Havalarınız artık eskisi gibi değil!

Bu ay size, çok uzaklara gitmeden konuşmamız gereken iklim değişiminden bahsedeceğim. Yani buzulların erimesinden, okyanusların-denizlerin yükselmesinden, yalnızca başkalarını ilgilendiren sorunlar olduğunu sandığımız başlıklardan değil, bize olan başlıklardan, genel hatlarıyla “bize ne oluyor”dan bahsedeceğim. Zira iklim değişiminden en çok etkilenecek bir coğrafya üzerinde yaşıyoruz.

Şimdi şöyle bir düşünün, geçen yaz kaç sefer “tropikal iklime döndük sanki” cümlesini kurdunuz ya da bir yerlerden duydunuz? Geçen yazın öncesi ve sonrası sel, ortası bunaltan yüksek nem ve sıcak vardı. Kurulan bu “tropikal iklime döndük sanki” cümlesi abartılı mıydı? Çok olmamakla beraber, “eh kısmen” diyebiliriz. İnsanlar bu cümleyi iklim modellemeleri yaparak ya da iklim değişimini anlatan bilimsel makaleleri takip ederek mi kurmuşlardı? Kesinlikle hayır! O zaman neden? Tabii ki gözlem. Çünkü havalarımız artık eskisi gibi değil de ondan.

Şimdi gelin hepimizin artık elle tutup gözle gördüğümüz bu değişim ve onun ardından gelen bu soruları bilimsel iklim araştırmalarıyla karşılaştıralım, bakalım ne çıkacak?

İklim değişimi dediğimizde aklımıza ne geliyor? Dünyanın ateşi çıkıyor, buzullar eriyor, deniz suyu seviyeleri yükseliyor, kuraklık artıyor, seller malın yanında en
önemlisi can alıyor. Sonra; denizler asidikleşiyor, deniz yaşamı yavaş yavaş son buluyor, orman yangınları artıyor, yeraltı su kaynaklarımız yok oluyor. Sıralasak paragraf paragraf yazarız değil mi? Bu başlıkların hepsinin ortak yönü nedir? Hepsinin de bütün dünyayı ilgilendiren başlıklar olması. Dolayısıyla herkesin alması gereken tedbirleri, hiç kimse almıyor. Bakın kavramlarımızın altı boşaldı. Buzullar eriyor dediğimizde buzulun üzerinde yaşayan ya da bulunduğu coğrafyada buzul olan insanların sorunuymuş gibi davranıyoruz. Aslında çok uzağa da gitmeye gerek yok. Sel meydana geliyor, bütün tahılı, sebzeyi, meyveyi alıp götürüyor, biz manşetlere “çiftçi zorda” yazıyoruz, bu çiftçinin sorunuymuş gibi davranıyoruz. Çiftçi değil ki; hepimiz zordayız.

Bu ay size, çok uzaklara gitmeden konuşmamız gereken iklim değişiminden bahsedeceğim. Yani buzulların erimesinden, okyanusların-denizlerin yükselmesinden, yalnızca başkalarını ilgilendiren sorunlar olduğunu sandığımız başlıklardan değil, bize olan başlıklardan, genel hatlarıyla “bize ne oluyor”dan bahsedeceğim. Zira iklim değişiminden en çok etkilenecek bir coğrafya üzerinde yaşıyoruz.

Ekvator kuşağı genişliyor

Şimdi bize neler olduğunu anlatmak için biraz teknik bir konuya gireceğim ama hemen zaplamayın, konu ilginizi çekmediyse zaplayabilirisniz de, teknik olduğu
için zaplamayın, zira en yalın ve dikkat çekici haliyle anlatacağım. İlkokuldan beri okuyoruz, unutmuş olsak da duyuyoruz, Ekvator kuşağı iklimi. Bu Ekvator’dan, yani 0 derece enleminden 30 derece enlemine kadar uzanır. Şimdi sıkı durun! Bu kuşak, 0-30 derece enlemi arası olan Ekvator kuşağı genişliyor. Neden? Isınma. Sıcaklığın 1,5 derece artmasında bu kuşak 35 derece enlemine uzayacak, güneye ve kuzeye. Biz nerede duruyoruz, 36 derece enleminde. Yani saat “Ekvator kuşağına 1 var”ı gösterecek. Biz gereksiz tüketim yaptıkça, boş yere elektrik tükettikçe, yediğimizde içtiğimizde israf yaptıkça olması gerekenden daha fazla enerjiye ihtiyacımız olacak. O enerjiyi de fosil yakıttan, kömürden, petrolden sağladıkça havalarımız ısınacak, bu Ekvator kuşağı genişleyecek. Biz direkt ve en çok etkileniyoruz. Dolayısıyla bağırıp çağırıp dünyayı yönlendirmesi gereken bir ülkeyiz ama sanki öyle bir sorunumuz yok gibi davranıyoruz.

Şimdi gelelim “saatler Ekvator kuşağına 1 var”ı gösterirse ne olura. Ekvator kuşağına komşu olduğumuzda çölleşme artacak, kuraklık artacak, yağışların rejimi değişecek, meteorolojik afetler artacak, kar yağmur oranımız değişecek, kar daha az olacak, dolayısıyla yeraltı su kaynaklarımız beslenemeyecek (kar zeminde kalıp ağır ağır eridiği için toprak rahat emebilir, kılcallarla rahatlıkla yeraltı su kaynaklarına ulaşır, yağmur öyle değil). Su zengini olmayan bir ülke olarak daha da fakirleşiriz, yakın çevre coğrafyamızın su bakımından bizden çok daha kötü durumda olduğunu düşünecek olursak hem üretim ciddi bir sorun, hem de maliyetli bir hâl alacak. İklim göçleri artacak, ülkemiz dâhil yakın coğrafyamız (özellikle güneyimiz) göç sorunları yaşayacak, bu göçlerin getireceği sosyal, ekonomik, psikolojik ve tur bindirerek tekrar çevre ve iklim etkileri olacak. Temiz suya ulaşımda yaşanacak sorunlar ve onun getireceği devletler arası hukuki ya da hukuk dışı sorunlar.

Sizce çok mu abarttık? Kesinlik hayır! Çünkü bu yazdığım cümlelerin sonundaki geleceği ifade eden “cek” ya da “cak”ları, şimdiyi ifade eden “yor”larla değiştirebilirsiniz. En azından bir kısmını, olanlar da kalanların teminatı zaten.

Temiz hava!

Bildiğimiz sıradan mevsimleri yaşayamıyoruz. Ciddi kuraklıklar yaşıyoruz, her gelen yağışlı sistem mal ve en kötüsü maalesef can kaybına yol açmadan gitmiyor. Bu hava koşullarını hazırlayan yüksek basınçtan temiz hava soluyamaz hale geldik. Temiz hava deyip geçmeyin, her yıl dünyadaki erken ölümlerin 6-7 milyonundan kirli hava sorumlu tutuluyor (bu HIV sebebiyle ölümlerin iki katından fazla). Direkt kalbi etkiliyor. Güneyimizde terör, savaş her şey birbirine girmiş durumda ve göçler yaşanıyor. Eğer terör ve savaşlar olmasa göç yaşanmayacak mıydı? Ya da soruyu şöyle değiştireyim: Bu göçlerin içerisinde iklim değişimine bağlı insanların bulunduğu coğrafyaları terk etme oranı kaçta kaç? Bu bilinmiyor, ama çok büyük bir oran olduğu sanılıyor.

Artık cek’leri, cak’ları bırakma zamanı. İklim senaryoları artık senaryoluktan çıktı, gözümüzün önünde film gibi oynuyor. Bu ay Paris’te İklim Zirve’si var. Umuyorum uzun vadeli ve kalıcı çözümler çıkar ve devletler bunun arkasında durur.

Demin bahsettim ya, herkesin yapabileceği bir şeyi hiç kimse yapmıyor diye, bakın biz yapabiliriz. Bu ekvator kuşağının genişlemesi demek artık daha fazla yüksek basınç etkisinde kalacağız ve havalarımız daha kirli olacak demek. İklim değişse de havalarımızın büyük ölçüde temiz olmasını sağlayabiliriz. Onun da çözümü temiz enerjiden, havaya partiküler madde yayıp kirletmemekten geçiyor. İklim değişimi ile coğrafyamızda yüksek basınç artarak, yüksek basınç her gün egzozlardan, bacalardan yayığımız o kirleticileri yere doğru basacak olsa da havalarımızı daha az kirleteceğimiz için iklim değişiminin etkisini dolaylı yoldan azaltacağız, kalp krizlerinin, kanserlerin oransal olarak azaltarak önüne geçeceğiz. Ve bunun için ciddi bir potansiyelimiz var, Avrupa’da olmadığı kadar, güneş ve rüzgâr. Etrafınıza baksanıza, ne kadar çok kanser vakası görüyorsunuz. Ekonomik gerekçeler konuşulurken kanser tedavilerinin getirdiği ekonomik yük de hesaba katılmalı. Yitip giden canların ise ne dönüşü var, ne de acılarını dindirecek maddi bir karşılığı.

global warming

global warming

exhaust

exhaust

sea at sunset

sea at sunset

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.