Atlantik’in kapısında İrlanda 1

Daha önce Hollanda’dan İsviçre’ye kadar göller ve nehirlerde SUP yapmıştık, bu sefer İrlanda’yı deneyeceğiz…

Dimdik yarların üstünde, “o tarafa – bu tarafa” dört defa geçtiğim okyanus, Atlantik önümde uzanıyor. Güneş, gri gökte bulutlarda kendine bir delik buldukça okyanusu aydınlatıyor. Karşımızda Amerika’ya kadar kuru toprak yok. Rahip St. Brandon’un deri kaplı “currach” teknesiyle Kolomb’dan hemen hemen 1000 yıl önce vadedilmiş ülkeye ulaşmak için açıldığı, sonsuz gibi görünen Atlantik, tam anlamıyla ayağımızın altında. 

Her okyanus geçişimden önce kendimi gaza getirmek için bir süre böyle okyanusu seyrederdim. Bugün gaza gelmeye gerek yok, iki ayağımız da karada. İrlanda turumuzun batı bölümünde WAW (Wild Atlantic Way – Vahşi Atlantik Yolu) rotasındayız. 

Covid 19, dünyamızın gırtlağını sıkan elini biraz gevşetince (veya dünyanın “burasına” gelip, ölen ölür kalan sağlar bizimdir moduna girip, boş verince) seyahat kısıtlamaların kalkmasıyla büyük oğlum Kaan’ın yıllık Air Show seyahatleri yeniden başladı. Bu sefer show Londra’da. Covid öncesi yine Strasbourg’da olan böyle bir toplantıyı fırsat bilip, Hollanda’dan İsviçre’ye kadar göller ve nehirlerde SUP yapmıştık. Bu sefer İrlanda’yı deneyeceğiz. Show bitince, Kaan, eşi Jody ve en genç torunum Lilian’la Dublin Havalimanı’nda buluştuk. Dokuz gün İrlanda’yı turlayacağız. Bizim geziler daha önce yazdıklarımdan hatırlarsınız belki, büyük şehirlerden çok doğaya yakın. Gezi anlayışımız “etrafımıza bakmak”tan çok “içine girmek” mümkün olduğunca. Ana ilgimiz SUP’la dolaşmak olunca bayağı ıslak geziler oluyor.

DUBLIN-BELFAST 

Havalimanından sonra ilk durak araba aksesuarı satan bir dükkân, aldığımız roof rack’ı kiraladığımız arabanın üstüne monte ettik. Kaan’ın Amerika’dan getirdiği iki SUP ve aksesuarları, New York günlerimizden beri “take care” dediğimiz SUP sonu duraklarımızdaki içki ve cigar muhabbetimizin portatif masa sandalye, ocak vb. malzemesi üst kata çıkınca bize arabanın içinde oturacak yer kaldı. 

TİTANİK

İrlandayı saat yelkovanı aksinde turlayacağız. Kaan’ın yanında elimde harita, yol bulmaktan çok, sol trafikte karşıdan gelenlerle sarmaş dolaş olmasın diye uyarı görevindeyim. Yolumuzun üstünde devrinin en büyük gemisi Titanik’in inşa edildiği, zamanında dünyanın en büyük tersanesi olan Belfast var. Tersane faaliyetini durdurmuş, şimdi Titanik Müzesi’ne ev sahibi olmuş. Denize indirildiği slipway üzerine oturduğu zemine çizilmiş Titanik’in hatları bize bu talihsiz geminin büyüklüğünü gösteriyor. 

BÜYÜK AÇLIK

Titanik, sanki İrlandalının 1845-51 yıllarındaki “famine” büyük patates yoksulluğu ıstırabının üstüne dikilmiş bir tüy gibi. Kıtlıkta tahmini 1 milyon İrlandalı açlıktan ölürken, 4 milyon İrlandalı büyük çoğunluğu ABD’ye olmak üzere başka ülkelere göç etti. Kilkee’de SUP sonrası kıyıda ilk defa rastladığımız İrlanda’nın geleneksel tekneleri currach’ları incelerken (bu ilginç teknelere gelecek ay döneceğim), mütevazı kulübün önünde sohbet ettiğimiz iki kişi o güneybatı county (şehirden büyük, eyaletten küçük yerleşim bölgesi) nüfusunun 47 binden 8 bine düştüğünü söylemişti. Açlıktan ve İngiliz mezaliminden kaçıp da yeni bir hayat ararken Atlantik’te boğul!!! Boğulanlar da 3. sınıf yolcusu garibanlardı. Biliyor musunuz, bu büyük açlık acısını hafifletmek için Osmanlı Sultanı I. Abdülmecid 10 bin Sterlin (günümüz parasıyla 800 bin Sterlin) göndermek istiyor, Kraliçe Viktoria araya giriyor ve kendisi 2 bin Sterlin verdiğinden atıp olacak, ancak 1000 Sterlin göndermesine müsaade ediyor. Abdülmecid bu arada gizlice beş gemi dolusu gıda gönderiyor, İngilizler gemileri bloklamak istiyorlarsa da denizciler gemileri Drogheda limanına getirip bırakıyorlar. Bizim milletin gurur verici bir davranışı. Açlığın asıl sebebi İngilizlerin zalim, maddi davranışı. İrlanda’yı işgal eden İngiliz efendiler toprağın ve üstündeki insanların sahibi, çiftçilere kendi topraklarını kiralıyorlar. Hatta İrlandalılar esir olarak satılıyor, kendi ürettikleri patatesi satın alamıyorlar. Açlıktan, tekrar ediyorum 1 milyon ölüyor. Titanik’te can verenler esaretten kaçmaya çalışıyor ama ecelden kaçamıyorlar.

İÇ SAVAŞ: KATOLİK İRLANDALILAR PROTESTAN İNGİLİZLERE KARŞI

Belfast’ta iç savaşın hatıraları duvarlardaki murallarda canlılığını koruyor. Bize uzak olduğundan sadece haber olarak TV ekranından geçerken yakaladığımız olayların kökü çok eskilere dayanıyor. Ufuklarında güneş batmayan Britanya İmparatorluğu’nun kara sayfalarından biri. Tarih boyu İrlandalılar sömüren İngilizlerden kurtulmaya çalışmış. 1536-41, Henri VIII karısını boşamak için Katolik kiliseye savaş açtığı ve kendini İrlanda Kralı ilan ettiği günden beri (Protestanlığın doğuşu), dünyanın gördüğüm en yeşil adası, kuzeydeki Protestan İngilizlerle Katolik İrlandalıların kanlarıyla lekelendi. 1919-21 hürriyet çatışmaları sonu Anglo-Irish anlaşmasıyla 26 county, Hür İrlanda Cumhuriyeti olurken, kuzeydeki altı county Kuzey İrlanda olarak Büyük Britanya İmparatorluğu’na katıldı. İki bölge arasında sınırı belirten bir şey yok, yalnız kuzeyde Pound, güneyde Euro kullanılması sizi parasız yakalayabiliyor. 

Kaan’lar Chicago kenarındaki Milwaukee’de yaşıyorlar, her yıl Irish Festivali var. Chicago’nun çoğunluğu İrlandalı gibi, karşılaştığımız candan insanlarla muhabbette nerelisin diye sorduklarında, Kaan “Batı İrlandalıyım” diyor gülüyoruz. Başkan Kenedy’den John Wayne’e kadar o kadar çok Irish var ki. St. Patrick günü belki New York’ta daha görkemli kutlanıyor. 5th Avenue’de resmi geçide yakalanmıştım, ilerlemeye imkân yok, arabayı yola park eden en yakın pub’da guinnes ve Irish whisky’ye.

Burada tarihine fazla girmeyeceğim ama ilgilenirseniz Google amca size içini döker. Yolumuza devam ediyoruz. Kaan işinin verdiği alışkanlık diyeyim, süper planlayıcıdır, kopyaları çıkartıp hazırladığı tur dosyamız çok rahat bir rehber kitabı olur. Dosyada Google Earth’ten yapacağımız SUP’larda ne kadar padıllıyacağımız bile var. Tabii hava ve metcezir müsaade ettikçe. “Time and tide waits for no man” (zaman ve metcezir kimse için beklemez) demişler. Biz uyacağız. Batı Belfast’ın duvarlarındaki iki tarafın muralleri bugün turistlerin ilgisini çekiyorsa da, arada hâlâ burukluk var. Her yıl, İngiliz Protestanların Kral William III’ün katolik James II’yi 1690’da yendiği Boyne Savaşı kutlaması, Hür İrlandalıların gözüne çomak sokar gibi. Belfast’ı şair ve milletvekili Bobby Sands’ın “our revenge will be the laughter of our children” (intikamımız, çocuklarımızın gülmesi olacak) muralını arkamızda bıraktık, kuzeye devam ediyoruz.

ATLANTİK’TE İLK SUP BALLINTOY’DE

İlk geceyi geçireceğimiz Ballintoy, adanın kuzeybatı köşesinde. Güzel havayı kaçırmıyoruz, SUP hemen denize. Hava raporunun söylediği gibi rüzgâr yavaş yavaş yükseliyor, neyse ki etrafımızda adacıklar bizi Atlantik’in bitmeyen “rollers” yuvarlanan dalgalarından koruyor. Jody ve Lilian kıyıdan bizi takip ediyor, Kaan’la ikimiz bir SUP’dayız, böylece adacıkların arasında açık denizin tesirini hissettiğimizde, ıslansak da daha kuvvetliyiz. Deniz, dışarıdaki 20 derecelik havaya göre korktuğumdan daha az soğuk. Dünyanın en güçlü akıntılarından biri olan sıcak Gulfstream’in etkisi. ABD kıyısını yalayarak okyanustaki dairevi yolculuğunun kuzey kısmından gelen akıntı olmasa bu adalar buzlar altında olurdu. Kaan şortla, tabii onun yaşadığı yer de böyle, ben ise Bodrum’dan 35 dereceden geliyorum. Kayaların arasında dolaşırken uzun yıllar önce güneyin soğuk denizlerinde karşılaştığım kelp cinsi yosunların üstündeyiz, gurme health dükkânlarında satıldığına göre sıhhatli olsa gerek biraz atıştırıyoruz. Bu kıyılarda metcezri yakından takip ediyoruz, Bizim için ideal, alçaktan yükselen deniz. Dönüşte boşalan koylardan okyanusa akan akıntıya karşı boğuşmak hiç güzel değil. Kayalar arasında dolaşmak çok güzeldi de, plaja dönüşümüzde dalgalar sörfçülerin istediği gibiydi (sörfçüler yuvarlanan dalga ister biz tersi, düz deniz istiyoruz). En az dalganın olduğu bir köşeyi seçtik, yine de sörf yaparak dönüyoruz, bizimki daha çok SUP’ın üstünde kalma mücadelesi, iki kişi olduğumuzdan sörf tahtasına göre hantalız, baş ipine asılıp arkaya yaslandım, rodeo atında gibiyim. Neyse ıslansam da SUP’ın burnunu gömüp takla atmadan plaja çıkabildik. 

Islaklarımızdan kumları temizledikten sonra, İlk “take care” pikniğimiz için kıyıdan karşıdaki adacığa balıkçıların yaptığı ip köprünün uzandığı yarların kenarında güzel bir yürüyüş. Yeterince enerji yaktık, şimdi Take care, Guinness ve puro. Hak ettik. Bu arada baykuş gibi gece uçuşlarından Bodrum’dan beri henüz uyumadım.

WAW

Artık adanın kuzeyini döndük, WAW (Wild Atlantic Way- Vahşi Atlantik Yolu)’ı takip ederek güneye iniyoruz. Bu kıyı bir sürü burun ve aralarında koylarla, okyanusun kemirdiği yarlarla Atlantik’e uzanıyor. 

DONEGAL 

İrlanda hava raporu, bugün “soft weather” diyor? Yeni bir tabir, sonradan öğreniyoruz ki “kapalı, yer yer hafif yağmur” demekmiş. “Hard weather” sert havanın ne demek olduğunu merak bile etmiyorum. Günlerimizin yarıdan çoğu bulutlu ama hiç ağlamıyoruz. Bu yeşillik başka nasıl olacak? Yolların iki kenarı, her evin penceresi rengârenk çiçek. Ne kadar tekrarlasam azdır. Bu kadar düzenli, yemyeşil, temiz ülke görmedim. Bütün evler sanki teftişe hazır boyalı. Bir damla boya damlamaz mı, asfalt yollarda delik bir yana hiç yama olmaz mı? Ülkede ot biçme günü mü var, hepsi aynı boyda? Göz göze geldiğiniz herkes selam veriyor. İnsanlar köpekleriyle yürüyor, sokakta başıboş hayvan, yerlerde hayvan maması yok. Zaten medeni dünyada sokak hayvanı diye bir terim yok. Donegal’da bugün hava hiç de soft değil, şehri dolaşırken bir yandan SUP’ı indirecek ve dolaşacağımız yer keşfindeyiz. Geceyi hostel’de geçiriyoruz, lüks aramıyoruz, her milletten insanla bir arada olmak, sohbet etmek hoşuma gider. Kalanların çoğu sörfçü, metcezir ve hava raporu bülten tahtasında var. SUP’ı, sörfçülerin dalga yakaladıkları plajın yanındaki deniz kurtarma ünitinin olduğu barınaktan indirdik, burada kano da kiralıyorlar. Önümüzdeki burnu Atlantik’le biraz itişerek aştıktan sonra şahane kayaların arasına girdik. Deniz alçakken kayaların üstü yosundan halı kaplı olunca SUP’ı üstüne çekip keşfe çıktık. Yarlara aşağıdan bakmak başka türlü bir his.

SLIGO: İSPANYOL ARMADANIN EN KÖTÜ GÜNÜ

1588’de İspanya İngiltere’yi istila etmeye kalkar ve Akdeniz’in müthiş armadasını gönderir. Eylül başlarında yakalandıkları bir fırtına filoyu İskoçya’ya çıktıktan sonra İrlanda’yı dönüp batı kıyısından güneye inmeye zorlar. Kuzeye çıkmayı başarırlar ama 30 küsur gemi kuvvetli gale (fırtına) içinde rotalarını kaybedip dağılır. Güneybatı İrlandaya bakınca girecek çok liman var gibi ama devrin manevrası zayıf kaba kalyonları ve karavelleri selamete değil sonlarına ulaşır, kimi demir tarar, kayalarda parçalanır, batar. 5 bin üzerinde askerin çoğu boğulur, kurtulanlar da kıyıda öldürülür. İspanya’nın Cartagena’daki deniz müzesinde İspanyol deniz tarihinin bu büyük fiyaskosunu bir duvar büyüklüğündeki sunum da görmüştüm. Zamanın amirali “bu adalarda ancak şeytanlar yaşayabilir” demiş. 

CLIFS OF MOHER (MOHER’İN YARLARI) 

Vahşi Atlantik kıyısı rotasında Moher’in Yarları’nın olduğu Clare County’deyiz. Atlantik üzerinde batan güneşin son ışıkları pikniğimizi aydınlatırken İrlanda’nın ünlü siyah birasından bahsedeyim. Üreticisi Alfred Guinnes biraz dalga geçip şerbetçi otunu yakınca yaptığı bira koyu olur. Tadı diğerlerinden daha fazla hoşa gidince kazara  siyah bira “dark ale” doğar. Bugün dünyada en fazla üretilen bira olduğu söyleniyor. Pub’larda bu biranın koyu köpüğü kahve gibi gülümseyen yüz çizecek kadar koyu. Herhalde biz de İrlanda’da başka bira içersek ayıp olur. Pup’lar sadece içki içilen yerden daha fazlası, sosyalleşme yeri. Biz de her gittiğimizde birileriyle takıldık, Ernest Shackleton’un Arktik seferi dahil üç Arktik seferine katılan Tom Crean’ın evi olan pub’da şampiyon olan Kerry’nin taraftarıyla sohbet ediyorum, deplasman forması sarı lacivert, Fenerbahçe’yi biliyor. Bu ünlü pub’a her yıl Chicago’dan İrlandalı polisler geliyor, duvarlar hatıra dolu. Yeni Zelanda’nın Lord of the Ring’e olduğu gibi, dramatik doğaları ile bu ülkeler böyle filmler için ideal sahne oluyor Game of Thrones da burada çekilmiş. Che Guevara bile burada zaman geçirince, tabii bu fırsatları turizme kullanıyorlar. Biz normal turist değiliz, film seti olduğundan değil, doğası etkileyici olduğundan oralara gidiyoruz.

Devam edeceğim…☸

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.