küçük bile olsa adı katamaran olunca, aynı işi yapsa bile değişebiliyor. Bu konuda evet bekliyorduk ve beklediğimiz de gerçekleşti diyebiliriz.
TEKNEDE TÜKETİM İHTİYACININ PERDE ARKASI
Karayla bağınızı kesip, denizle baş başa kaldığınızda kafanızın içinde dönen tek şey; burada ihtiyaçlarımı karşılayabilecek miyim? sorusu oluyor. Bu ihtiyaçlar temel olarak; elektrik, su ve beslenme olarak ayrılıyor diyebiliriz.
Elektrik tüketiminde beklenmeyen Destekçi: Aküler
Bizim denize açılmadan önce en çok merak ettiğimiz konulardan biri elektrik konusuydu. Çocukla teknede olduğunuz zaman ihtiyaçlarınız biraz değişiyor ve elektrik kullanımı daha çok artıyor. Bu teknemizde, ek olarak Thermomix ve Airfryer gibi çocuklu hayatın yemek yapmada işleri kolaylaştıran en önemli iki elektronik ev aleti olunca, onlar için harcadığımız enerji de nispeten fazla. Küçük bir yelkenlimiz varken olduğu gibi bugün de sürdürülebilir bir tekne için güneş panellerimizden yararlanıyoruz ve ürettiğimiz enerjimizi de 3KW gücündeki invertör yani enerji dönüştürücü ile 220V cihazlarımıza aktarıyoruz.
Güneş enerjisi teknedeki ihtiyaçlarımızda beklentilerimizi fazlasıyla karşıladı. Jeneratör desteği düşünürken enerjiyi günün geri kalanında kullanabilmek adına akülerde depolayarak elektrik ihtiyacımızı beklediğimizden çok daha kolay halletmiş olduk.
Su tüketiminde su yapıcı desteği
En trajik tezatlardan biri olarak gördüğüm uçsuz bucaksız suların ortasında, temel ihtiyaçlardan birinin su olması sanırım. Ama söz konusu temiz su ihtiyacı olunca ya teknedeki su tankınızı ihtiyacınıza göre bir marinada doldurmanız ya da kendi suyunuzu kendiniz üretmeniz gerekiyor.
Biz iki gezgin ilk yelkenlimizle seyrederken su ihtiyacımızı 250 litrelik su tankımızla gideriyorduk. Bunun ilk başta yeterli olmayacağını düşünsem de suyumuz bize fazlasıyla yetiyordu. Ama işin içine bir çocuk girdikten sonra hem beklentimiz hem de gerçekliğimiz değişti.
Bulaşık, çamaşır, duş ihtiyaçları artınca su ihtiyacımız bu yeni tekne koşullarında beklentimizin daha üstünde bir tablo oluşturdu. Çözümü tekneye su yapıcı takarak bulduk. Halihazırda 12V ile çalışan, sessiz modüler ve memnun olduğumuz Eltesan Mobil’in Türkiye’ye getirdiği Schenker Zen 30 ile temiz koylardan tatlı su elde ederek su ihtiyaçlarımızı karşılıyoruz. Suyumuzu idareli kullanıp israf etmeyerek de çok az karaya bağlanma ihtiyacı duyuyoruz.
Besin tüketiminde teknenin gerçekliği
Henüz iki yaşında bir çocukla tekneye adapte olmaya çalışırken en hassas olduğumuz konu, beslenme. Hem fazla tüketimden kaçınan hem de çocuğum için sağlıklı öğünler çizmeye çalışan bir anne olarak planlamanın ne kadar önemli olduğunu burada anladım. Ürünlerin saklanması, tüketim süresi ve teknede hazırlamak için ne kadar elverişli olduğunu önceden görebilmek ve buna göre bir rutin planlamak çok önemli.
Teknede kendi yemeğinizi hazırlıyorsanız düzgün bir planlama yapmasanız bile olanaklar sizi oraya itiyor. Belirli miktarda ürün depolama kapasiteniz olması ve tüketim süresinin kısıtlı olması sebebiyle ihtiyacınıza yönelik alışveriş yapmak zorunda kalıyorsunuz.
Çocuğumuz beslenme konusunda yaşayabileceğini düşündüğüm aksaklıkları yaşamadı bu da benim beklediğimden çok daha rahat bir süreç geçirmemizi sağladı. Evde hazırladığımız sağlıklı öğünleri tekneye hızla adapte edebildik. Gün sonunda, mutfağımızda ne pişerse pişsin, teknede olunca ailece hayatımızda görebileceğimiz en güzel manzarada yemek yemiş oluyorduk.
ÇOCUKLA TEKNEDE ALAN YARATIRKEN BEKLENTİ VE GERÇEKLER
Ev hayatından tekneye geçerken, aklıma gelen ilk kural: “Daha küçük alan, daha az eşya” olmuştu. Minimalist bir yaşam tarzını benimsemenin en mantıklısı olacağını beklerken, çocuğumuz için tekneye küçük bir havuz kurduğumuz anlar oldu. Alan yaratmanın beklediğim gibi küçük ve dekore edilmiş sabit planlamalarla oluşmadığını, çocuğun o an gelişen ihtiyacına ya da isteğine göre şekillenebildiğini gördüm.
Çocukların oyun oynayabildiği yerleri ev sıcaklığında gördüklerine inanıyorum. Bu nedenle gereksiz yer kaplayan eşyaları ayırıp, aktivite alanları yaratmak çok önemli. Hayati önem taşıyan eşyaların düzeni tabii ki de çok önemli. Ama teknede çocukla yaşamanın verdiği özgürlüğü tekneye yansıtmak için minimum alanlara kaçmak yerine hayal gücümüzün sınırlarına kendimizi bırakmanın ne kadar kıymetli anlar yarattığını gördük.
Oğlum Deniz’in en sevdiği iki alan, havuzlukla kaptan köşkü arasına kurduğumuz salıncak ve ön kısımdaki havuzu. Havuzun içinde suyla oynayabileceği sualtı minyatürleri ve bir süzgeç olta olduğunda ondan mutlusu yok.
MARİNA GERÇEKLERİ
Daha yolun başındayken, her teknenin bir marinaya bağlı olması gerektiğini sanırdım. Her ay mutlaka bir hafta tekneyi bırakıp karada vakit geçireceğimi, yapamazsam otellerde kalacağımı düşünürdüm. Bu konu da beklediğimden oldukça farklı çıktı.
Eğer üzerinde yaşayacaksanız ve kısa süreli bırakıp gidecekseniz sabit bir marinaya üzerinde yaşadığınız dönem için bir bedel ödemenize gerek kalmıyor. Birkaç günlüğüne tekneden ayrılacaksanız da sigorta kuralları gereği marinaya bağlıyorsunuz ancak bizdeki deniz tutkusu ile zaruri durumlar dışında bırakıp gitmedik. Onda da en fazla bir haftalık olacak şekilde tekneyi marinaya götürdük.
Türkiye’deki marina sayısı artan denizcilik taleplerinin ihtiyaçlarını karşılayamadığı ve talep arzdan büyük olduğu için temel bir ekonomi bilgisi ile fiyatlar yukarı çıkıyor.
Buna çözümü, tanıdık restorana bağlayanlarda, birkaç tekneyi birbirine bağlayıp başına kaptan koyanlarla çözenleri gördüm. Bir de daha güneyde daha uyguna yer bulanlar da var. Alternatif çözümleriniz varsa keyifliyim Instagram sayfasından bize yazın, birlikte değerlendirelim ve ben de sonraki yazımda memnuniyetle paylaşayım.
Biz şimdilik tekne üzerinde yaşamaya devam etmeyi düşündüğümüz için henüz bu konuya bir netlik getirmedik. Ki bağlanmaya beklentimizden çok daha az ihtiyaç duyduk. Sadece çocuğumuzun isteklerini dinleyerek karaya çıktık ve burada kısa molalar vererek uzun süre tekneyi bağlamadan devam edebildik. Burada temel ihtiyaç suyu ve elektriği üretmenin önemini bir kez daha yazmak istiyorum.
Bizim için artık bağlanmak ve karaya çıkmak farklı iki kavram oldu. Tekneyi alargada ya da kıçtankara bir yere bağlayıp, botla karaya çıkıyoruz. Bu sayede bizim minik Deniz en fazla günaşırı ya da üç günde bir olacak şekilde Ege koylarının hemen hemen tüm çocuk parklarını gezip, her koyda yeni arkadaşlıklar ediniyor. Dondurmasını yerken, dondurmacı abileriyle sohbet edebiliyor. Bu konuda çok büyük endişelerim varken, en rahat ettiğim alanlardan biri oldu.
SEYİR MACERALARININ GERÇEK YÜZÜ
Denizde yaşamaya geri dönünce içimde sanki karada geçirdiğim her anın acısını çıkarmak isteyen bir deniz kâşifi vardı. Bu sebeple tekneye adapte olur olmaz seyirlere başlayıp ailece koy koy gezmeyi bekliyordum. Gerçeklere döndüğümüzde beklediğim sayıda ve hızda seyirler gerçekleştiremedik. Ama bunun çok güzel bir sebebi vardı, gittiğimiz koyları kolayca bırakıp gidemedik. Bozburun’a ilk ziyaretimizde birkaç gün kalmayı planlarken bir aydan fazla kaldığımız zamanlar bu durumun en büyük örneği. Sadece koyların güzelliği değil, tahmin ettiğimizden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz bir şey vardı; dinlenmek. Bu sebeple hızlı hareket etmek yerine çocuğun getirmiş olduğu tempoda daha sakin ilerlemeyi tercih ettik.
Özellikle uzun soluklu bir deniz tatili planlayan aileler için sakin koylarda bizim gibi vakit geçirmelerini tavsiye etsem de zamanı kısıtlı olan kişiler için her koyu ziyaret edebilmek adına konaklama sürelerini planlamalarını tavsiye ederim.
Bizim için, denizde yaşamanın en güzel yanlarından biri en yakınınızdaki tekneyle bile aranızda en az şehir hayatındaki dört sokak kadar mesafe olması. Kendinizi dinlediğiniz dingin bir hayatın kıymetini teknede anlıyorsunuz. Son birkaç ayda ilk defa tam da beklediğimiz gibi, hayallerimizde canlandırdığımız gibi olan bir şey yaşadık, her gece yıldızların altında uyuyoruz ve her gün keçilerle günaydınlaşıyoruz.
Tabii manzaranın güzelliği yine de beklediğimizden çok daha büyüleyici. Teknede yaşam romantik beklentiler ve gerçek dünya arasında bazen sıkışsa da işte böyle anlarda ne kadar keyifli bir yolda olduğunuzu fark ediyorsunuz. Dalgaların boyu, rüzgârın yönü gibi, deniz üzerinde planlar yaparken, bizi büyüleyen yine o masmavi deniz oluyor. Bu işin keyifli yanı da elimizden gelen hazırlıkları yapıp, günün sonunda bu bilinmezliğin karşısında kendimizi özgür bırakmak.
Pruvanız neta, hayat kolayınıza olsun. Sevgiler…☸