Mavi Vatan’ın doğasının üzerine titremeliyiz

Marmara Denizi’nin kaderini paylaşma sınırında dolaşan Ege’yi de mahvetme projeleri ders almamacasına devam ediyor. Hâlbuki Ege kıyıları ve denizi, deniz turizminin amiral gemisi.

Marmara’da yaşanan felaket diğer kıyılarımızda da yaşanıyor. Vahşi bir şekilde doğayı yakıp, yıkıp, mahvediyoruz. Bunu görgüsüzce refah, ilerleme ve kalkınma olarak gören bir kesim var. Yaşayan nesillerin mutluluğu için gelecek nesillerin doğa dengesini bozmaktan beisleri hiç yok. Mavi Vatan’ın 8333 km’lik kıyı şeridinde yapılaşma özellikle doğanın en cömert ve güzel olduğu yerlerde kontrol dışına çıkmış durumda.

KIYILAR VE KOYLAR BETONLAŞIYOR

Kıyılarımız neoliberal kapitalizmin arsızlığı içinde, sınır tanımayan hedonizmin ve kazanma hırsının emrinde diz çökmüş durumda. Fırsatçı girişimciler doğa harikası güzel olan her yeri ağaçları keserek, kıyılarının ve koylarının doğal yapısını bozarak betonlaştırmakla meşguller. En büyük amaçları buralardan elde edilecek rant gelirini katlamak ve yeni kurban alanlar bulmak. Tamamen yıkana ve yok edene kadar durmayacaklar. Örneğin; Mandalya Körfezi’nde, Güllük’te bir liman varken şimdi duayen gazeteci Sayın Can Pulak’ın 7 Temmuz 2021 tarihli “Kıyıkışlacık, Akyaka, Sandras ve Bodrum Ötesi” başlıklı makalesinden öğrendiğimize göre 1. Derece Sit alanı Kıyıkışlacık (Iasos) Antik Kenti’nde bir maden firması için liman inşaatı söz konusu olabiliyor. Ya da Deniz Özel Çevre Koruma Bölgesi (MPA) statüsünde olan Ege Denizi’nin doğal akvaryumu ve tabiat harikası Saros Körfezi’nde mahkeme kararları ve projeye olumsuz yönde görüş bildiren üç ayrı bilirkişi raporuna rağmen FSRU (Doğal Gaz Depolama ve Gazlaştırma Gemisi) Limanı ve Boru Hattı projesinin yapımı son hızla devam ediyor. Kanal İstanbul’da olduğu gibi kamuoyunun fikri sorulmadan, anket/referandum yapılmadan, “ben yaptım oldu” dayatmasıyla halen Marmara Denizi’nin kaderini paylaşmak sınırında dolaşan Ege’yi de mahvetme projeleri ders almamacasına devam ediyor. Hâlbuki Ege kıyıları ve denizi, deniz turizminin amiral gemisi. Denizi kaybettiğimizde turizm gelirlerini kaybedeceğimizi nasıl göremiyorlar?

“KIYILAR HALKIN KULLANIMI İÇİNDİR”

Kıyılarımızın ve koylarımızın yüzme başta olmak üzere su sporlarına elverişli en güzel yerleri işgal altında. Kadim Roma hukukunun en temel prensiplerinden birini burada hatırlatalım. “Litorum usus, publicus est (Kıyılar halkın kullanımı içindir)”. Dünyanın en değerli coğrafyasında bu kadim prensip devasa oteller ile gerek plaj gerekse otopark zorbaları tarafından pratikte yok edilmiş durumda. Örneğin, 15 milyonluk İstanbul’da halkın denize girebileceği alanlar yok denecek kadar az. Karadeniz bölgesinde halkın denize erişimi -Ordu hariç- zaten çift şeritli otoyollarla kesilmiş durumda.

Diğer yandan, pandemi de dolaylı olarak Mavi Vatan’ın kıyısal doğal dengesinin bozulmasına neden oldu ve olmaya devam ediyor. Bu bozulma iki şekilde karşımıza çıkıyor. Birincisi; yazlık evlerin olduğu Bodrum, Kuşadası, Antalya, Foça ve Marmaris gibi yerlerde kış nüfusu, pandemiden kaçış nedeniyle yazlık nüfusa yaklaştı. Yaz aylarında kimyasal ve biyolojik arıtma kapasite sınırlarının çok üstüne çıkan bu yerlerde denize derin su drenajıyla verilen atıklar artık beş ay yerine neredeyse 12 ay veriliyor ve deniz dibi doğası ve suyun dönüşümü için kendini yenileyecek zaman kalmıyor. Bu tabloya Ege’ye günde 20 milyon kişi eşdeğerinde evsel atığın arıtılmadan deşarj edildiğini ekleyelim. Altyapının 10 katına zorlandığı bir habitatta doğa dengesi korunabilir mi? Bırakalım denize arıtma olmadan verilen atık suları, katı atıkların nasıl yönetildiğini biliyor muyuz? Yeni çöplükler, karada ve kıyıda çöp adacıkları oluşuyor.

AMATÖR DENİZCİLİK VAHŞİ KAPİTALİZMİN KURALLARINA UYUYOR

Covid-19 ile ilgili bir diğer dikkat çekici gelişme de amatör denizcilik ve deniz turizmi alanında yaşanıyor. Pandemi yazlık evlere olan talebi artırdığı gibi amatör denizciliğe yönelik yelkenli ve motorlu yat/gezi teknelerine talebi patlattı. Boat show’larda üç yılda satılan tekne sayısı neredeyse 1,5 yıl içinde satıldı. Kullanılmış yat/tekne alım satımı da geçen yıllara nazaran yüzde 110 artmış durumda. Bu durum amatör denizciliğimiz ve denizcilik kültürü açısından son derece önemli ve müspet bir gelişme. Ancak Ege’deki koy ve büklerin kullanılmasına yönelik olarak menfi etkilere sahip olduğunu burada vurgulayalım. Devlet bir türlü denizcileşemediğinden ve yıllardır teknelerin barınma sorununa kamu yararına marinalar ve bağlama limanları üzerinden çözemediğinden amatör denizcilik de vahşi kapitalizmin kurallarına uyuyor. “Millet parkları” kurulurken, “millet marinaları” kurulmuyor. Marinalar ateş pahası olduğundan (11m yelkenli için ayda 4000 TL civarında) yeni tekne sahipleri koy ve büklerde kendilerine yeni habitatlar oluşturuyor. Dünyada eşi olmayan koy ve büklerde kapasite sonuna kadar zorlanıyor. Amatör denizci ve yazar Ali Boratav’ın Oksijen Gazetesi’nde 21 Haziran 2021’de yayınladığı “Denizlerde izdiham çok, ama bir Deniz Anayasası yok” başlıklı makalesinde verdiği verilere göre; örneğin Göcek Koyu’nun demirleme ve bağlama yerlerinin tekne kapasitesi 950 olmasına rağmen geçen yıl pandemiden kaçış sürecinde günlük 2000 civarında tekne Göcek koylarını kullanmış.

YENİ BİR YAŞAM TARZI: “TEKNEDE YAŞAMAK”

Ulaştırma Bakanlığı istatistiklerine göre, amatör denizciliğe ve deniz turizmine yönelik Türkiye’nin 140 bin teknesi var. Boratav’a göre Cevat Şakir’le birlikte deniz gezginliği kültürünü başlatan Azra Erhat’ın “Mavi Yolculuk” kitabını kaleme aldığı 1970’lerde, sadece birkaç mavi yolculuk teknesi varken, 1980’lerde birkaç yüz, bugün ise 4000 gulet, 2000 günübirlik gezi teknesi var. Bu sayıya 14 bin civarında 9 metre üstü özel tekne ve 500 büyük özel yat ile marinalarımızda kalan 10 metre üzeri 6000 yabancı tekneyi de eklersek Ege koy ve büklerine talep patlamasını görebiliriz. Çanakkale’den Antalya’ya uzanan kıyı şeridinde gulet tipi büyük tur teknelerin kullanabileceği kabaca 250 koy ve bük içinde 150’e yakın koyun halen kullanılabileceği göz önüne alınırsa, nadide koylarımızın kapasitesinin sınırları artık zorlanıyor. Ege’deki koy ve büklerimizin tekne demirleme/barındırma kapasitesi düşerken tekne sayısı ve doğal liman ve koylarda bağlanmak isteyen tekne sayısı artıyor. Burada da karşımıza yeni bir kavram çıkıyor: “Teknede Yaşamak”. Covid-19 sonrası teknede yaşayanların sayısı kabaca ikiye katlandı. Bir daha tekrar edelim: Denizcileşen Türkiye için bu son derece güzel bir gelişme. Ancak burada önemli bir ayrıntıyı kaçırmayalım. Teknede yaşayanların önemli bir kısmı tekneyi bulunduğu liman veya koyda ikinci konut olarak hareket etmeden kullanıyor. Bu tip teknelerin özellikle Göçek gibi hem korunmalı hem de doğa harikası yarı kapalı deniz alanlarını seçmesi bu tip yerlerde doğa dengesini bozacak kadar yoğunlaşma ve yığılma yaratıyor. Karada çadır kurmanın ve hatta basit barakanın inşasının bile yasak olduğu koruma altındaki bölgelerde kışı denizde yaşayarak geçiren ve bir nevi Boat Office olarak kullanan sayısız tekne var!  Bu duruma bazı çevreler “dijital göçebelik” diyor. Bu tip tekne sahipleri gelişen tekne konfor sistemleri sayesinde karadaki alışkanlıklarını koruyor. Örneğin, şampuan ve deterjan kullanımı ya da tuzlu sudan tatlı su yapan makinelerde kullanılan kimyasallar gibi.  Bu konfor kolaylıklarının atıkları yarı kapalı durumdaki koy ve bükleri kirletiyor. Temizlenmesine fırsat vermiyor.

DENGENİN ÖNEMİ

O nedenle buradan hatırlatalım: Tekne, marina ve koy kapasiteleri arasında bir dengenin sağlanması mutlaka göz önünde tutulmalıdır. Gerek demirleme ve tonoza bağlama gerekse ağaçları kullanarak kıçtankara olmak üzere bu tip koy ve büklerde aşırı kullanımın, koyların doğal dengesini bozmasını önlememiz gerekiyor. Her koyun veya bükün bir kapasite planı yapılmalı, kalış süreleri buna göre düzenlenmelidir. Aksi takdirde aynı anda kapasitesi 2000 olan bir koya 4000 tekne yığılırsa deniz çevresinde yaratacağı tahribat kontrol altına alınamaz. Doğa kendini yenileyecek fırsatı yaratamaz. Bu sürece bu kıyılarda son zamanlarda imara açılan yeni alanları katarsak facianın boyutu her halde anlaşılır. “Marmara ölüyor” diye yıllardır yazılıp çiziliyor. Sonuç ortada. Devlet tedbir almıyor. Geçim ve hayatını idame derdinde olan halkın çoğunluğunun ilgi alanında değil. Ancak sonuçlarına katlanacak olan gelecek nesiller. Tekrar hatırlatalım: En az jeopolitik alan kadar Mavi Vatan’ın doğasının üzerine titremeliyiz. Bunun için önce canlıları ve doğayı sevmeliyiz. Devlet acilen kıyı yönetimine yönelik yasaları çıkarmalı; koy ve büklerin kullanımına yönelik koruyucu prensip ve kurallar belirlenmeli; kıyı belediyeleri futbol takımlarına milyonlar akıtacağına atık arıtmalarını tamamlamalı; Ulaştırma Bakanlığı amatör denizciliğin barınma sorununu çözmeli; denize çıkanlar ve Ege’nin nadide koy ve büklerine gidenler şehirdeki konforlarını dizginleyebilmeli. Unutmayın, Sadun Boro 1965 yılında 10 metrelik Kısmet yelkenlisi ile dünyayı turladığında teknesinde tuvalet bile yoktu.

(Türk gemi modelciliğinin en iyi isimlerinden, Avrupa çapında sayısız ödül sahibi Sayın Süleyman Alper’i 9 Temmuz’da Bodrum’da kaybettik. Allah rahmet eylesin. Ailesine, sevenlerine ve gemi modelcileri camiasına bu büyük kayıp için başsağlığı ve sabır diliyorum.)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.