Tim Severin’in Sindbad’ın izinde serüvenini yazarken bizim zamanımızdaki Hint Okyanusu’nu doğudan batıya geçişimiz aklıma geldi. O devir çok geride kaldı, onlar “kamal” ile sadece enlemlerini bulabiliyorlardı, bizde GPS olmasa da SATNAV diye deneme safhasında olan bir aletle 2-4 saat, güneyde 6 saate varan aralıklarla mevkimizi çok hassas olmasa da bulabiliyorduk. Sekstantımız da Tim’e göre çok lükstü ama ihtiyacımız olduğunda gök inadına koyu gri olurdu.
1996’da ben de Hint Okyanusu’nu doğuya geçip Endonezya’ya, Sumatra Adası’nın kuzey ucundaki Açe Sultanlığı’na gitmek istemiştim. Benim projem, Sindbad’ı değil de atalarımızın bir seyrini takip etmekti. Kısaca şöyle: Kanuni devrinde Hollanda istilasına karşı savaşan Endonezya’nın Açe Sultanlığı (Sumatra Adası’nın kuzeyinde), devrin en güçlü sultanı, İslam’ın Halifesi Süleyman’dan yardım istemek için İstanbul’a iki gemi dolusu baharatla elçiler gönderir. O sırada haremi bırakıp (!) Viyana Kuşatması’na giden Süleyman ölünce, tahta geçen Selim bir yıldır İstanbul’da Sultan’ı bekleyen elçilerin yardım talebini karşılıksız bırakmaz; gemiler, asker, toplar, eğitmenler verir. Açe Sultanı’na “ben donanmanın yıllık maaşlarını verdim, savaş bitince benim adamlarımı geri gönder, kalmak isteyen olursa kalabilir” diye mektup gönderir.
Endonezya Hollanda sömürgesi olurken Açe direnir ve bağımsızlığını korur. Endonezya Sukarno liderliğinde Hollanda’dan kurtulup hür Endonezya’yı oluşturduğunda Açe’yi de birliğe katmak ve Jakarta’ya bağlamak isteyince Açe Sultanlığı, “biz hiç koloni olmadık ki” diyerek bu sefer Jakarta’yla savaşır. Bu savaş büyük tsunami felaketi sonrası bitti. (Ne yazık düşmanlıkların sonlanması için daima bir felaket bekleniyor!)
Osmanlı filosundan orada evlenip kalan Türkler bir Türk köyü oluşturmuş. Sonradan giden gezginler, Türk yüzü olan insanlar ve mezarlar gördüklerini anlatırlar. Açe bayrağı bizim bayrağın neredeyse aynı diyeceğim ama Müslüman Uzak Doğu ülkelerinin bazılarının bayraklarında gördüğümüz ay yıldız İslam’ın sembolü olarak kullanılır. Ben Sumatra’nın ucundaki Plau We Adası’na uğradığımda polis adadaki birkaç mezara götürdü ama ana adada olan başşehir Bandar Aceh’e giremedim (savaş vardı). Osmanlı gemilerinin yelkenle ulaştıkları en uzak yere seyrin tekrarını yapmak istemiştim, ardından belki dünyayı bir de tersine dönerim gibi kafamda fikirler dolaşmıştı ama sponsor bulamadığımdan rafa kaldırdım.
HİNT OKYANUSU’NUN YAPISI
New York’ta bana eşlik edecek tayfa ararken verdiğim ilana gelen cevaplardan birinde bir kadın, bütün okyanusları geçmiş ama Hint Okyanusu’nu hiç sevmemişti, ona göre, sevimsizliğin nedeni, yüksek dalgalı bir çamaşır makinesi gibi olmasıymış. Onun izleniminin ne kadar doğru olduğunu biz Annette’le geçerken gördük.
Çamaşır makinesi olma nedenine bir bakalım: Ülkemizin başına gelen felaketle gündemimizde olan tektonik hareketleri, kıtaların kaymalarını uzmanlar devamlı anlattı durdu. Hindistan milyonlarca yıl önce süper kıta Gondvana’nın parçalanmasıyla bugünkü Avustralya’dan koparak, Asya’daki yerine yapıştı. Bu çarpışmanın hasarından Himalayalar doğdu. Şekillenen kıtalar yanında, okyanusun görmediğimiz altında da itiş kakıştan engebeli bir yüzey var. Maldivler’e bakarsan okyanus tabanından 2000 metreden fışkıran dağın tepelerine tutunmuş mercan atolleri, diğer yandan Seyşeller’de yüzeye ulaşabilmiş dağ tepeleri görüyoruz, bir de okyanusun tabanındaki sıradağları göz önüne getirirsek metcezirle alçalıp yükselen su kütlesinin akarken yarattığı akıntıları düşünün. Akıntıya karşı olan rüzgâra rastlarsak çamaşır makinesinin döngüsünde buluruz kendimizi.
HİNT OKYANUSU’NUN YOL AYRIMLARI
Dünya turu yapmak isteyenlerin aşmak zorunda olduğu Hint Okyanusu’nun zorluğu yanında aynı enlemde iki ayrı muson mevsiminde Arap denizcilerin asırlar boyunca yaptığı gibi doğuya ve batıya gitmenin mümkün olduğunu anlatmıştım.
Doğuya giden gezginin hedefi Sindbad gibi Singapur ve Uzak Doğu’yken, okyanusu batıya giden gezgin önünde Sumatra’nın kuzeyini dolaştıktan sonra birkaç yol ağzı var…
Akdenizli ve Avrupalı gezginler, ilk durak Sri Lanka ardından Maldivler’in kuzey atollerinde Kızıldeniz’e girmek için uygun havayı beklerler. Kızıldeniz’in hâkim rüzgârı kuzeyli, yani tam kafadan, güney yarısında yılın yarısında güneyli rüzgâr bulunabilir. Akdeniz yolcuları gözleri havada, kulakları hava raporlarında, sıkıştıkça marsa’ların resif arkalarına saklanarak tırmanırlar.
Diğer seçenek, Güney Yarımküre’ye geçerek Güney Afrika’yı, Ümit Burnu’nu dolaşıp Atlantik Okyanusu’na çıkmak. Amerika kıtasına gidecekler için Afrika’yı dönmek zorlu olsa da uygun ve renkli bir rota. Dolaşırken bizim de seçtiğimiz bu rotanın içinde de yol ayrılıkları var. Güney Afrika’ya inerken bütün yollar Ümit Burnu’na çıkarsa da birkaç türlü yoğurt yiyiş var.
En direkt rota eğer çok acelen varsa, Sumatra’nın kuzeyini dönüp Hint Okyanusu’na girdiğinde Chagos arşipeli, Mauritius’u, Madagaskar’ı iskelede bırakıp hiç durmadan G. Afrika’ya ulaşır. Hani sorguya çeken ajan sorar ya “bu işi kolay yolla mı, zor yolla mı yapacaksın?” Bu Hint Okyanusu geçmenin zor bir yoludur, çok az kişi seçer. Kerguelen Adası’na gideni de tanıyorum. (Haritada bulun bakalım nerede?)
Biz daha normal, daha renkli geçişlere bakalım. Hint Okyanusu değişik, renkli kültürler ve doğa barındırır, su altı şahanedir. İlk durak Sindbad’ın Serendip’i Sri Lanka. Sindbad gibi Zümrüdüanka kuşlarıyla, vadilerde elmaslar bulamazsanız ama her gün (ehven fiyatla) yarı kıymetli taş satan bir amcası olan biri yapışır. Bunların dışında, denize çakılmış kazıklar üstüne tüneyip artık sadece parayla turistlere poz veren balıkçıları da geçtikten sonra, (eğer vaktiniz varsa!) Sri Lanka sizi aylarca eğlendirebilecek çok güzel bir ülke. Vatan hasreti çekip Kızıldeniz’in uygun havasını yakalama zorunda olanlar için çok kısa bir durak oluyor ama bizim zamanımızdaki gibi savaş içinde olsa bile, güney yolunu seçenler daha uzun kalıp tadını çıkarabilir.
Sonraki durak Maldivler’in orta ve güney atolleri ile yerleşim olmayan Chagos arşipeli. Burada benim aktaracaklarım maziden yapraklar çoğunlukla bugün artık olmayan bir rüya olabildiği gibi bazen bugünün şartları daha iyi olabilir. O yüzden kalın harflerle yazıyorum, başkasının anılarını dinlerken durumları bugüne göre güncelleyin! Maldivler sıkı bir bürokrasiyle kısıtlıydı, aşırı koruyucu İslami hükümet sadece bir iki adaya izin veriyordu, giriş işlemi için 50 metreye demirlemek zorunda bırakıyorlardı.
Bugün ancak sıraya girip, izinle ve ciddi bir ücret karşılığı girilebildiğini duyduğum Chagos arşipelinde istediğin kadar kalmanın serbest olması bir yana, ayda bir Amerikan üssü Diego Garcia’dan çıkan, savaşa hazır devamlı ada etrafında dolaşan gemilerden gelen Amerikalı tayfalar bize et, süt, sigara vb. hatta birine akü bile getirirken, İngiliz görevliler de pasaporta hatıra mühür basıp, gerekirse tıbbi ihtiyaç karşılıyordu. O yılların gezgininin turlarındaki en güzel hatıralarıydı Chagos günleri.
Sonra yol ikiye ayrılıyor, ya Madagaskar’ın doğusundan Mauritius ve Reunion adaları üzerinden G. Afrika’ya ulaşabilir ya da batıya Seyşeller’e. Seyşel Adaları okyanusta serpiştirilmiş muazzam bir okyanus alanı, dolayısıyla balıkçılık alanı sahibi, dünyanın ikinci büyük ton balığı endüstrisi var. (Ve biz adaya bir gün kala en ucuz şey, devasa bir ton balığı tutuyoruz, şansa bak). O zamanın komünist paranoyak başkanları denizden gelen bir darbe korkusundan çok kontrollü idi.
Seyşeller’den sonra yine ilginç bir yol ayrımındayız. Madagaskar kuzeyinden geçip Tanzanya, Kenya’yı ziyaret ettikten sonra, isterseniz yılda iki defa musonlar gibi yön değiştiren Somali akıntısını yakalar Kızıldeniz’e girer, Akdeniz’e dönersiniz veya güneye döner Comoro adalarından Fransız kolonisi olan Mayotte’ye uğrar ardından Madagaskar’a gidersiniz. Artık yavaş yavaş Güney Afrika’yı ve Ümit Burnu’nu düşünmeye başlarsınız. Madagaskar, Mozambik, Güney Afrika ve Namibya’yı toparlarsak Afrika’nın güney ucu denizden zor olsa da dünyamızın çok güzel ve ilginç bir köşesi.
Bizim dolaştığımızdaki dünyaya dönüp baktığımda, Glasnost’a doğru dünya politiği kıpır kıpırdı, şimdiki ile ne kadar farklı. İyi veya kötü değişmeler her zaman olacak, hesap kitap yapmak bence hiç kolay değil. Denizde ne kadar hazırlansak da şansın yerinin büyük olduğuna inanıyorum.
GÜNEY AFRİKA’YI DOLANMAK
Gezgin yelkencinin hayatında iklim anormallikleri yanında, politik şartlar da hızla değişir, örneğin G. Afrikalılar Madagaskar’a giremezken Glasnost’la bir günde herkesten vize isterken, onlara serbest oldu. Mozambik’te devalüasyonla para 10 misli oldu. Malakka Boğazı’nda korsanlık biterken Somali’de korsanlık başladı.
Biz G. Afrika’ya zaten gitmek istemiştik de o yıl Kızıldeniz’e gidecek çok yat Körfez Savaşı’ndan rotalarını çevirmişti. Sadun Abi de Süveyş kapandığından kamyonla İsrail’i geçmek zorunda kalmıştı ya. Pandemi, vizeler vb. gezgin denizci kendini sürprizlere mental olarak açık tutmalı.
Türk gezginlerden dünya turuna çıkanlar için G. Afrika’yı dolaşmak biraz kulağını öbür taraftan göstermek gibiyse de beni dinleyip dünyada dolaşmayı seçenler için değer. Ha aklıma gelen bir yol daha var: Turunuza Kızıldeniz’den güneye inerek başlarsınız Afrika’nın boynuzunu dönüp G. Afrika’yı dolaşıp devam edersiniz, dünyayı dolaştıktan sonra dönüşte Hint Okyanusu’nu klasik rotadan (kuzeyden) geçip Tekrar Kızıldeniz’e girebilirsiniz. Somali akıntısının yönü muson mevsimiyle yılda iki defa değişir. Benim o tarafa gitme niyetim olmadığından incelemedim, size bırakıyorum. Bir tur eğlencesinin yarısı araştırmalar ve hayallerdir, onu da sizin elinizden almayayım.☸