Bodrum değişiyor. Hâliyle kadim Mavi Yolculuk ve denizcilik kültürümüz de bu değişimden nasibini alıyor. Halikarnas Balıkçısı’nın üç beş arkadaşı ile başlattığı Mavi Yolculuk’ları ve bu yolculukların merkezindeki Bodrum’u düşünmekten ve düşlemekten başka ne kaldı elimizde?
“Ateş kusan canavarların tuzakları varmış, tek gözlü ve memesiz amazonların tamtamlarında,
Su üstünde dans edip kadırga yutan, yamyam balinalar varmış,
Sinbad’ın büyüsünü bile bozmuşlar. Nice kaptan-ı deryaların uykusunda onlar varmış,
Varsın mitolojinin tüm haydutları ve kurukafalı armadalar bizi beklesin,
Aşkımız yosun aşkıysa eğer, sen de maviyi seviyor, ben de seviyorsam,
Yeşil bizim aşkımız, körpe fideler ormanımız ise,
Takvimler kaybolmuş, zaman durmuş, yaşam hiç başlamamışsa eğer,
Asıl halatlara, yelkenler fora, yoldaşımız rüzgârın pusulası,
Ne Akdeniz, ne Hint Denizi, rotamız Ütopya Adası”1
odrum Belediye Başkanı, dostum Ahmet Aras’ın geçtiğimiz günlerde bana armağan ettiği iki kitaptan, İzmir-Karşıyakalı hemşerim Yaşar Aksoy’un yandaki şiirini aldığım, “Cevat Şakir… Bodrum’un Mavi Merhabası…” kitabını okuyordum. Okuyordum ve kitapta yazılanlarla, ilk kez 1960’lı yılların başında geldiğim Bodrum’un aradan geçen ama en çok da son 15-20 yılda geçirdiği o büyük ve olumsuz değişimi düşünüp hayıflanıyordum. İşte tam da o sırada, Ali (Boratav) Reis’in, One Yacht- Mert Demircan yönetiminde yapacağı, “Çevre ve Denizcilik Sorunları açısından Mavi Yolculuk (Dün-Bugün-Yarın)” konulu Zoom toplantısı daveti geldi. Bu toplantının, dijital bir platformda yapılması bile aslında tek başına, yaşadığımız büyük değişikliği anlatmaya yetiyordu.
Ali Reis, Mülkiyeli olmak yanında, gazeteciliğinin de etkisi ile ilgilendiği konuyu derinliğine araştırır, değerlendirir. Bu kez de öyle yapmıştı. Ayrıntılı diyagramlara, tablolara dayanarak yaptığı sunumunda, kabaca Kuşadası-Antalya arası kıyılarımızı tanımlayan “Mavi Yolculuk” rotasının ve tabii ki macerasının yakın geçmişini, bugününü çarpıcı biçimde anlattı Ali Boratav. Ve geleceğe ait düşüncelerini, önerilerini katılanlarla paylaştı. O konuşurken ben bir yandan da, sadece bir kez, İzmir’in Hatay semtindeki berberde karşılaştığım Halikarnas Balıkçısı’nın hemen hemen benim ilk Bodrum’a geldiğim zamanlarda, üç beş arkadaşı ile başlattığı Mavi Yolculuk’ları ve bu yolculukların merkezindeki Bodrum’u ve Balıkçı’nın “Cova” dediği Gökova’yı düşünmeye ve düşlemeye devam ettim.
İLK MAVİ YOLCULAR
“Bodrum doğusunda Gökova Körfezi 45 deniz mili içeriye doğru uzanır. Orası Nis’ine, Montekarlo’suna, Dalmaçya kıyılarına taş çıkartır. Her ufak koyu mersin ve başka kokulu ağaçlarla çevrili, erimiş bir gümüş parçasıdır. Denizlerinde uçan balıklar uçar… “İtalya’yı gör de öl derler. Yok a canım; Bodrum’la kıyılarını gör ve yaşa” der Balıkçı. Sonra, aralarında, Yozgat’ta jandarma olarak askerliğimi yaparken tanıdığım dostum Doğan Çapan’ın da bulunduğu, dilimize “altından çapanoğlu çıkar” deyişini kazandıran, tarihimizin ünlü asileri, Çapanoğulları’ndan, şair ve yazar Cevat Çapan alır sazı eline. Mavi Yolculuk’ları ve ilk Mavi Yolcuları anlatır: “Mavi Yolculuk, belli insanların bir araya gelip birbirleriyle didişmeden, kavga etmeden, birbirlerini sevebilmeleri ve… birlikte yaşayabilme sanatını gerçekleştirdikleri… yolculuktu…yaşadığımız toprakların insanlık tarihi açısından ne kadar önemli ve burada yaşamanın ne büyük bir ayrıcalık olduğunu anlamaya çalışan… bu yerin insanı, bu toprakların doğal bir parçası olmanın ne kadar önemli olduğu gerçeğini vurgulayan bu insanlar… (hemen hiçbir konforu olmayan teknelerde-Umar) akşamları, sessiz sakin koylarda demirleyip, balık tutulabilmişse balık yoksa yanlarında getirdikleri nevale ile düzdükleri rakı sofralarında, pırıl pırıl yıldızların altında Homeros’un İliada’sından, Odiseia’sından; Knidosluların sahiplendikleri, Balıkçı’nın ‘ben güzelliğin Afrodit’iyim, parayla satılan cinsi cazibenin Afrodit’i değil’ diye tanımladığı, çıplak Afrodit heykelini yapan heykeltıraş Praksiteles’ten söz ediyor; gündüzleri kıyılardaki antik tiyatroları gezip, oralarda Azra Erhat’ın görevlendirdiği ekipten, örneğin Euripides’in, Bakhalar oyunundan koro bölümünü dinliyorlardı.”2
“YOKUŞBAŞINA GELDİĞİNDE BODRUM’U GÖRECEKSİN
SANMA Kİ SEN GELDİĞİN GİBİ GİDECEKSİN,
SENDEN ÖNCEKİLER DE BÖYLEYDİLER, AKILLARINI BODRUM’DA BIRAKIP GİTTİLER”
Balıkçı’nın sözleri bunlar. Yokuşbaşı’da bir taşa işlenmiş bu sözler bugün de her gelene bu gerçeği anımsatır ama artık ne bu yazıyı gören ne anlamını düşünen hatta ne de Balıkçı’yı bilen var. Galiba burada yanılıyorum. Baksanıza ne diyor gazeteci Hikmet Çetinkaya:
“Bodrum’a her gidişimizde gördüğümüz tipler vardır… Yaşları elliyi aşkın kişilerdir bunlar. Ekonomik güçleri yerindedir çoğunun. Ama Halikarnas Balıkçısı’na bir özenme… Şaşıp kalırsınız… Tümü Halikarnas Balıkçısı sanıyor kendilerini… Ak Bodrum’un mavi denizini kirletmek isteyen bu paralı sürgünler.”3
Peki ne olmuş veya ne yapmış bu, bala üşüşen sinekler gibi Bodrum’a “çöreklenen” -aman bugünlerde pek bir tekrarlanan bu sözcük başımıza iş açmasın!- bu, paralı ama görgüsüz insanlar?
“Turizm denen canavar onu hallaç pamuğu gibi atmış… Artık Belediye alanındaki… ne ulu çınar, ne… ağustos böceği ne onları kovalamak için kilisenin çanı… ne kilisenin kendisi, ne güzelim küçük sokakları, ne o iyi insanlar, ne o tepeler, körfezler, balıklar, kuşlar, bükler, ayazmalar, türküler, hayıtlar, bella sombralar, süsenler, ladinler, sığırcıklar, tarlakuşları, bıldırcınlar ne de o çılgın kargalar, lahoslar, orfozlar, ahtapotlar, ıstakozlar, dalgıçlar, deniz diplerini dolduran süngerler kalmıştır. Gök de o gök değildir artık. Halikarnas Balıkçısı, sanki gerisinde hiçbir şey bırakmak istememiş gibi, kendisiyle birlikte, bütün o güzellikleri yüklenip gitmiştir…”4
BODRUM MİMARİSİ, EVİ VARDI
“Eskiden evler” der Balıkçı, “savaş ve savunma için yüksek yamaçlara kondurulurdu. Bunlara… kule denirdi… deniz özlemiyle maviye imrenişten ötürü yerlerinde duramayarak, çam kokan nalınlarıyla, tıngır mıngır yokuş aşağıya seğirtmişler. İki koyun gıcır gıcır çakılları boyunca dizilmişler… Kimi cesur evler denize dalıp kayık olmuşlar ve dalgaların üzerinde oynaya güle, karadaki pısırık kız kardeşleriyle alay etmişler. İşte bundan dolayı kayıklarla evlerin, bir de mandalina bahçelerinin sıkı fıkı bir akrabalığı vardır. Denizde gidip gelmekten usanan kayıklar ya ev ya da mandalina bahçesi olurlar.”
Bir de bugünün Bodrum’unun mimarisine bakın. Görebileceğiniz en çirkin, düz, kişiliksiz ama en çok da görgüsüz evler, birbirinin üzerine abanmış gibi tepelere kadar her yeri tutmuş; ağaç, maki, orman, canlı cansız önüne geleni yok edip, Bodrum’u da ülkedeki her yere benzetmiştir. Öylesine yaşanmaz hâle gelmiştir ki Bodrum, 25 yıl önce Amman’daki ABD Büyükelçisi Egan, çektiğim dialara bakarken, “Süha bunlar mezarlar mı?” demişti. “Bodrum’u gör de yaşa” diyen Balıkçı bugünleri görseydi herhalde, “Bodrum’un bu hâlini göreceğine, yaşama daha iyi” derdi.
Bütün bu olup bitene bakmış da Bodrumlu Tuncay Özsert, kendini alamayıp döküvemiş gari duygularını, kızgınlığını kâğıda 2011 yılında: “Nurlar içinde yat Halikarnas Balıkçısı. Keşke senden sonra gelenler de Bodrum’u senin bıraktığın gibi bırakıp gitseydi. Sen hep Gökova’ya bak, maviliklere. Burada artık bıraktığın o küçük kasaba yok… Ah bir bilsen, o sevimli köyler de kalmadı. Çevrildi her biri sitelerle, kooperatiflerle… Liman dolmuş. Kalkıp gelsen sandalını koyacak yer bulamazsın” Ve devam etmiş:
“SAKIN KALDIRIP BAŞINI, BAKMA BU TARAFA
YAZDIĞIN KİTAPLARI OKUSAN, SANA BİLE HAYAL GELİR”
Ali Reis’i dinliyorum bir yandan da dikkatle. Bodrum’dan neredeyse hiç söz etmiyor. Haksız da değil, artık sözü edilmeye değer bir Bodrum yok. Saint John Şövalyeleri’nin ünlü kalesini saymazsanız, geriye kalan sadece bir beton yığını. Neredeyse tümü kaçak olan yapılar, bir keşmekeş, bir hengâme. Ve tabii kanunsuzluk, kuralsızlık, disiplinsizlikle birlikte, pahalılık da demeyeceğim, tam bir soygunculuk. Haluk Elbe ile başlayan, Oğuz Alpözen’le devam eden çalışmalarla, dünyanın bir numaralı Sualtı Arkeoloji Müzesi tahtına oturan Bodrum Kalesi bile artık sadece dış surları ile kulelerinden ibaret. Görgüsüz ve bağnaz bir zevksizliğin elinde tarumar edildi, Anadolu’nun geçmişine ait ne varsa inkâr edilerek. Hâlbuki Halikarnas Balıkçısı “Cevat Şakir Bodrum’da bu sırrı keşfetmişti: Anadolu insanı, Anadolu’nun bugününe sahip olmak istiyorsa Anadolu’nun dününe sahip olmak zorundadır. Yerin altında ve yerin üstünde ne zenginlik varsa Anadolu’da, tümü bizimdir. Bizim olduğunu bilmek bilinç işidir.”5
Balıkçı’nın, uygarlığın Anadolu’da doğduğunu, Yunan ve Roma uygarlıklarının temelinde Anadolu uygarlığının yattığını fark etmesine ve bütün ömrünü, zaman zaman Akdeniz Uygarlığı dediği bu inancının ne denli doğru olduğunu kanıtlamaya adamasına yol açan bu sır artık kimseyi ilgilendirmiyor. Bodrum’a gelenler de, yaşamları boyunca bir kürek bile çekmeden, sahibi oldukları devasa motoryatların bir kez olsun kaptan köşküne oturup, elini dümenine sürmeden Mavi Yolculuğa çıkanlar da nereye geldiklerinin, nasıl bir ülkede yaşadıklarının, nasıl bir geçmişi, tarihi paylaştıklarının farkında bile değiller. Farkında olmak için en küçük bir çaba sarf etmeye niyetleri de yok.
Öylesine bilge kişilerdi ki Halikarnas Balıkçısı’nın ilk Mavi Yolcuları, örneğin Cevat Çapan ve Prof. Dr. Haluk Şahin, 2002 yılından beri her yaz Bozcaada’nın Truva’ya bakan bir kıyısında, sabah gün doğarken, Homeros’un İlyada ve Odysseia’sından bölümleri Türkçe ve diğer dillerde okudukları, “Ozanın Günü” etkinliği düzenlemeye başlamışlardı. Zamanla bu etkinliğe dünyanın dört bir yanından birçok Homeros dostu da katılmıştı. Ben de birkaç yıl önce, onların bu girişimini bilmeden, Gündoğan Cennet Evler Sitesi’nde, “Karya Söyleşileri” düzenledim. İlk söyleşiyi de dostum Bodrum Müzesi eski Müdürü Oğuz Alpözen yaptı. Türkiye’nin en iyi yetişmiş, dünya görmüş diplomatlarının yaşadığı sitede söyleşilerin ikincisi hiçbir zaman yapılamadı!
BİR EFSANENİN SONU
Ali Reis hâlâ heyecanla anlatıyor. Mandalya-Güllük Körfezi’nin çoktan öldüğünü; Gökova’nın son kalan bakir koylarının hatta büklerinin, kara turizmine hizmet eden devasa oteller tarafından işgal edilmek üzere oluğunu; kalan koyların, büklerin, aylarca yerinden kıpırdamayan tekneler hatta yüzer evlerle, bazılarının da kıyıdan 45 derecelik koltuk halatları alan guletler ve özel tekne grupları tarafından “kapatıldığını” söylüyor. Bozburun’un, Göcek’in, hatta Bozukkale’nin hem yapılaşma hem tekne yoğunluğu nedeniyle nasıl girilmez, girilse kalınmaz, yaşanmaz hâle geldiğini, zaman karşılaştırmalı fotoğraflarla gösteriyor. Haftalarca aynı yerde bağlı duran koca koca teknelerin gri sularının ciddi bir sorun olduğunu söylüyor. Bu teknelerde uzun süre yaşayan, eline bir kitap almayı hiç aklına getirmeyen insanların, koyu gürültüye boğan dev jeneratörlerin çalıştırdığı klimalı kamaralarında, can sıkıntısı ile gecenin körüne kadar, nasıl sonuna kadar açtıkları televizyonlarını izlediklerini; gündüzleri deliler gibi sürdükleri botları, jet skileri ile koyları nasıl ölümcül tehlikeli deniz alanlarına dönüştürdüklerini söylüyor. “Mavi Yolculuk kavramı değişti, Mavi Yaşam haline geldi, bir deniz anayasası yapmak gerek” diyor.
Bu kez ben söze giriyorum. “Ali Reis doğru bir tablo çizdi. Söylediklerinde yerden göğe kadar haklıdır. Denizlerimize disiplin getirmek, bunun için bir deniz anayasası yapmak, belki daha da önemli ve acil olarak, var olan yasaları hemen ve eksiksiz olarak uygulamaya başlamak zorundayız.” diyorum. Ve ekliyorum; “Korkarım konunun esası, değişimde ve değişimden ne anladığımızda. 2013 yılından beri, Piri Reis’in, 500 yıl önce yazdığı, Kitab-ı Bahriye’nin dümen suyunda Ege ve Akdeniz’de dolaşıyorum. İspanya, Fransa, İtalya, Adriyatik Denizi kıyılarını, Ege Adaları’nın neredeyse tümünü dolaştım. Türkiye’nin Ege kıyılarını da. Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’de yazdıklarını, bu kıyıların bugünkü durumuyla karşılaştırdığımda, Türkiye kıyıları dışındaki bütün diğer kıyıların, neredeyse 500 yıl önce nasılsa bugün de öyle olduğunu gördüm. Bir tek biz değişimi, yok etmek olarak anlamışız. Galiba bu, eğitimin de ötesinde, bir kültür sorunu.”
Zoom toplantısı sona erdiğinde aklıma Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun dizeleri geliyor.
“Paluko,
Sabahattin Ali,
Ağabeyim Cevat Şakir,
Fuat Ömer,
Bu mavi geziciler neredeler? Masmavi olup gittiler!” ☸
Dip notlar
1 Ütopya Adası. Yaşar Aksoy. Cevat Şakir. Bodrum’un Mavi Merhabası. Bodrum Belediyesi Yayınları.
2 Halikarnas balıkçısının Dünyasına Yolculuk. Cevat Çapan. Halikarnas Balıkçısı Sempozyumu. 2013.
3 Balıkçının Sürgünü Anadolu’nun İstanbul’a açılışı olmuştur.Hikmet Çetinkaya. a.g.e.
4 Halikarnas Balıkçısı. Şair İlhan Berk. Yeni Ufuklar Dergisi. Kasım 1973.
5 Halikarnas Balıkçısı. İlhan Selçuk. Cumhuriyet. 16 Ekim 1973.