Doğanın dengesi, dünyanın düzeni var YIKIMIN KAYNAĞI İSE İNSAN

Kıtalar birleşir veya parçalanır… Okyanuslar genişler, dağlar yükselir, iklimler değişir… Bu çarpışmalar, birleşmeler ve hareketler olmasaydı zaten bildiğimiz Dünya oluşmaz, hayat var olmazdı. 

Çok büyük bir deprem yaşadık, yalnızca 11 şehri değil, tüm ülkeyi harap eden bir deprem yaşadık. Şiddeti büyük, yüzeye çok yakın olan bir depremdi ama aslında harap eden, felakete çeviren yine insan etkisiydi. Burada konuştuğumuz konular hep değişiyor, kimi zaman iklim değişimi oluyor, bazen çevre kirliliği oluyor, bazen başka bir şey. Ama temelde hep aynı şeyi konuşuyoruz: İnsan etkisi. Evet en başta da dediğim gibi kıtalar yer değiştirmeseydi, bu hareketler, doğal afetler, depremler olmasaydı hayat var olmazdı. Doğanın dengesi tam da bu işte. Burada yıkımın ana kaynağı yine insandı. 

DÜZEN DEDİĞİMİZ DÜZENSİZLİĞİN KENDİSİ

Gezegenimiz bazen yavaş bazen daha şiddetli ve hızlı ama sürekli bir değişim içinde. Anadolu ile Arap Levhası arasında bir zamanlar bir okyanusun olması gibi. Zamanla bu okyanus Arap Levhası’nın kuzey-kuzeybatı yönlü yakınsaması ile kapandı ve nihayetinde bu iki kıta birbirine kenetlenir vaziyete geldi, yani şu anki halini aldı. Ancak yeraltındaki hareketler sürekli devam ediyor. Ve hep edecek de. 

Dünyanın düzeni tam da bu düzensizliğin kendisi aslında. Anadolu karası da bu tektonik hareketlerin çok yoğun olduğu bölgelerden birinde. Güneyinde Afrika Levhası var mesela ve yılda 9 mm, Arabistan Levhası ise yılda 19 mm hızla kuzeyde yer alan Avrasya Levhası’na doğru hep ilerliyor. Bu levhalar arasında kalan Anadolu karası da sıkışır hale geliyor. Hızı daha yüksek olan Arabistan Levhası’ndan dolayı Doğu Anadolu sürekli yükseliyor. Öte yandan tüm dengeler birbiriyle bağlantılı. Belki ne alaka diyeceksiniz ama, Kahramanmaraş merkezli yaşadığımız depremden sonra İtalya kendi bölgesinde tsunami uyarısı verdi. Yani Dünya sistemi içerisinde bir yerde olan hareket bazen kilometrelerce öteyi etkileyebiliyor. Aynı bizim buradaki hoyrat yaşantımızın kutuplardaki yaşamı dahi etkileyebilmesi gibi.

TSUNAMİLERİN ÇOĞUNU DEPREMLER TETİKLER

Tsunami konusuna gelecek olursak, söz konusu uyarıyı yapan uzman, “Sadece 0,5 metre yüksekliğindeki bir dalga bile tehlikeli sellere ve çok güçlü akıntılara neden olabilir” diyor. Tsunamiyi en sık tetikleyen unsur, genellikle depremlerdir. Hatta “genellikle” kelimesini açacak olursak, tüm tsunamilerin yüzde 88’ini depremler tetikler. Nasıl oluyor da kilometrelerce uzaktaki bir depremin başka bir yerde tsunami oluşturma ihtimali var diye düşünüyor insan. Bunu daha iyi anlamak adına, kısaca bir tsunami mantığından bahsedelim. Bildiğimiz, normal dalgalar suyun yüzeyindeki bazı etkilerle oluşuyor. Fakat tsunamiler bütün su kolonunun, yani dikey şekilde o sütunun yer değiştirmesiyle oluşuyor. Bu tür bir etkiye sebep olabilen en yaygın doğa olayı da depremler oluyor. Depremlere bağlı olarak, su tabanı birdenbire zıplayıp geri inince, üzerindeki su sütunu da hızla zıplıyor ve sarsılıyor haliyle. Sonraki süreçte de su, dengesini bulmaya çalışırken depremin merkez üssünden etrafa dalgalar saçılmaya başlıyor.

ARISTOTELES’İN HAVA-DEPREM TEORİSİ

Gezegenimizin kendine has bir sistemi var, bir döngü içerisinde kaynaklarını ve enerjisini kullanıyor. Hava olaylarında da hep bahsettiğimiz gibi kaotik bir yapı var bu sistemde. Ama bir yandan da farklı değişkenler birbirine bağlı. Her bir olay birbirine bir noktada bağlanabiliyor. Belki de bu yüzden yer bilimleri ile atmosfer bilimleri çoğu zaman birbiriyle bağlantılı algılanabiliyor. Ancak bu bağlantıların direkt, birebir olması ile ilgili yüzde 100 kanıtlanmış bilimsel dayanaklar yok. Bu iki fenomeni birbirine doğrudan bağlayamayacak kadar karmaşık bir yapı söz konusu. Yeri gelmişken onlar hakkında da ufak bir konuşalım derim. 

“Tam deprem havası” diye bir tabir vardır, bilirsiniz. Çok sıcak havalardan şüphelenilir bazen veya sakin ve bulutlu bir günde deprem olabileceği hissine kapılır insan. Çok uzun zaman öncelere ait, M.Ö. 4. yüzyılda Aristoteles’in de hava-deprem ilişkisi ile ilgili bir teorisi var. Yeraltı mağaralarında sıkışan rüzgârın burada sarsıntılar oluşturabildiğini öne sürmüştü Aristoteles. Bu teoriyi besleyen birkaç fikri daha vardı. Ancak tüm bunlar dediğim gibi çok uzun zaman öncenin hipotezleriydi. 

ARSUZ’DA YAŞANANLAR TESADÜFİ

Sismoloji bilimi ortaya çıktığından beri artık depremlerin tektonik hareketlerden yani yer hareketlerinden kaynaklandığı konusunda hemfikiriz. Yer ve hava hareketlerinde karışıklık oluşturan bir başka örnek de Kahramanmaraş depreminden sonra meydana gelen deniz çekilmesinin akıllarda soru işareti oluşturması. Denizin kıyıdan yer yer 4 ila 20 metre geri çekildiği ve Arsuz sahilinde taşların, kayalıkların meydana çıktığı gözlemlendi. Fakat Kandilli Rasathanesi’nin de açıkladığı gibi, bu yalnızca zamanlaması tesadüfi olan bir hava olayı. Zaten genellikle şubat-mart ve baharın bazı dönemlerinde denizde rutin olarak çekilmeler olur. Buradaki de havada oluşan basınç-sıcaklık değişimlerine ve kuvvetli rüzgârlara bağlı olarak yaşanan bir durumdu. Yani deprem ile bir ilgisi yoktu. Deniz çekilmesi bir hava olayı iken, deprem tektonik hareketlerden kaynaklanan bir yer olayı özetle.

ÇÖZÜM: BİLİNÇLİ YAŞAM VE USULÜNE GÖRE BİNALAR 

Denizin renginin değişmesini dahi depreme bağlayanlar olabiliyor ama o da fitoplankton dediğimiz canlıların aniden fazlaca çoğalması ile ilgili bir olay. Kısacası, böyle bilimsel dayanağı olmayan absürt bilgilere kulak vermek veya inanmak yerine yetkin bilim insanlarının uyarılarına kulak vermek doğru olan. Buna göre bir düzen kurmak, buna göre yaşamak, bilinçli ve sorumlu olmak. Hayatı yaşanır ve güzel kılacak olan bunlar. Uyarıları dikkate aldığımızda, hayatımızı sonsuz tüketim çılgınlığı yerine bilinçli yaşamaya göre kurduğumuzda, binalarımızı, yaşam alanımızı usulüne göre inşa ettiğimizde doğal afetlerin bizi etkilemesinden belki de hiç bahsetmeyeceğiz bile. Hepimize geçmiş olsun… ☸

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.