İklim değişimi ve aşırı hava olayları

Çok değil, beş altı yıl önce şu başlık geleceğin bir problemini anlatıyor gibi gelebilirdi belki kulağa ama dün de öyle değildi bugün de değil maalesef. Geçen ay yaşadığımız sel felaketinin üzerine yazmak istedim bu konuyu. Henüz yayımlanan bir rapor da Türkiye’de hava olaylarının ulaştığı noktayı işaret ediyor.

Bu yıl Türkiye önce deprem sonra da sel felaketiyle sarsıldı. Depremle birlikte gündeme gelen konular malum. Sel felaketi özelinde altyapı sorunları ya da meteorolojik uyarıların dikkate alınmaması veya başka sorunları konuşabiliriz, birçoğu mevcut da. Fakat yayımlanan yeni bir rapor da gösteriyor ki, 2022 yılı Türkiye için aşırı hava olaylarının rekor seviyeye ulaştığı bir yıl olmuş durumda. 

SIRA DIŞI HAVA OLAYLARINDAKİ DRAMATİK ARTIŞ

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı 2022 İklim Değerlendirmesi Raporu’na göre, geçen sene 1030 sıra dışı hava olayı yaşadık. Bu bir seneye has bir istatistik de değil, son 20 yıldır ekstrem trendler sürekli artış gösteriyor. Sayısal diğer veriler de bunu gösteriyor: 2021’de 1024, 2020’de ise 984 sıra dışı hava olayı meydana gelmişti. Sürekli artış var.

Sıra dışı hava olayları deyince akla ne geliyor? Sel, fırtına… Doğru. Dünyadaki afet seviyesindeki hava olaylarının başında sel geliyor. Ancak aşırı sıcaklar, kuraklık, orman yangınları, hortum, sis, yıldırım düşmesi, çığ gibi olağanüstü hava olayları da var ve hepsi ülkemizde görülüyor. Ülkemizde en büyük payı yüzde 33,6 ile şiddetli yağışlar alıyor ve listede başı çekiyor. Hemen ardından fırtına ve dolu geliyor. Listede küçük bir pay olsa bile kum fırtınası dahi var. Maalesef yok yok. 

Meteorolojik koşulları göz önünde bulundurduğumuzda elbette ekstrem hava olayları gerçekleşecek, bu dünyanın oluşumundan bu yana çok normal bir durum. Yani sıra dışılık meteorolojide evet sıradan bir şey. Fakat burada bizim tartıştığımız düzensiz olsa da aralıklarla görülen sıra dışılıklar değil, iklimi değiştiren sıra dışılıkların düzenli olarak sayılarının sürelerinin ve şiddetlerinin artıyor olması.

İNSAN ELİYLE YARATILAN KRİZ

İklim değişimi genellikle mevcut hava koşullarını uç noktalara çekerken ülkemizde bunun da ötesine geçip mevcut olmayan hava olayları da gerçekleşmeye başladı. Özellikle de Akdeniz Havzası’nda yer alan ülkemiz bu etkilere çok daha açık bir konumda bulunuyor. Değişen iklime bağlı olarak, yaşadığımız sel, fırtına gibi olaylar 2000’li yıllardan bu yana sürekli bir artış gösteriyor. Neden 2000’li yıllar? Fosil yakıt kullanımı başta olmak üzere insan eliyle yaratılan iklim krizi, nüfus artışı, çarpık kentleşmenin giderek akıl almaz boyutlara ulaşması, uyarıların dikkate alınmaması, usulsüz imarlaşma gibi birçok faktör iklim değişiminin etkilerini daha şiddetli yaşamamıza neden oldu.

Diyoruz ki, ekstrem hava olaylarının en başında yüzde 33 gibi bir oranla şiddetli yağışlar var. Bir yandan da yaza yine kurak giriyoruz, barajlarımız dolmadı gibi istatistikler veriyoruz. Çünkü şiddetli yağış demek, suyun toprak üzerinden veya şehirleşmenin yoğun olduğu bölgelerde betonun üzerinden akıp gitmesi demek. Barajların ve yeraltı sularının dolması için daha sakin ve daha normal bir akış gerek. Bu sebeple kar yağması çok önemli. Karlar zamanla eridikçe hem yeraltı suyu beslenir hem de barajlarımız dolar. Maalesef ülkemizde hem iklim değişimi etkilerinden dolayı gerçekleşen aşırı yağışlardan hem de bizim kendi elimizle zemini bozuyor olmamız, şehirleşme, altyapı yetersizliği gibi sebeplerle sel gibi afetlere zemin hazırlıyoruz. Ayrıca çok zaman suyun varlığında kuraklık yaşıyoruz. Zira kuraklık yalnızca yağmurun yağmaması değil, yağış doğru yönetimle depolayamıyor ya da toprakla kavuşturamıyorsak yine kuraklık var demek.

BARAJ DOLULUK ORANLARIMIZ DÜŞÜK

Aşırı yağışların yanında tüm ülkede yağışın olmamasından kaynaklanan kuraklık problemi de var. Bu sene yaza birçok büyük kentimizde baraj doluluk oranı düşük seviyelerde giriyoruz. Böylesine tüm ülkeyi kapsayan bir durum daha önce çok gördüğümüz bir durum değil. Belediye verilerine göre şu an baraj doluluk oranları; İstanbul’da yüzde 36, Ankara’da yüzde 30, İzmir’de yüzde 29 civarlarında seviyeler gösteriyor. Bahar yağmurları ile bu oran ne kadar telafi edilebilir, pek umut verici değil açıkçası. Zira bahar yağışları hem tutulabilen yağışlar değil, üzerine zemini bozmamız ve tutamıyor olmamız ekleniyor. Bahar ile ne kadar baraj seviyelerini yükseltiriz bir muamma. 

Suyun seviyesinin çok düşük olması beraberinde birçok problemi getiriyor. “Dip suyu” diye tabir ettiğimiz yüzde 10-15 seviyesindeki baraj doluluğu, kirli diyebileceğimiz su var. Dolayısıyla yüzde 30-35’lerden bahsederken bu yüzde 10-15’i çıkarttığımızda, sağlıklı tüketilecek suyu yüzde 20’ler olarak düşünmek gerekir. Ayrıca suyun seviyesindeki bu denli azalma, azot, fosfor gibi bazı kirleticilerle suyun kolayca karışmasına sebep olur. Gün ışığıyla buluşan yosunlar, toksik alglerin üremesine, artmasına neden olur. Tahmin edersiniz ki, bu da sağlığı direkt olarak etkileyecek bir faktör olarak karşımıza çıkar.

EYLEM/DAVRANIŞ PLANIMIZ NE OLMALI?

Daha önceden kuraklıkla ilgili bölgesel sorunlar yaşardık. “Doğuda şu bölge bu seneyi aşırı kurak geçirdi”, “İç Ege’de yağışlar mevsim normallerinin altında kaldı”, “Marmara bu yıl yağıştan payını alamadı” gibi haberler verirdik. Ancak son yıllarda ülkemizin küçük bir bölümü hariç, ciddi kuraklık sıkıntısından bahsediyoruz. Yağmur yağıyor diye sevindiğimiz günlerde bile bunun barajlarımıza etkisi ne yazık ki çok küçük kalıyor. Susuz kalınca da hemen başka illerden su taşıma yoluna başvuruyoruz. Ancak olması gereken eylem/davranış sıralaması şu şekilde:

1. İklimi bozmamak (tabii küresel bir etki olduğu için buna müdahale etmek zor).

2. Suyu doğru yönetmek, toprakla kavuşmasını kolaylaştırmak, su hasadı (çatılardan yollardan biriken akan suyu depolara yönlendirmek ya da toprağa iletmek) yapmak ve yeni keşfedilecek (sel sularının yer altına enjeksiyonu gibi) mühendislik yöntemleri için ar-ge çalışmaları yapmak.

3. Su tasarrufu yapmak, suyu iktisatlı kullanmak (hem tarım hem sanayi hem de konutlarda).

4. Bunların yetmediği noktada başka bir bölgeden su taşımak. 

Sağlıklı, rahat yaşamanın anahtarı burada ve biz bunu göz ardı etmeye devam ediyor, hep kolayını seçiyor, varken israf edip yokken de başka yerden gelsin diyoruz. Ama o noktada gelen su olmuyor, insanın kendi sonu oluyor. Zira sürdürülebilir düşünmeden geçen zaman insanlığı sağlıklı bir şekilde yüzyılın sonuna taşımayacak. Komplo teorileri ve göktaşı beklemeye gerek yok. Hareketli bir toplumuz, bence hızlı aksiyon alırız, birçok noktada alıyoruz da. Ancak hepimizi ilgilendiren bir konuda da “ben” demeden “biz” diyebiliriz. Kalın sağlıcakla…☸

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.